Fabrikanın
en hanım kızıydı elini kolunu da sallayarak gündüz vakti kocaya kaçtı. Bir
bisküvi işçisiyle oysaki oda bizimle konuştuğu gibi onunla aynı cümleleri de
kullanarak konuşuyordu. Bir başka erkek usta ise oğlanı takdir etti. Eğer bir
kızı olsaymış o da kızını o oğlana verirmiş. Fakat diğerleri kız ve oğlan
hakkında ne düşünüyorlardı? Kendilerini sırlı bir kapalı kutu gibi saklayan bu
iki genç hakkında. Hanım kız
çocukluğundan gelmiş başlamıştı bisküvi toplamaya ekmeğini bisküviden yapıp
lokma lokma koparırken meğer isem hayallerini süsleyen genci de topluyormuş bisküvi
ile birlikle her biri bir lokma bir de hayalinin prensi oluyormuş meğer isem.
Hepimiz için öyle değil mi? Sanırsınız ki bisküvi toplarız oysaki hayallerimizi
orada biriktirir avuçlarımızın içine koyar onları toplarız. Hepimizde de bir
parça hanım kızlık var ve bir parça da hayallerimize ulaşma isteği. Her genç kız
da tıpkı bu hanım kız gibi hayal ve isteklerini avuçlarına yazar ve bisküvi ile
birlikte sarar. Anlayışlı olmamız lazım o derin duyguları bir gün bizimde
yaşayacağımızı umursayarak. Çünkü o hanım kızın bize ihtiyacı var işe ihtiyacı
var. Madem ki bu işyerleri bizim için birer tren ve bizler de bunun
yolcularıyız öyleyse peronda yolcu kalmasın hepsini alalım ve hepsi de sahip çıkalım.
Aktarmasız bütün kızlar bizimdir, bizim değerlerimizdir hanım kızlarımızdır. O
kızlarımız yollarını kaybetmeden şaşırmadan. Ama bazıları da kaderden,
alınyazısından doğanın kanunlarından bahsedecek, onların adına konuşacak. Bunun
da önemi yok.
O hanım kız işten çıktı işten ayrıldı. O
ayrı kendi yoluna gitti. Bizler de onun hayatından çıktık o yoluna biz yolumuza
devam ediyoruz. Hissettiklerimiz
silinmeden, birbirimize karşı acı tatlı duygularımız çünkü her nasılsa acınası
şu dünyada kürkçünün dönüp dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanı çünkü onun
hayatı burada yarım kalmıştı onu tekrarlaması ve tamamlaması gerekiyordu. O
henüz yolunu kaybetmeden bileti de tam kesilmemişken tekrar geliyor işinin
başına hayatı tekrar buradan göğüslüyor. Ayrıca kendisi de işyerinin çok sevilen
küçük hanım işçisidir o
Şimdi ise o
hayat kitabını daha farklı okuyor. Gözlerini hiç kaldırmadan meğer isem
önceleri okuyormuş gibi yapıyormuş. Gözlerini tamamen örtüyor. Eski işçilerden
bazıları hanım kızın yaptığı eylemi kınıyor onu dürüst olmamakla diğer kızlara
da örnek olacağından kınıyorlar. Çünkü kaçmayı kolay bir şey zannedip onun ayak
izini takip etmek isteyen kızlar var. Kız ise düğünde çekilen fotoğrafları
alınan süslü hediyeleri, eşyaları, odalarının resimlerini tek tek arkadaşlarına
gösteriyor. Paylaşıyor. İşte diyor çokbilmiş
eski işçi, ‘’İşyerinde evliliğe normal yollarla değil kaçarak ulaşma isteği,
üstelik kaçmak bulaşıcıdır. Kaçmayı özendirmek ve yaygınlaştırmak bunun
gibilerden doğar üstelik çoğu da evlenmek için değil sadece özendikleri için
kaçar. Kaçan kızların yaşam şekillerini değiştiren şeyi de kendisiyle
gururlanıp gururlu bir iş yapmış gibi de özendirmesi bunu normal sıradan bir
şeymiş gibi göstermesi anlatması. İşte benim aykırılığım bu kıza karşı hanım
kız dememem de bundandır bu kız dürüst davranmamıştır bize ve dahi arkadaşlarına
karşı kandırdı bizleri. İçimden ona karşı dürüst davranmadığına karşı bir de
sevgisizlik var üstelik. Hanım kızın kendisini övgülü gururlu bir şekilde
anlatması ki karşısındaki kızları oturdukları yerde kurtlandıracak onları
kıvrandıracak onun ayak izi sıra onlar da gidecekler ve onlarda her biri kaçıp
kaçıp tekrar buraya gelecekler. O hanım kız ve kızlar bu işte galip gelir bu
hayat trenin üçüncü kompartımanında kendilerine bir yer edinirlerse.’’ Hep
olumsuz mu bakacaksın onların hallerine? Belki de onları kaçmaya zorlayan belki
de onları buraya sığınmaya zorlayan şey burası fabrikalar onlar için hem
öğretmen hem de öğretim görevlisi hem de öğrenci olma görevini üstleniyorsa, ben
de o kızın ayak izinden gideceğim ben de evleneceğim diyenlerle, yanlarında da
o yüce gönüllü eşleriyle ve fabrikalı kızlar ve kadınlarla birlikte. Kızlardan
Safiye’nin Yeter’in veya diğerlerinin her birinin kafatasında birer kurtçuk
çıkmaktansa kızlarımızı burada bu okulda yetiştirmek ve her birini evinin
hanımefendisi yapmak en güzeli. Safiye, ’’Ne var ki benim alınyazımda böyle
olacak. Ben de kaçarak evleneceğim. Ben de çok acılar çekeceğim. Daha
yirmisindeyim öyle de zor görüyorum ki hayat şartlarını ancak evlilik benim kurtuluşum
zaferim olacak. Ama ben kimseyi sevmiyorum şu an ufukta bir sevgili adayı da
yok. Çok da çekingenim üstelik. Bir erkekle konuşurken yüzüm kızarır, sesim
titrer, üstelik aksanım da bozuktur benim, şivem de farklı, üstelik benim babam Dilek’in babası gibi de uysal düşünmez kıtır kıtır doğrar beni. O yüzden ben
kaçarsam…
Şimdi
bisküvi diyarında özgür kendi elimizin ekmeğini kazanıyoruz. Bildik insanlarla kendi
toprağımızın insanlarıyla kızlar öbek öbek bölünmüş makinelerde bisküvi
paketliyoruz. Kurumuş bir dal gibi kalan süzülmüş büzülmüş kızlar da var
yanımda ayrıca birbirine bakışan iki utangaç aşık da var. Ayşe Hasan’a varmak
istiyor. Fabrika koca tren hayat yazgı ne ise hepsi şu bozkırlarda fabrikalarda
tren gibi uzayan fırınların makinelerin üzerinde değişiyor. Sınırlamalar kalın
hat duvarları eskilerden kalma sözler ve bir de boşanmalar oluyor polisler
kadına şiddette kocaları evlerinden kovuyor.
Kızlar sona
doğru yaklaşırken yoruluyor fakat kolları uzuyor benim kollarımda uzuyor
yüreğimizde korkuyla birlikte bir de sevinç kaplıyor.
Karşılaşacağımız
şey ne? Karşılamak için çabaladığımız şey ne? Hangi peronda ineceğiz? Hangi
perona yaklaşıyoruz?
Ben kendimi beni
çağıran işim, benim hamallığım, servislere sürü ile akın eden iş arkadaşlarımla
birlikte kendimi bu işi göğüslemiş bir başaran gibi hissediyorum. Kayıp yıllarım kaybettiklerim oldu fakat içim
sevinçli çünkü bu küçük sarsıntılar sorunlar kayıplar, hayatın her alanında var
küçük şeyler deyip geçeceğimiz. Ötekiler
de benim ayak izimde ben de başkalarının ayak izinde ilerleyip gideceğiz ve bu
tren hiç durmayacak.
O karmaşanın iş ortamın içine girmeden önce de
sonunu da düşünemezsin, ne olacağını da kestiremezsin çünkü olacaklar önceden
tahmin edemezsin. O iş seni kovalarken o gürültülü kalabalık ortamın uğultulu
sesi de kulaklarına dolarken koca bir alanda bir çatı altında su damlası gibi tek
tek her bisküvi de sürekli ve durmadan düşüyorsa avuçlarına. Ve orada yüreklerimizde
birer fırtına çıkıyor kabarıyorsa yüreklerimizde. Daha sonra da ileri ki yıllarda her birimiz bir
diyara salınıyorsak birbirimizden uzaklara fırlatılıyorsak savruluyorsak hayat
değirmeninde öğütülüyor ufalanıyor ve dahi kayboluyorsak. Ben neredeyim? Nerede
kayboldum? Hangi diyara savruldum? Beni bilen gören tanıyanınız var mı? Onu da bilmiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder