31 Ekim 2017 Salı

ISKARTAYA GİDEN BİSKÜVİLER

                  

                           YIRTILAN SADECE BEKİR'İN YAKASI DEĞİL

          Fabrika ekmek kapısı, ya çöpe giden bisküviler?         
         Gün ağarıyor temizlikçi kızlar ellerinde birer boş çuval süpürge ile çıktılar sahneye el arabaları da yanı başlarında. Bir günün sonunda onlar da yerlere dökülen bisküvilere bakıyor. Bisküviye saldırır gibi toplayan usta işçilerle, bisküviyi toplamaya çalışan acemi işçilerin çıkarttığı seslere en çok da yerlere dökülen bisküvilere ve yerlerden süpürülen çöpe giden bisküvilere,
        Kırık bisküviler yerlere dökülen bisküviler hiç bitmeyecekmiş gibi ‘’Yerde bisküvi var!’’ Ama işveren de çok geçerli bir hamle yaptı çalışanlarının fikrine değer verdi. Onları dinledi ve fırınların altlarına bisküviler dökülmesin diye brandalar diktirdi. Bu brandalar bıçakla keser gibi kesti resmen bisküvilerin yere dökülmesini, çöpe gitmesini önledi. Bir diğer fikir ‘’Olukları titreşimli hale getirirsek asort bisküvileri kendi kendilerine yuvalarına girecekler yerlere dökülmeyecekler’’ Patron sordu işçiler fikirlerini söyledi.
            İşverenleri yeni görüşlere fikirlere açık, araştırma ve geliştirmeye de. İşveren ekip çalışmasına büyük önem verdiği gibi kimlik arayışı içinde olan işçileri de göz ardı etmiyor. Nasıl yapılır? Nasıl soruna çözümler üretilir? Henüz kendisinin çözemediği iş hakkında bilgiler topluyor hem işini en verimli şekilde yapacak hem de o işi yapacak vasıfta işçileri bulacak. İşte liderlik budur, iş analizi hem işçisi hem kendi kârı yönünden iyi bir üretim sistemi kurmak En son teknoloji ile fabrikasını kuruyor sonuçta bunları kullanacak olanda kendi işçileri, sorunları görmek çözümler üretmek de onların görevi. Kendisine değer verilen işçi daha uzun süre çalışmak için motive olmuştur, fikrine sahip çıkılmıştır. Bunu patronun bizzat kendisi yapıyor bir sarrafın altından anlaması gibi işletme için faydalı iş gücünü buldu mu onu alıyor eğitiyor, motive ediyor ve işyerinde tutuyor. İşverenin otoriter duruşunun altında aslında işçilerine önem veren yetki veren, onların önünü açan fırsatlar sunan bir çalışma sistemi var, o kişilerle işletmeyi birbirine bağlayan gizli bir bağ en alt kademedeki işçinin dahi fikri uygulanabiliyor.   
           Her şey açık saçık görünüyor bisküviler yerlere dökülmüş ve siz de bağırıyorsunuz sesiniz ta öteki uçtan yankılanıyor düşen ne? Bisküviler. Ortada bir sorun varsa çözümde var. Düşen her bisküvi fırının altında serilen kaputun içinden çıkıyorsa dışarı düşüp ayaklar basılıp çöp olmuyorsa mavi brandadan da bir tanesi hoplayarak yere düştü usta hafifçe eğildi onu yerden aldı.
              Küçük bir değişimime gidiyordunuz hepsi bu. Yolun ve yolculuğun sonunu siz göremeyebilirsiniz ama göreni de dinlerseniz konuyu anlamış ve görmüş kadar olursunuz. Önemli olan karşınızdakini dinlemek. Büyüklenmeden dinlemek. Sonuçta en pahalı makinaları alıyor sermaye bağlıyorsunuz ve onları çalıştıracak olan onlar, işçiler. O işçiler ki sizin  görmediğiniz göremediğiniz hata ve eksiklikleri dahi görürler ve size anlatmaya başlarlar
      Bir diğer konu granül kaplamalı marshmallow hattında, granüller kovalara dolduruluyor bir iki basamak üstünden haznesine dökülüyor bu esnada titreşimden granülün hepsi tam sığınağını bulamıyor ve sıçrayarak hoplayarak yerlere dökülüyor. Acemi işçinin işe tam hakim olamamasından yerlere dökülüyor. Yazık her gün iki üç kürek çöpe gidiyor. Dökülen yere düşen, hoplayan zıplayan. Titreşimin nedeni, hem haznesini bulması hem de granüllerin marshmallowların üzerine serpiştirilmesi içindi. Granüller bol ve sürekli yağmur gibi yağdığında, oraya buraya dökülenler süpürüldüğünde, yerde tek bir tane kalmayana dek, Sonunda çalışanlardan bir tanesi dayanamamış bu olayı rapor etmiş günlük çöpe giden granülleri tartmış ve raporla üst yönetime bildirmiş. Sadece küçük bir aparatla sorun çözülmüş. Ne kadar da yırtılan kendi yakası olmasa da acımış çöpe giden mallara o gece granülün izini sürmüş ve işverenin de bunu duyunca ne kadar öfkelenebileceğini de düşünmüş. Kendisi olsa ne yapardı? Daha fazla öfkelenir, küplere binerdi.
      Bilin bakalım o işçiye ne olmuş? Bir yarım altınla da ödüllendirilmiş.
      İşçiler çalışanlar bazı hataları ve sorunları gördükleri zaman söylemiyor konuşmuyor yazık günah sadece yırtılan onun yakası değil ki senin de yakan yırtılıyor, ha onun işi ha senin işin ne fark eder? Her ikinizde aynı kaptan yemek yiyorsunuz. Aynı bisküviden evlerinize ekmek götürüyorsunuz. Bisküvi sanayisi bitse bu iş olmasa veya patron iflas edecekmiş gibi sandalyesinde oturuyor olsa bu durum seni de elbette etkileyecek. Sen de bu konuda bana ne diyemezsin kendini o iflastan veya iflasın eşiğinden uzaklaştıramazsın.
     Terazinin iki kefesi gibi bu iş olduğu sürece de öyle kalacaksınız. Oyunun kuralına göre oynayıp şah matlarınızı ona göre koyacaksınız. Sorunlar da masalarda halledilir masa altlarında değil. Sizde konuşun sorunlarınızı hemen girmeyin masanın altına hemen elinizi verin birbirinize el uzatın el verin. 

     Yüzlerce hikaye bu fabrikalarda yazıldı daha da yazılmaya devam edecek.  Küçük veya büyük bir detayla aklımızda kalan ne varsa.

30 Ekim 2017 Pazartesi

VASIFSIZ İŞÇİNİN BEKLENTİLERİ



   Aslında burada bir iş var ama sistemlerini çok güzel oturtmuşlar iş düzenlerini çok iyi kurmuşlar. Orada çalışabilirsin ekmeğini oradan kazanır oradan testine su doldurabilirsin.
     ''Peki,'' diyor duruyor o çeşme başında elinde kovasıyla. Allah biliyor o işten korkmaz gocunmaz çekinmez ne iş olursa yapar.
    Yeter ki iş onun dişinin govuğuna yetsin biraz gelir getirici olsun kabı dolsun. Onu attan indirsin arabaya bindirsin. Maalesef o iş umduğu gibi çıkmadı. Hatta işe giderken elindeki işinden de oldu. ‘’Şöyle bir esti geçti yaşantımdan bir ara taksimi gibi’’ dese de aslında gürleyerek geçti yıktı da geçti işe giderken az kalsın evdeki bulgurdan dahi oluyordu.
    Yorgun üzgün hareketsiz eski günlerini yad ediyor eski günlerini özlüyor anlatıyor o bir kızgınlıkla bir el hareketiyle siliverdiği işine o yankılanan ses, ''Eyvah ki, ne eyvah,'' diyor. ''Ben ne yapmışım ben kiminle iddialaşmışım. ''Gün batımına dek süren kendi içindeki kavgaları kendine kızıyor kendine, neden yaptın ettin? Üstelik gelecek zor günleri de bile bile. Takas etiğin iş, takas etmeyi düşündüğün iş, gittin gördün işte nasıl bir iş olduğunu oysa nasılda için kaynıyordu değil mi gitmek için şimdi de için yanıyor eyvah ki eyvah.
   ‘’Allah biliyor ben işten gocunmam ne iş olursa yaparım ekmeğimi de taştan çıkartırım. Aileme karşı ve hiç kimseye karşı da borçlu kalmak istemem elimden geleni yaparım.’’
   ''Öyleyse kendi işini kur,''
   ''Öyle köşeyi dön kabını doldur. Biraz da hayat yolunda iş hayatında öyle yürü.''
    Duruyor bekliyor. Bir kendine bakıyor bir de yaşadığı hayata bir de anlatanların yaşam tablosuna sonra ‘’Hayır, hayır riske girmeyelim. Burada bu fabrikaların birinde de çalışabilirim.’’ ''Hani yükselmek istiyordun? Refah seviyem yükselsin diyordun. Hani attan inip arabaya binmek istiyordun.''
      Yarın bir gün bu işi de bulamayız atı eşeği dahi bulamayız. Gözleri solgun yorgun duraklı dikkatli ve kararlı. Biraz da acımaklı bakıyor hayata, ''Sabırla çalışırsam, sabreder dayanırsam bunların hepsi zamanla olur ki dayanırım ben.''
     ''Rabbim her zorluktan sonra bir kolaylık vardır.'' Diyor. ''Sabreden derviş muradına ermiş,'' diye de bir atasözümüz var ayrıca, hepimiz nice zorluklardan geçtik ne mücadeleler verdik de öyle bu günlere geldik. Sürüne sürüne derler ya onun gibi. Benim öyle sıska küçük bir şey olduğuma da bakmayın dayanırım ben çalışırım ben. Özellikle yüklemede benim gibilerine çok ihtiyaç var, beli yere yakın olanlara, dayanırım ben çalışırım ben o un şeker çuvallarını kaldırırım ben. Ve hatta hamur haznesinde un yağ şekeri birlikte karıştırır bisküvi kalıbının yanına kadar getiririm ben.''
     Hamur teknesiyle hamur taşıyor, günlerce sonra evine gelince sırt üstü yatıyor. Sıska küçük adam iş hayatına karşı nice koca cüsselilerin bir kaç gün dayandıkları ve işten güçten el etek çektikleri işle birlikte yüzünde de derin bir anlam var. Evine ekmek götürüyor. O kişi evet o küçük adam işten korkmuyor.
     Bazen eve ekmek götürmek için çok şey istemez veya şöyle söyleyeyim çalışmak için sadece tembelliği bırakmak için istek, azim ve kararlılık azmetmek sabır güçlü bir irade başka da bir şey istemez.
     Evdekiler ekmek ister su ister, götürmek gerek.
     İstek ve talepleri çok mu?  Çok mu pahalı şeyler istiyorlar?
     Biraz çeşni olsun diye yemeklerin üzerindeki buhar kokusu biraz değişsin diye biraz aromatik bir şeyler de bulabilsen sofraya getirebilsen iyi olur. ‘’Onlar da biraz sabır etsinler emeklime az kaldı.’’ Artık emeklisine az kaldı işi de eskisi gibi acı vermiyor. Çünkü yolun sonuna geldiğini hissediyor. Kazandıklarının şıngırtısını kovadaki suyun şırıltısını duyabiliyor. Doldurduğu o kovaya döktüğü alın terlerinin kokusunu, ''Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik yine de sonunu iyi getirdik sona geldik. ''Diyor.
         Bu da iyi mi?
       ''Tabi ki iyi çalıştığıma sabrettiğime şükrediyorum. Bana çalışma gücünü veren Rabbime teşekkürler ediyorum.''
    ''Ayrıca ben vasıfsız bir işçi iken çalışmamın bir değeri yok iken hatta özürlü duruşuma göre bana saf salak benzetmesi yapılıyorken işyeri benim çalışmama bir değer biçti. Emeğimin hiç bir önemi yok iken emeğimin karşılığı olarak emeğime verilen bir değer ve önüme konulan iş. Ben de değerlendirdim. Çok şükür buna da şükür gerek. Ben vasıfsız eleman iken hayatta yaşam alanımı genişletti ekonomik gücü elime verdi o iş ki içime bir ferahlık gönlüme bir güneş gibi doğdu. Ömrümde hiç görmeyeceğim yumuşak yatak, mobilya, telefon, bilgisayar bu işyerinin varlığı ve emeğimin değerinin karşılığı eden kazanç ve önümdeki iş sayesinde gördüm. Kendine güven veren iş. Bu da şükür gerek.''
      Şimdi yavaş yavaş attan inip arabaya binmeyi düşünebilirsin. Dikkat et yavaş yavaş ayağını yorganına göre uzata uzata zamanında sırtından dökülen terleri de unutmadan.
      Nasıl emeklilik? 
     İyi çok iyi. İnsan geleceğini önceden göremiyor zamanın içinde gençlik çağında dolanıp dururken bir bilebilsen geleceğinde bir gün geleceğini bir düşünebilsen de zamanın etrafında dolanmadan içinde yaşayabilsen, işte o zaman taşı tam gediğine oturtursun dalgalarla boğuşmazsın hayat ipini kendi elinle dolaştırmazsın, iyi ile kötüyü kâr ile zararı birbirine karıştırmazsın.
     Hayatı sımsıkı tuttum bak şimdi salmıyorum işte niye? Çünkü hayattan yeterince darbe yedim feleğin çemberinden bir kaç kez geçtim de o yüzden.
       Hepimiz feleğin çemberinden geçiyoruz ama bazılarımız yine bildiğimiz gibi hayatın ipine sıkı sıkıya sarılmıyoruz bir aşağı bir yukarı debelenip duruyoruz hala bazen de  hayali yel değirmenleriyle boğuşuyoruz niye? Çünkü onlar içlerinde gömülü olan hayal, istek, arzu ve temennilerine en kısa yolda kestirme yoldan ulaşmayı akıllarına koymuşlar gün bulup gün yiyenler, belki bir gün amaçlarına ulaşırlar o beklemeyi tembelliği seçenler belki toprağa gömülünce karşıların çıkar bekledikleri şey,

    Hayat yolu bu inişli çıkışlı, yokuşlu engebeli, hepimiz de hayat yolcularıyız. İneceğiz çıkacağız yokuş tırmanacağız ve nihayetinde bir yerlere geleceğiz bazılarımız apalayarak bazılarımız yürüyerek, bazılarımız koşarak, bazılarımız uçarak. Ama önce hareket harekette bereket vardır beklemekle oturmak olmaz, bir tas tuzlu çorba bile önüne gelmez.

28 Ekim 2017 Cumartesi

PARMAĞI KOPTU


        Sesini alçalttı acemi de değildi üstelik. Yüzünü de aşağıya doğru sarkıttı. O da bundan sonra usta operatör olmak yerine arada keşif yapacak işçi kollayacakmış.
    O kız parmağına bakıp gülüyordu çünkü o parmağı her gün gözünün önüne dikilip ona bakıyordu. İşte sonunda olacağı buydu.
   Bakmadan parmağına bir an bile geçirebilecek miydi? Kendi kendine sessizce onu izleyen başka işçi kızlarda vardı üstelik.
    Az sonra iş esnasında o parmağıyla bisküviye dokunmayı da öğrenecekti. O parmağıyla bisküviye dokunurken sargının altındaki parmağın o içler acısı  halini de düşündükçe kendi kendine üzülecekti. O zaman o finger gibi parmağı o tekliğiyle bir diğer adı da işaret parmağı ama şimdi küçüldü yarısı koptu yok oldu. Nerede yarısı? Çöp kovasında ya da toprağın altında yok oldu.
   Arkasındaki amiri dikkatsizlikten söz etti işine ve işyerine bağlı kızın arkası sıra homurdandı fakat yüzüne karşı da bir şey söylemedi.
   Çavuşu elini uzatarak parmağına. ‘’Geçmiş olsun,’’ dedi.
    Diğer işçi kızlar iş ve üretim arasında iki bisküvi arasına sıkışmış kaybolmuş küçük işçi kızlar arkadaşlarını görür görmez birden bire parlayan gözlerle bozarmış yüzleriyle işletme girişinde etrafını sarıverdiler. Kirece boyanmış yüzleri yuvarlak duru bakışlarla o floresan lambanın altında hepsi de beyaz başörtülü mavi gelinlikli kardelenlere benziyorlardı. Az sonra o kızlar fabrikada o büyük binanın içine girip hep birlikte gökyüzünde açmış cennet çiçekleri, gök melekleri gibi o büyük binanın içinde kaybolacaklardı.
    Oysa o kız daha önce de birkaç kez parmağını kaptırma tehlikesiyle  karşılaşmıştı. O kız da bana bir şey olmaz düşüncesi içinde o tehlike içinde o da parmağının kurtulup paletlerin ilerlediğini sanıyordu. Paletlerin ilerlemesi o kopan parmağı hissetmemesi, parmağı düştüğü zamanı bilememesi sonra o parmağının koptuğu yerden kan gelmeye başlayınca bilirdi parmağının koptuğunu, o parmağına baygın baygın bakarken de bayılmıştı kanı görünce olduğu yerde. Ve o anda arkadaşı da gördü ve çığlık attı hemen birkaç adımlık bir hızla koştu arkadaşına yetişip güçlükle belinden yakaladı.
       İş kazaları için. Herkes kendince haklı herkes kendince suçlu ''Suç gelin olsa kimse damat olmak istemez,'' ve herkes de bir bahane ile silkinip çıkar işin içinden. Her meslekte iş kazaları var ve meslekte feda edilen ve çöpe giden bir yığın organ var diye, bu sözümle ne demek istediğimi de düşünebiliyor musunuz? Değil mi?
        Sonra o iş kazasını geçiren kızda ki yıkımı düşünebiliyor musunuz? Değil mi?
        Herkes kendince suçluydu ve kendisini savunmadaydı.
        Dikkatsizlik,
       Makinenin kuyruğunda bekleyen kızlar iki bıçak arasında parmak kıstıran kızlar, kopan parmaklar ne ilk ne de sonuncusu olacak ve o kişi de ölene kadar dört parmaklı veya dört buçuk parmaklı olarak yaşayacak.
           Ama onlar kız çocuğu, o an ki yıkımı da hissedebiliyor musunuz? Şu işleri dengeli ayarlı yapın da ayarlı gitsin işler o zaman pastalar paletler üstünden yürüyerek de gidebilir o bıçağı da geçebilir.
         Ama her şey hız değil, bazen bir de bakmışsın ki kız pastayı dizerken bir eli de bıçağın ağzında iken o bıçak da kızın parmağına çöker parmak da gider. Siz ne dersiniz kızlar bazen de böyle olmuyor mu?
      Burada hata kızın bu sebeple bir şey demiyor sadece bakıyor herkes konuşurken ona söylenirken o da suçlu. Hep söylerim önce dikkat. Dikkat eksikliği başka da bir şey değil. 
       Bir yol çizilmiş paletler arasında mallar ilerleyecek kendi gözlerinle yaptığın işine bakacaksın kendi yaptıklarına pür dikkat sonra ellerinle de malları sezinleyerek ilerleteceksin.
     Ama o kızlar hala akıllanmıyorlar orada paletler su gibi akarken bir başka pasta da gelip diğer pastanın üstüne atlarken birbiri üstündeyken de paketlenmeye giderken kızda tam keskin bıçağın olduğu yerde duraklayıp bir an için daha hızlı süzülüp o malı oradan almaya çalışırken, kız bu kez başardı makinenin akışını aksatmadı paletler yollarına devam diyorlar.


27 Ekim 2017 Cuma

SÜSLÜ MUSA


        Ne zaman şehrin içinde bir rüzgar esse o bulutlar halinde bisküvici kızlar o taraftan geliyor o kızlar ki hızla geçseler şehrin üzerinde ki o kasvetli havayı yumuşatıyor. O kızlar ki güneş gibiler bir saklanıp bir çıkıyor toprak gibi de bereketliler de üstelik binlerceler şehrin içini aydınlatıyor.
         Bir an bir parka otur ve seyre dal, o yalnızlık ne kadar da sıkıcı ya tembellik, ama o bisküvi kokan kızlar, bozkırın ortasında açan güller gibi yükselirler ve üstlerini saran o kokuyla yol boyunca serilirler.
          Ne zaman arkadaşsız ve yalnız kalacağını düşünürsen ardından da fabrikaların birine girip de çalışmayı da düşün. İleride yaşlanacağını da düşün şimdiden inzivaya çekilmiş gibi, ‘’Ben emir altında çalışamam,’’ deyip de durma. Ne zaman çalışmaya başlayacaksın? Sanırım korktuğu başına geliyordu orta yaşlılık ileride de yaşlanacaktı üstelik nereye kadar tembellik? Ne zamana kadar kendini gizleyecek çalışmamak için bahaneler ardına gizlenecekti.
         Birden bire burnuna gelen kokularla yüzüne tokat yemiş gibi irkildi.
        ‘’Bisküvi’’ dedi. ‘’Bisküvi fabrikaları,’’
         Sonra kaşlarını çattı ‘’Patronlar,’’ dedi.  ‘’Bisküvi hele biraz daha dursun,’’ dedi. Saklanıyor, işe gitmemek için bahaneler arkasına saklanıyor köyüne geri mi dönse acaba? Bunları da düşündükten sonra fellah fellah köylü çocuklarını, çıplak ayaklarını, güneşten yanmış kararmış kerme tutmuş ağız kenarlarını düşündü.  Havası birden ağırlaştı kendi el yüz çizgileri de bıkkın bir bakış attı. Biraz daha oturdu üşendi kalkmaya, kara kara düşündü sonra hemen birden de kararını vermiş gibi ayaklarına yüklendi. O daha önce çalıştığı fabrikanın yolunu tuttu.
          İnsan kaynakları müdürü, personel memurunun karşısında, onlar ona o onlara baktı, sıkkın bir yüz ifadesiyle ‘’Eeee,’’ dedi müdür. ‘’Yine mi?’’ Personel memuru ‘’Hoş geldin,’’ dedi. Her ikisinde de biraz alaycı bir tavır kaş göz oynatarak yüzlerindeki ifade aynen, ‘’Tilkinin dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır.’’ Eski bisküviciler yani yine gelirler ne de olsa iş onlara bir adım ötede nah şu yolun kenarında iyi bir iş kapısıdır da Allah’ın bir lütfu bereketi gibi iş aş yemek koku hepsi oradan gelir.  
         O ise tembel işgüzar işçi, ‘’Dayan Musam dayan bu fabrikalar bu işler bu bisküviler bitmez dayan,  Musam dayan bu bir ekmek davasıdır. ‘’ Diyerek kendi kendine gaz veriyordu.
             Hızlı adımlarla işletmenin içine doğru yürüdü işletme o büyük bir ağaç gibi işçiler onun etrafında kümelenmiş karmakarışık bisküvi topluyor paketliyor, etiketliyor, bantlıyor, istif yapıyordu. Ortamda oynak hareketli, neşeli bir hava vardı. Önlerinde ki ise iş bir hızlanıyor bir yavaşlıyordu. İşçiler birbirlerine ellerini vermişler birbirlerine dolanmışlar birlikten upuzun bir kol olmuşlar. Çavuşları başlarında duruyor üstelik kafası da kalkıktı.
           Kızları seyrederken her bir kızın da ayrı bir hikayesi vardır diye düşündü. Benim de sanki daha fazla zamanım varmış gibi belki onlarda çalışmak istemiyordu. Ama onlar ağlamıyor bağırmıyorlar, kendi kendilerine isyan da etmiyorlardı. Kendilerine verilmiş özel bir hakmış gibi çalışma haklarını kullanıyorlar o bildikleri onlara tarif edilen yol ki o yoldan da şaşmıyorlardı. Birden kendisi de onlardan biri oluverdi. Bir gün iki gün, üç ay, beş ay, ara vermek yok. Ama onun mevsimi sonbahar olduğundan çabuk yoruluyordu. Kendisi ne kadar o kokuyu izleyerek onların yolundan gitse de yorgun bedenini ne kadar işiyle sarılıp sarmalansa da yorgundu işte yorgun, oflaya puflaya
         İşi eliyle yakalayamadığı yerde gözüyle yakaladı, işten kaçamazdı çünkü cebinde ki cüzdanı bomboş ve eskimişti.
         İşçilerin şen gürültüsü de havanın değişeceğinin habercisiydi.  Musa’nın da değişeceğinin habercisiydi.
         Musa amansız bir istekle süsleniyor boyalanıyor lakabı da Süslü Musa oluyor.  Feleğin çemberinden birkaç kez geçmiş şimdi ihtiyarlamaya da yüz tutunca burada tekrar gözleri açıldı. Burada kendine uygun kadın arıyor. Tabi ki süslenmenin karşılığını da alamayınca da amansız bir istekle yüzünü avuçluyor yaşlanmışsın işte kırlaşmışsın üstelik de dul kalmışsın, ‘’Belki benim gibi bir yaşlı dul vardır, belki şu kadınlardan biri dul kalmıştır. Şimdi anladınız mı neden süslendiğimi?’’  Süslü Musa’nın keyfi yerindeydi. Kendine uygun belki bir dul bulabilirdi. O kaş göz işaretleriyle bunları söylerken bunu duyan kızlar ise şen bir kahkaha bastılar. ‘’Hemen ısmarlayalım fırıncı başına söyleyelim de bir tane sana özel çıkarsın.’’ Bir diğeri de kızlara bağırdı. ''Rahat bırakın adamı yok fırından yok filanca yerden adam namusuyla evlenecek işte.'' Kadın, ‘’Onu ben alacağım ben de dulum, üstelik çocuğu da yok benim evim de var çocuğum da evimde ona göre de bir yer var.’’ Kızlar şaşkındılar ne diyeceklerini bilemeden sevinçlilerdi de üstelik ‘’Kusurumuza bakma öyleyse,’’ dediler. Kısa boylu tombul kadını kucakladılar. Neşeli kızlar. ’’Hayırlı olsun, hayırlı olsun’’
                    Hayat gerçekten bir masal gibi,
Bisküvi kokusuyla yayılan ve bir nikah salonunda son bulan
                   Hayat gerçekten bir masal, 
      




26 Ekim 2017 Perşembe

PEYNİRLİ ÇUBUK TADINDA

       Hava peynirli çubuk kraker kokuyordu. Dış kapılarda kapalıyken peynir aromasının kokusu ortamın havasını daha çok keskinleştiriyordu. Sağda solda her makinenin başında kızlar da atıştırmalık önlerine konulmuş peynirli çubuklar vardı bazıları da ceplerinde saklıyordu.
        Sıcak hava ve kraker kokusu erkek vardiyasının gün sonuyla gelen değişimi kokulu havanın da değişimi. Bu hava içinde gidip gelen insanlar, onlar da işlerine sıkı sıkıya sarılmışlar günü sorunsuz atlatmışlar. Beş altısı gruplar halinde kümeleşmiş işçi kızların yanlarından gülüşerek geçiyor. Güçlüler ellerinde ki güç yaptıkları iş onlara güvence veriyor. Şükür ediyorlar. Her iş günü sonunda her iş için yaptıkları eylem ve hareketin sonunda iş önlükleri içinde bedenlerinin ellerinin şıkırtısı ve iş sonunda kendilerini bir tüy gibi hafif hissetmeleri ve bir tüy yığını gibi işyerlerini terk etmelerinin şen şakrak tatlı nameleri.
      Bekar kızlar ve oğlanlar bu esnada birbirlerine bakışırken birbirlerine melodili aşk şarkıları dillerinde söylerken. İlk gençlik, ilk aşk acısı, ilk bakış,  işyerinde kınanma ayıplanma duygusun da önüne geçmiş zamanla da o bakışlara kendini alıştırmış yumuşamış ara sıra da hafta sonlarında gün sonu iş çıkışlarında da konuşmayı başarmış.
          Ömür gider yol gider iş yürür o içinde kalmış özlem içinde kalmış çocuk ruhu veya gençlik hangisi uyanırsa kişiye göre onu sevindirir. Heyecan ve çalışma şevkini hızlandırır. Yaşlılar işe alışkınlar o melodiye pek fazla kendilerini kaptırmazlar aslında onların ellerinde ki Allah’a dayandırdıkları güç dua ile isteme yöntemi veya çocuk çoluk geçim derdi eğer ki onlarda o güçlerini yitirmeye başlarlarsa onlarda bu kalabalık koroya eşlik eder o kalabalıkla  uyumlu aynı sesi  çıkarmaya başlarlar. Çünkü inanırlar çalışmak için bir motivasyon gücüne ihtiyaç olduğuna. Bir gençlik heyecanı bir coşku bir şarkı günün içinden gelen böyle bir estetik sevinç onların gönülleri de ister.
          Biri bir köşede diğeri öteki köşede birbirlerinden habersiz gibi duran o işe alışkın işe amade gibi duran elleri o makineye aşırı sürtünmekten eskiyen pırtıya dönmüş önlükleri demir yığını halindeki o gri parlak döküme dayandıklarında zamanın derinliklerinden de aktıklarında bu ezgi melodi onların kulaklarına da gider onlara da durdukları yerde güç verirdi.
        Selam sana bu günün işi yarının geleceği, bitmeyen bir bisküvi gibi gelen sıralar gözle görülmesi imkansız arka sıralar henüz daha olmamış unlar hamurlar,
          Günlük, her gün şehrin içinden bisküvi kokan fabrikalı kızlar melekler gibi geçiyor. Henüz uçmamış sığırcık yavruları iyilik konuşuyor iyilikten bahsediyor.
         Bir gün ne de çabuk geçti güneş battı ve doğdu. Kızlar yine aynı kokuları taşıyarak servislere indi bindi. Kendilerinin dışarıda nasıl göründüğünü işyerinde nasıl göründüğünün iki halde de nasıl bulduğunu işyerinde ve dışarda iki büyük ayrı dünyanın arasında ve yine kendisiyle baş başa yalnız kaldığında. Ey hayat kaşıkla verdiğini kepçeyle alıyorsun benden. Yine ben önüme konulan kuru fasulye ve soğana talim ediyorum.
      Yine de şükür sen ki bu şehrin üstüne doğmuş bir mucizesin sen ki bitmeyen bisküvisin ilkbaharda sonbaharda sezonluk da değil devamlı yumurtlayan tavuk gibisin elimden tuttun ve her elinden tutan hemşehrilerimin de gözlerini açtın. Onlar ki iş aramak ve bulmak için balıklar gibi çırpınıyorlardı. Her evde her sofra başında senin adın ilk senden söz açıldı ağızlarını köpürte köpürte övenler ve sövenlerle birlikte. Elbiseler ki kimine dar kimine bol geliyormuş
      Bisküvinin savunucusu bisküviyi savundu.
      Şimdi yaş otuz beş bisküvi kötü mü oldu? Sana güç verdi şehrin üzerine rahmet gibi yağdı sana yardım etti seni hem maddi hem de manevi iyileştirdi.
       İşçi, ‘’Ama ben de on beş yıl hizmet verdim.’’
       On beş yıl sonra hemen öleceğini mi sanıyorsun? O on beş yıldan sonrasını da düşünmüyor musun?
      Sustu ses çıkarmadı.
       Zaman durmaz yerinde akıp gider. Senin o kokun da o her gün senin elini öpen bisküvide yorgun bedenin de o zaman kaybolup unutulup gider.
       Bak bugün de akşam oldu
      Herkes yuvalarına döner gibi işyerlerine akın ediyorlar. O çok ses çıkaranlar sövenler bağıranlar neşeliler, şükredenler, kızgınlar, havalılar önlerine konulan yemekleri beğenmeyenler ki o yemeği yemek için damdan tavandan evlerinden çıkıp buraya akın ediyorlar. Ayrıca işsizler çaresizler bakımsızlar okumuşlar da bu beğenmediğin yemeği yemek için buraya iş başvurusunda bulunuyorlar. Çünkü bu iş bu toprak üzerine kurulmuş önlerine sunulmuş ve bu toprağın kokusunu dışarıya duyurmuş seslerin yankılanışının bir vurgusu ayak sesi.
     Kuyruğunu kıstıran ara sıra da ısıran esrarengiz kişi de bu çember içinde o da kendi içinde kendini kuşattı bisküvi ona can veriyor hayat veriyor çocuklarını evini o doyuruyor kanlarına kan veriyor.
       Çevrene bak otur da bir bak bir göz gezdir karanlık düşüncelerine karanlık basmadan köylüler geliyordu her köyden o kara lastiklerini çıkarmış ıskarpin papuç giyinmiş ayakları hiç deniz görmemişlerdi ki ayakları denize girmiş kıyısında yuvarlanmış.
        Ah o özgürlük şarkısı hepsinin dilinde onları yabanlıktan yabancılıktan kurtaran önlerindeki işlerine kement atar gibi ellerini attıran yakaladıkları işleri ellerinden uçan ve kaçan kurtulan bisküvileri. Kurtulanlar yere düştü almak için  o da hemen eğildi. Sanki işi ve kendisi de ikisi de bir fidanın güller açan dalları gibi birbirimizi yamarcasına yaralarımızı sararcasına.
         Daha az önce de büyük bir hürmetle ve şükürle yine yere düşen bisküviyi kaldırdı sessizce. Ve her eğilip yerden kaldırdığında düşmesinler diye de ellerini açıp dualar etmişti sessizce.

25 Ekim 2017 Çarşamba

HAZAN GÜLLERİ SOLDU

                                                             

                 Ölüm bir tül gibi gelip üstümüzü örtmeden. Hayatta çalışmaktan başka, başka şeyler insanı mutlu edecek daha başka şeyler de vardır. Bu dünyanın zevkleri vardır gezilecek görülecek yerleri de vardır.  Ama mevsim de sonbahardır. Öyleyse sonbaharda hüzün ayları değil sakinlik huzur ve dinginlik ayları olmalıdır. Çünkü insan sonbaharındaysa eğer kolay kolay şekle giremez şekil alamaz filizlenip salkım veremez saçları seyrekleşir, dişleri kırılır ve de külüstürün de külüstürü olmamak için de çaba gösterir. Aslında sonbahar da güzeldir ve sonbaharda açan çiçeklerin kökü daha sağlam olur ve sonbaharın ayrıca hayranlık verici çok da güzel bir manzarası vardır.
         Sonbaharda içindeki isyanların fırtınaların durur güneşli ve bulutlu günlerin daha çok olur. Ve de taze yeni yıkanmış, yenice fırından çıkmış, taze ortaya çıkan, ışıklar saçan, bir yakamoz olur içinde, kendi sularında yüzmeye, kendi toprağınla da oynamaya başlarsın, çünkü toprağın sağlamdır kökünü toprağa oturtmuşsundur. Sanki denizin kıyısında gece mehtabı seyrediyor gibi bir hal içinde olursun gökyüzü ve denizin oluşturduğu o mucizeye de tanıklık ediyormuş gibi de kendini o manzaranın bir kenarına oturtursun.
        Ey hancı bizim hancı gerisi hep yabancı, hancı başı gibisin hayatta, ayrıca hanın kapısında duruyorsun gelen geçeni seyre dalıyorsun. Çakmak çakmak gözlü felçli gibi senin yaşında üstelik, ama yaşlılar işte kafalarının içinde binbir tilkiyle veya politik hesaplarla ve yine senin yaşındadırlar üstelik, akortları şimdiden bozulmuş bozuk sesler çıkaran radyo gibi de şimdiden eskimişler, ağızlarından çıkardıkları sözler zehir zemberek küfürlüdür de üstelik, yüzde yüz de namuslu ve imanlıdırlar da tekdüze insan manzaraları işte böyle de seyredersin onları ve hayatı. İnsana öyle yaşamak geliyor ki hancı başı gibi hanın bir ucunda durasın ve insanları seyre dalasın. Ayrıca aynı zamanda gençlere yeni filizlere yenice uyanana hayatın ipini daha sıkı tutsun diye dünya nimetlerine daha çok saldırsın sahiplensin yararlansın diye o içindeki bozuk düzenini onu bozan düzenini iyice sallasın ve boşaltsın diye hancı başı olmak geliyor içimden. Sonra da arı duru yıkanmış tertemiz duygularla tertemiz bir halde hayata yeniden tutunsunlar diye.
               Yine insanlara karşı bir sevgi seli yükseliyor içimde bu kadar ince eleyip sık dokumama rağmen çünkü ben de günahlar ve suçluyum hayata karşı ben de onlardan biriyim. Sadece yaşama şansımı ve hakkımı kendime karşı değil onlara karşı da kullanmalıyım. Hayatın bir hiç boşu boşuna da olduğuna bakmadan hayattan bir şeyler ummak, çünkü dünya büyük bir umman ve içinde bin bir nimet dolaşıyor barınıyor ve de balıkları var tut tutabilirsen yakala,  yakalayabilirsen. Çünkü Rabbim dünya nimetlerini insanlığın hizmetine vermiş denizleri madenleri havayı suyu her canlıyı, bunları işleten hepsini bir araya getirip karıştıran yemek yapan bozan bizleriz kendimiziz aslından kendi hayatımızı da yapboz tahtasına çeviren,
              Hayat bir gölge oyunu gibidir, ışık ve gölge karışımı bir şey gibidir aslında yaşanır ve biter.
             Bana bu sonbahar havaları bu duyguları yaşattı bu günkü hava yağmur kokuyor kimisinin kulağı yağmur sesinde kimisi rüzgarla gelen nameleri dinliyor. Pazarcı kocası ise havaya bakıp bakıp içini çekiyor bu gün Çarşamba ve Çarşamba semt pazarı var. Hava durumu, ’’Gök gürültülü  ve sağanak yağışlı, yağmur yağacak.’’
                  ‘’Yağ yağmur yağ da bizi de ıslatma,’’
                    Ne demek şimdi bu?
                  ‘’Rahmet ve bereket yağsın fakat biz dışarda çalışanları da ıslatmasın.’’
                  Mevsimlere mi karşı geleceksin? Kuşkusuz Rabbim haberini göndermiş göğü gürletmiş havayı grileştirmiş tekbir bulut yok toz kümelerini de göndermiş. Yani her şey eski düzen bilindik mevsimler, sen de mevsime göre ayak uydur.
              Allah akıl vermiş fikir vermiş sen de çağır aklını ve önlemini al hemen bir branda çek.
             İpler direkler ıslanıyor yağmur çileşiyor onun üzerine müzikli namelerini gönderiyor o ise altında raks ediyor seviniyor yağmurun fırtınasız çisil çisil yağdığına onun sikkesi bile ıslanmış malları  çadırı ve brandayı hepsini yağmura teslim etmiş. Kendisi de ıslanmış soğukta morarmış yağmurun altında kalakalmış büyük konuşmanın arifesinde oysa ki yağmurun yağacağı ta dünden belliydi.
         Ortalık sarardı yeşil yaprak kalmadı gözleri gökyüzüne baktı ve donuklaştı. Mevsim sonbahardı. 


24 Ekim 2017 Salı

İLK ADIM

İLK İŞE BAŞLAYAN 

   Uyuyakalmış işe gitmek de istemiyormuş iş zoruna gidiyormuş gitmeye de hevesli değilmiş. Çünkü, elini her uzattığında çok sevdiği alışkanlık yaptığı şeyler yanında olmuyormuş. O yüzden canı işe gitmek istemiyormuş işe gidince de işi ağırdan alıyormuş. Gözlerini kapıyormuş rast gele hayallere dalıyormuş. Başka yelkenlere kanat açıyormuş
       Bütün bunlar insanca dokular dokunuşlar ilk kez işe başlayan birinde olur böyle şeyler. Kendi dokusu kendi kokusu olmayan işler, fazlaca kalabalığa karışmış havada asılı boş sözler.         
 Tertemiz doğal natürel aynı zamanda besleyici ve kazanç getirici bir ortam aslında ama bu lezzetten tat alamayanlara, böyle işyeri kısır bir döngü gibi gelir yaratıcılığını yitirmiş insanı kalabalık içinde yalnızlaştırmış gibi gelir. Oysa süslenmek için onca zaman da harcarlar kızlara süslü görünmek için. Giyim kuşamlarına daha çok ağırlık verirler. Yürekleri ise erişilmez isteklerle doludur. Bir sürü tohum yüklü istekleri ya tutarsa dediği ekmedikleri tohum kendi içlerinde oynadıkları bir oyun, ekselerdi bir ekselerdi cesaret edip akılda etselerdi çok güzel eserler işler meydana getirebilirlerdi. 
       Kendilerini okumayı bir bilselerdi. Bunca yıldır neler yaptığını ettiğini neden bir baltaya  sap olamadığını hayatın özünü.  Hayatı hafife almak hayatı boş ve anlamsız yaşamak. Hayatı öyle bir yaşa ki oyun gibi öyle yaşa ki seni de boğum boğum karanlıklara atmasın seni de boğmasın hayat.
       İnsan istekleri sınırsızdır ister de ister, ev ister, araba ister, at ister, yat ister, daha fazlasını ister, daha genişini, daha lüksünü, daha modernini ister, istedikçe de ruhu kirlenir kabalaşır, kavga, çığlık, zıtlaşma başlar maddiyatın kirli yüzü işin içine de girdimi insan da insan olmaktan çıkar bambaşka bir varlığa dönüşür.
       Bu düşünce ve bu kitabi sözlerin aslı da şu insan ne zaman ruhsal acı çekmeye başladı bil ki işin içine maddiyat karıştı o çok ustaca hokkabazca kapitalist sistem para babalarının ihtiyaçlarımızla ve isteklerimizle oynamalarıyla ruhsal dünyamız sekteye uğradı. Ruhsal dünyamızda duygu şiir, müzik hepsi arabest oldu karamsar müzik oldu. Doğruluk dürüstlük sınıfta kaldı kandırmacılar hayatı kabala götürdü. Hele birde din sahtekarları çıktı ortaya din öksüz kaldı Kur’an başka yerde yaşam başka yerde kaldı.  
     İnsan önce kendini bilmeli kendini boşaltmalıdır. Artık ne ektiyse onu biçmelidir. Herkes kendi hayatına kendi yön vermelidir. Kendi yönetmelidir. Şimdi daha da ileri gidiyorsun değil mi? 
        Yalnızlığıyla yatağının ucunda oturuyor kendi kendini çözmüş gibi kendi üzerinden hesaplar yapıyor. Silkiniyor kalkıyor yerinden iç sesine bağırıyor. İçimi boşaltmam için içime önce tohum ekmem gerekti bu önümdeki işi aksatmam için boş vermem için salıvermem için  uyuya kalmamam için hani nerede benim tohumlarım? Sen hiç tohum ekmedin ki gün bulup gün yedin har vurup harman savurdun vur patlasın çal oynasın dedin. Şimdi aklın başına gelince içsesin sana güzel nasihatler edince, bağırıyorsun değil mi? Bastığın yerden kazdığın kuyudan su çıkmayacak sanıyorsun değil mi? Öyle de bir boşluk ve sonsuzluk içindesin. Hayır yanılıyorsun genç, senin bastığın yerden de su çıkar kazdığın kuyudan da senin de çocukların olur bir gün. 
        Bu sorunların ve soruların içinden çıkabilmen için birkaç kez hayat denizine ağ atman olta atman balık yakalaman gerek madem ki buradasın hayata ilk adımı buradan atmışsın. Bu fırsatı da değerlendir. Hayata buradan başla fabrika yeni sen acemi bir işe bir fikre kafa yor. Burada da güzel yemek yiyebilirsin ama önce bir karar vermelisin verdiğin kararı sevmelisin istemelisin ben usta operatör bilirkişi olacağım demelisin mesela. Çalışma şevkimiz varsa eğer top da elimizde ise maçta doksan dakika henüz gol yemiş de sayılmazsın. Daha henüz yeni tüylenmişsin narinsin toysun vaktinden önce de bu işe girmişsin bu fırsatını da iyi kullan çabuk bir yer edin, kendine çabuk kimse seni yerinden etmeden.
          Bütün yük sorumluluk sende her şey seninle başlar kendi sesinle içindeki seslerle kendi kendine bir hedef seç yemin et o hedefe varmak için başka çıkar yolun da yokmuş gibi
       Yani bu iş hayal etmekten çıkmalı zorlu bir hayat oyununa dönüşmeli. O içindeki bağıran istek o büyük güç seni itmeli senin içini yiyen bir kurda dönüşmeli içindeki olmazlarınla savaşmalı
       Hemen kalk oturma öyleyse kalk durma sevinçle yeni bir şey bulmuş gibi hazır önündeki işine sahip çık artık nereye kadar gidersen sermayede sensin cevher de. Başlamak bir işin yarısıdır demişler,
      Başla


23 Ekim 2017 Pazartesi

BOZUK ÇALIŞANI


                      İKİ BİSKÜVİ ARASINDA
                                                  
                             KOPYALAMA               
          
         ‘’Ne iş yapıyorsun?’’
          ‘’Bisküvi fabrikasında kopyalama yapıyorum.’’
           ‘’Nasıl yani?’’
         Bisküvi hamuru geliyor ben de onu kalıplarda kopyalıyor şekil veriyor çoğaltıyorum. Dünyanın en güzel işi hamura şekil vermek dünyanın gerçeklerinden uzak kalıplar ve sen,  sonra kalıp şekil vermeye başlar iş de düzene girince sende sırtını dayarsın fırının demirine başlarsın bisküviye nameler düzmeye,
         Sen ki şu bağrı yanık Anadolu toprağında    gariplere sahipsizlere saflara sahip, çaresizlere çare işsizlere iş, aşsız evlere aş, sen ki bir sığınak, bir örtü, bir koruyucu, sen yolunu şaşırmışlara yolda kalmışlara yol,  sen bir avuç sevinç, evlere şenlik mutluluk, sen ağızlarda tat damaklarda lezzet, ocakta tüten yakıt, sobada pişen çay, bal kaymak, sen ki bu şehrin üstüne doğmuş bir güneş, çikolata gofret kek hepsi de ayrı bir tat lezzet ayrı bir kokuda
        Ben de bir zamanlar gariptim amma şimdi seni gördüm seni buldum sen de benim üstümü örten battaniyem oldun, üstümü örttün, yalnızlığımı aldın benden, yastığım oldun, bir düzen kurdum kendime senin sayende can yoldaşımı buldum.
        Bir can havliyle bir sevinçle yaşlı bozukçu ayağa fırladı kararlı bir sevinçle kıpır kıpır duran ağzını açtı. ''Yak fırıncı ocağı yak da bisküvi üretelim ve Rabbimize şükredelim''
        Hamura şekil veren bozukçu yedi kalıp modelle bisküviye şekil veriyordu şimdi sekizincisi de geldi. Sabah gün ağarırken vardiye teslim esnasında kalıplar değişir yeni kalıplar takılır. İşte o sıralar fırının bozuk kısmında bir hareketlenme olur. O oturan kişi de yavaşça doğrulur üzerindeki hayalle gelen şükür perdesini kaldırır. Elinde kullandığı küçük demir aletlerle çekiç, anahtar ve levyeyle her biri birbiriyle uyumlu ses çıkartarak kalıp sökülür yeni kalıp takılır. Yalnız farklı tat aynı fırın üstünde farklı kalıp içinde işyerine yayılan ve oradan da sabah rüzgarıyla dışarı çıkan bir kokuyla, o kokuyu duyan hisseden ruhlar suskundur sakindir. Sabahın serinliğinde o insanlar mis gibi kokuyu içlerine çekerler ve o ağzını bıçak açmayanlar dahi birbirleriyle gülümseyerek konuşmaya başlarlar.
        Kendine güvensizlere ezilmiş büzülmüşlere, hayata tutunamamışlara, bir denge de duramamışlara bütün dış görüntünün yararsız olduğunu düşünenlere başlarındaki şeytanı kovanlara ne güzel bir sığınak. İnsan kendisi ile baş başa kaldığında içi boşalmış bir deniz kabuğu gibi karmakarışık bir hayat yaşadığında kendisiyle kavgalı bir hayat yaşadığında yavaş yavaş oluşan büyük boşluk ve onu bir cankurtaran gibi gelip kurtaran yakalayan işi o da artık kendine bir zırh görevi gören işini bırakmıyordu.
           Kendisi bozuğun gürültülü ortamına da alıştı kendisini de dilsiz yaptı. Çünkü kalıpların çıkardığı ezgi onu dinlendiriyor o da büyülenmiş gibi onların izlediği yolu gözlüyor kalıplardan içi boşalmış hamurları topluyordu. Yazın güneşten, kışın soğuktan, yağmurdan, kardan ırak bir yaşam ama artık kendisi de canlı iskelete dönmüş o da yaşlanmıştı. Her şey yıllar öncesine dayanıyordu  yıllar öncesi gelmiş olsaydı bu kapılardan birini çalsaydı ayağının altında toprak kayganlaşmadan yorgunluk ve yaşlılık onun canlı  hücrelerini ondan çalmadan.
           Yine de zararın neresinden dönersen kardır. Sabah iyidir sabah şanstır sabah güzeldir sabah uykudan uyanmak için bir vesiledir. Haydi uyanın.
           Sabah sabah ayak sesleri hızlandı ve çoğaldı. İş başında selamlaşanlar birbirlerinin ellerinden iş teslim alanlar iş bırakan bozukçular, fırıncılar, ocak yakıcılar, ustalar
        Haydi gidelim
        Sabah her yer bisküvi kokuyor.
        Ama dışarıda temiz havada çok daha güzel kokuyor.
        Ama sadece bisküvi kokmuyor canın ne istiyorsa ne görmek istiyorsan o kokuyor isteyene
       Rabbim bu bisküvi kokusuyla birlikte rahmetini yağdır gökten bereket ver bu topraklara buğday başakları ver bol bol ve daha çok fırınlar açılsın ve çalışanların ayak sesleri daha çok çoğalsın.


        İşten ayrılanların yüzünde de bir mutluluk sabahın hoşluğu yüzünde güller açanlar birbirlerini bekleyenler birbirlerini kollarından yakalayanlar birbirlerinin ayak izlerini takip edenler birbirlerinin yolundan gidenler hepsi burada bir araya toplanmışlar aynı servise de doluşmuşlar. 

21 Ekim 2017 Cumartesi

İŞÇİ KENTİ KARAMAN

                                                   
              Karaman küçük bir şehirdi,
             O düz ovaya yayılan bisküvi fabrikaları çoğalınca şehrin adı daha çok dillendi, duyulur oldu. Büyümek, kalabalıklaşma, şehirleşme iyidir. Ortamda çarşı ve pazar yerlerinde bir hareketlilik olur ortamın havası kokusu değişir. Bir yaprak bile kıpırdamayan çarşı da işçi kızlar sürüyle geçse esnafın gözleri açılır, bir bulut gibi geçse esnaf paniğe kapılır yani kızlar ayakta uyuyormuş gibi geçseler dahi ses getirirler. Vallahi işçi kızlar nereye adım atarlarsa ayak basarlarsa ses getirirler.
           Şehirde yavaş yavaş alıştı kızların havasına işçi kızların üzerilerinde taşıdıkları bol bisküvi kokusuna, esnafların ellerinde işçi ellerinin emeklerinin izleri. Parlak ışıklarla döşenmiş İsmet Paşa Caddesi ve iki geniş üstü kapalı sokak, onların sağında solunda da dolambaçlı sokaklar ve şehrin tam göbeğinde Belediye İşhanı tam ortada pembe bir bina ve tüm giyimcilerin toplandığı bir çarşı ve o binanın yanında ve karşısında iki büyük park Türkçe Parkı ve Atatürk Parkı, Eski Belediye Binası taş bina ve ilerisi Aktekke Meydanı. 
         Kentin göbeğin de her yerde küçük küçük dükkanlar giyimciler, telefoncular, simitçiler dürümcüler ve bu dükkanlara hayat veren ve girdikleri dükkanlar karınca gibi kümelenen işçi kızlar. Karaman’ın karıncaları burada binlerce dükkanın birinde bir damar, taksitli satış alışveriş veya indirim yakaladılar mı ayrılmıyorlar o dükkanlardan. O ceplerine doldurdukları paraları bolca döküp saçmadan, o işyeri de onların ellerindeki paraların hepsini tam bitirmeden, ayrılıyorlar tekrar o işyerinden. Eğer ki paralarını tam bitirmiş olsalardı tekrar başka bir işyerine girme imkanları da olmazdı.
          Bu işçi kızların sonu gelmez. Neden? Çünkü Karaman ekonomisini ayakta tutan bitmeyen bisküvi var da ondan. Esnafın yüreğine su serpen esnafı ayağa kaldıran yükselmesini sağlayan esnafların yüreklerinde bir sevinç ve fabrikalara güven eğer öyle olmasa hiç taksitli satışlara girerler miydi? ‘’Taksitli satışlarımız var efendim,’’ diye işçi kızlarımızı dükkanlarına buyur ederler miydi? Onlar da sevinçli, çünkü kızlarımızın kazançlarından kendilerine yeni gelirler elde ediyorlar.
       Fabrikalı kızlar çarşı pazar yerlerinde arkadaşlarını gördükleri vakit de görmemiş gibi de yapmazlar çok sevinçli bir şekilde isimleriyle, üstelik bağırarak çağırırlar.
        Hemen de birbirlerini özlerler görünce de sarılırlar.
       Yalnız değiller yalnız da kalmazlar o köylerinin çoban çocukları, çoban olmayı da seçmemişler gelmişler buralarda seslerini yükselterek kendilerine olan özgüvenleriyle konuşuyorlar. Eğer böyle yüksek sesle konuşmasalar konuşmaları biraz ses tonu düşük olsa sanki kendilerini ezdirecekler yüksek sesle kendilerine verdikleri bir güvenle, köylünün tavrı, şehirlinin tavrı, işçinin tavrı, onun tavrı bunun tavrı ama esnaflar da böyle işyerlerinde umutsuzca fabrikalıları beklerken o işçiden de öyle havalı bir çıkış yüksek bir ses çıkar elbet. Elinde ki en güçlü silah kazancıdır parasıdır çünkü onu da diline vurdu mu böyle de ses çıkartır, tıpkı çobanın elindeki sopayı taşa vurup da koyunları çevirmek için ses çıkardığı gibi.
           İşçi dertli esnaf da dertli.
            İşçi, ’’Kazancım krediye, eşya taksitine ev kirasına faturalara gidiyor eh ucundan biraz kalırsa gidip markette alışveriş yapacağım.’’ Dedi. Giyimciler çarşısından bir tişört bir de pantolon aldı kendine.  Esnaf daha da fazlasını alması için ısrar edince, ‘’Sağol ben de hepsi var,’’ dedi ve geri çevirdi. ‘’Yelek ceket gömlek hepsi var. Ama illaki yok dersen elbet bir gün yok olur olana da şükür gerek Allah’a şükürler olsun ki hepsi var.’’
          Nerelisin? Hangi köylüsün?
         Ne iş yapıyorsun?
         Fabrikada çalışıyorum işçiyim. Hani ölmedik sürünüyoruz derler ya onun gibi sürünüyoruz buralarda köyden geldim. O esnaf da sanki buranın yerlisiymiş gibi konuşuyordu.
          İşçi kız sabah iş çıkışı çarşıyı bir kolaçan etmeyle paralarının suyunu çektiğine üzülüyordu. Kendisi uyku sersemine dönmüş ve gözlerinden de uyku akmaktaydı. Şimdi de kendine başka bir hava vererek bir elinde sigara diğer elinde cep telefonu, telefon çaldırıyordu. Havada akan yel de onun üzerindeki mis gibi bisküvi kokusunu yanından yakınından geçenlerin burun deliklerine getiriyordu. Mis gibi sabah, sabah her yer bisküvi kokuyor.  Şehrin havası değişiyor, çalışanların getirdikleri sıcak paralarla çarşı esnafının göğsü genişliyor.
           İşçi kızlar, sek sek sekerek çarşıya geldikleri gibi gidiyorlar. O omuzları üzerinde zayıf cılız kalmış gövdelerini oynak eklemleriyle taşıtan kızlar onların değişmez döngüsü kapitalist dünyanın dönen çarkı, kızlar bir güneş gibi çarşıyı aydınlatırken bir diğer tarafta da arkasında o kaçtıkları kovaladıkları hayat. Kızların sesi her hanede, her evde hayatın içinde, her birinin bir tane olduğu tanecik birleşince kalabalık, bazılarının kaçmak istediği hayat, bazılarının da tadını çıkarabilecekleri bir hayat.
         Kızlara çalışan kızlara karşı bir şefkat zayıf cılız halleri uyuyan yürekleri tembelliği yenmek adına yararlı ve hayatın üstesinden gelebilmek için kendilerinden kaçan ve tekrar yakalamak için kararlı kalan.
          İnsanın çarşı pazarda işçi kızları gördüler mi kafasında bin bir senaryo canlanır. Hiç olmadığı kadar büyük bir ekonomik sevinç ve değersiz konuşmalar açıkça insanoğlu canı nasıl isterse dili ne tarafa dönerse,
      Kızlar bu sabah ta her sabah olduğu gibi çarşıdan geçti ve daha sonra kayboldular. Ama hala onların kokuları ve dokundukları var şehirde kısık kısık gelen seslerle birinin dediği ötekini geçiyor dilek ve temennilerle,