GECE VARDİYASI
Tatlı bir
işim var. Ama kiminle arkadaş olunacağını kiminle olunmayacağını bilmiyorum.
Bunu kimse kesin olarak bilemez. Kimin yüzünde maske var kimin ne zaman o
maskeyi kullanacağını ama eskilerin söylediği bir şey de var ele avuca sığan
kişi sağlam olur. Onunla arkadaş olabilir konuşabilir sorunlarını
tartışabilirsin. Gençler kanları daha sıcak ve dilleri de kaypak olur
delikanlılık vardır çünkü düşleri de çoktur üstelik bazıları çürük malzemeden
yapılmış, bazıları elle tutulmaz gözle görülmez bazıları da bulutlar üzerinde
yaşar. Bazıları da anlık şekil renk ve biçim değiştirir her an hata verebilir
bazıları da peygamber gibidir peki benim arkadaşım hangisi? Ben hangisi ile
arkadaşlık kuracağım?
Seni aldatmışlar,
okuma yazmanda yok diye ama aptal değilsin bunu hesaba katmamışlar. Madem ki
söyleyeceklerimi anlayabiliyorsun madem ki safta değilsin iş arkadaşın olan
kişi bunu nereden anlasın? İnsanlar hep
bu kalıpta mı? Hayır. O halde sap ile samanı ayıracaksın, aynı işyerinde de çalışacaksan
eğer bazı şeyleri de normal karşılayacaksın. Bırak onları bildikleri gibi
davransınlar eski alışkın oldukları davranışlarında da kalsınlar şimdiye kadar
bir yol kat edebilmişler mi? Peki bir şey becerebilmişler mi? Hayır. Sadece
kendilerini kandırıyorlar. Bazı şeylere kör ve sağırlar, bildikleri o tek
pencereden görebildikleri kadar, hayata bağırıyorlar bol kavga edip
bağırıyorlar çalışmaya da alışmışlar öyleyse bırak onları orada kendi hallerine
ve sus ayrıl yanlarından.
Ayrıldı o
kişinin yanından ama burada kendine uygun birileri de olmalıydı bulmalıydı
çünkü bu işyerinde çalışacaktı. Buranın pek çok bölümü vardır çeşit çeşit de insan
barındırır her telden insan vardır. Bu bisküvi bölümünün havası güzel neşeli ılık bir
ortam, bir kız göründü karşıdan kibar neşeli ve sarı tenli yüzü de ay gibi
parlak kendisi de hemen yanına koştu çünkü kendisinin de onu görünce gönlü
neşeyle doldu yüzü parladı.
Bu kız tam
kafa dengi diye düşündü. ''İnşallah beyni sululardan değildir.'' Okumuş okumamış olması
da o kadar önemli değil. Sadece gördüklerini yaşadıklarını akıl süzgecinden
geçirmiş süzmüş elemiş mi? O gördükleri yaşadıkları çektiklerini ona ne
kazandırmış? Cesaretini kendine güvenini kaybetmeden yaşam alanını genişletmiş
mi? Hani bazılarının dallı budaklı çözülmez düğüm düğüm olmuş çözülmüyor
çözemiyorum dediği sorunları vardır bunları sorun eder ve acısını yanındaki
arkadaşından çıkartır. Baktı ki bu arkadaşı öyle de değil hemen bir gülüşle bir
tatlı dille çözüveriyor sorunları. Tam bir romantik iletişim modeli. Onun bu iş
hayatında kaybetmesi veya açık vermesi de zordur. Çünkü o çok sevgi dolu
sabırlı ve de çok çalışkandır tabana kuvvet çalışır sırtını da bisküviye
dayamıştır. Bazı çalışanlar paraya taparlar fakat o paraya da tapmıyor çünkü
‘’O çalışma gücünün verdiği değer bisküvinin onda bıraktığı yaşama sevinci o
her şeye değer.’’ Diyor. O öyle ki karnıyla sırtıyla başıyla tüm gövdesini
bisküviye dayamış. Onun yanında kendisi okumuşluğunun ardına saklanmış tüyü
yolunmuş kaz gibi kalakaldı.
Fabrikanın
içinde işletme içinde onun arkadaş çevresi gittikçe çoğalıyor. Bazıları sert hırçın küçümseyen gözlerle
bakıyor çevresine, bazıları sadece havaya bağırıyor, bazıları da sadece havaya
gülüyor, öylesine hava olsun diye ses çıkartıyorlar varlıklarını
hissettiriyorlar.
Ama biz
ikimiz bir fidanın açan gülleri gibiydik. Gökten düşen iki yıldız. Ama
çevresinde başka yıldızlarda vardı onlarla aynı yaşta yetişkin ki gözlerimizdeki
ışıktan birbirimizi tanıyabiliyor seçebiliyorduk. Ne zaman güleceğini ne zaman
isyan edip bağıracağını ne zaman ellerini sallayıp işi bırakacağını
hissedebiliyorduk.
Arkadaşımla yemeğe de birlikte iniyorduk.
O fazla bir şey yemezdi. Hep iştahım yok der masanın ucunda otururdu. Yemek
yemeden tekrar işe koyulurdu. O öyle ki bu gece gözleri donmuş konuşmuyor öfkelenecekmiş
gibi kendi bedeni içinde büzülmüş susmaktaydı. O neşe saçan gülen geceleri gece
kuşu gibi öten kız konuşmuyordu. Derin
bir sessizlik vardı ortamda hani o yıllarca içimizde birikmiş tortu olmuş kimsenin
işitmediği duymadığı ağıtlar biriken sesler, çığlıklar o da kendi vücudu içinde
can çekişiyor gibiydi. Sadece ellerini daha hızlı işletiyor daha sert bisküvilere
dokunuyor göz damarları dahi haşin bakıyor, iç sesinin çıkaramadığı uğultuları
derin derin nefes alıp verirken habersizce yine kendisi çıkartıyordu. Ürpererek
Ne oldu? Diye sordum. O da bana güldü, ‘’Haydi birlikte bir türkü söyleyelim,’’
dedi.
Gece tam
üstümüze uyku basarken, yavaş yavaş ve sessizce içimizden gelen sese göre
tekdüze giden bir hayatı, bizim üzerimizden yapılan hesapları, uzaktan gelen
sesleri, esnemeleri, hiç birini de hesaba katmadan tüm doğallığımızı da
sesimize vererek ağır bir şarkıya yol verdik.’’ Dersini almış da ediyor ezber/
Sürmeli gözleri sürmeyi neyler/ Bu dert beni iflah etmez del eyler/Benim dert
çekmeye dermanım mı var /Aman aman ben yaralandım aman.’’ Ardından bir başka
türkü ‘’Ne ağlarsın benim zülfü siyahım/ Bu da gelir bu da geçer ağlama/Göklere
erişti figanım ahım buda gelir bu da geçer ağlama,’’ insanı kalp dili bir
açılmaya görsün o dolup taşan testi dilinden bir ağıt gibi tane tane dökülür.
Bende o ezgiyi çok sevdiğimden birlikte
söyledik. Birlikte o duygu yoğunluğunda aynı iş üzerinde ikimiz de tek bir el
tek bir yürek gibi o aynı ezgiyi dilimize doladık paylaştık. Dil söyledikçe kalbimiz kabarıyor yumuşuyor,
hafifliyor, dil söyledikçe gözler uyanıyor kulakların pası siliniyor, dil
söyledikçe sessizlik neşeye bürünüyor, dil söyledikçe o kapalı olan gönül
penceresi açılıyor, dil söyledikçe içindeki huzursuzluk kayboluyor gönül
rahatlığına erişiyor. Huzursuzluk ruh sıkıntısı bir de bakmışsınız kaybolmuş
oluyor o vücuttan dışarı çıkmış kaybolmuş.
Her insan çalışır ama nasıl çalışır?
Nasıl kendine zırhlar hazırlar?
Geceleri yüzlerini yıkamak için lavaboya
gidenler bizim öyle bir ihtiyacımız da yoktu uyanmıştık müziğin ritmi ve
ezgisiyle yüzlerimizi yıkamıştık. Sadece yüzümüz gözümüz uykumuz açılmamış
içimizde serinlemişti. İçimizde o korkunç isyan birbirine örülmüş sıkı bağ
olmuş geçit vermez sabırsız bağırtılar bile susmuş içimiz de ki o düşman azgın
şey artık bağırmaz olmuştu.
Birden
bire o arkadaşı tekrar neşeyle bağırdı. Bir bilmecem var çocuklar, acaba nedir?
Nedir? Bisküvi denince akla hemen
elindeki bisküviyi aldı ağzına attı.
Bir
şeylerden kaçmak ve kurtulmak istermiş gibi gece vardiyaları o arkadaşıyla
çalışmak güzeldi.
Geceleri
sessizliğin egemen olduğu vakitler o derin sessizlikte başlangıçta acıklı bir
ses gelir yüreğinden sonra gittikçe sertleşir isyana dönüşür ve sonra yavaş
yavaş ağlamaya hazırlayan sesler içinde duyduğun o derin sancı o doğum anı ağlamanın
vakti gelmiş gibi. Göğsü inip inip
kalkar sinesine bir şeyler vurur.
O acele acele
ellerini işinin üzerinde götürür getirir içinde bir bütün olarak var olan kara
kaplı defter açıldığında o da hep geceleri açılıyordu sanki geceleri onu açmak
için işe geliyordu. Eli de hızlıca acele ediyordu kalp ritminin hızına yetişmek
için de elini işine atıyor, sallıyor, kavrıyor, topluyor kalp ritmi hızlanınca
elini hızlandırması da kolaylaşıyordu. İşi ona daha basit ve çalışılabilir hale
geliyordu. Sanki çalışmıyor sadece ellerini
hareket ettiriyordu. İtiraz, isyan, özgürlük, havaya yayılmış koku ve önündeki
işi o her başını salladıkça ‘’Sen salla başını ben bilirim işimi,’’ diyordu ki
o önünde ki bitmek bilmeyen bitmeyen bisküviler. Bütün kızlar acemiler ustalar
çaresizler acımasızlar yalnızlar yoksullar meraklılar, okumuşlar hepsi de bitmeyen
bisküviyi karşılıyorlar onun önünde mevzi alıyorlar. Hepsinin bir hikayesi var
içinde yarım kalmış bu hikayeler çiçek açıyor bazıları filizleniyor bazıları da
bazı şeylerden kaçmak kurtulmak bir kurtuluş çaresi olarak geliyor bisküviyi
kendilerine siper ediyor. İş ilanları duvarlara asıldığında kızlar birer çiçek
demeti gibi duraklara yayıldığında bu topraklar üzerinde bisküvi nam saldığında
dileyenler geliyor o önlüğü giyiniyor ve kendilerinin efendileri oluyor
kendilerine kral çünkü o iş onlara bir nefes oluyor, ruhlarını açıyor o oduna
kalasa dönmüş bedenlerini beklemedekilerin ruhlarındaki ağırlığı kaldırıyor
hafifliyor o kişi, o iş de onlara bir rüzgar esintisi gibi hafif geliyor. İş
önlüklerini giyiniyor işyerlerinde fabrikalar içinde tek koku tek dokuda fabrika
işçisi, namı altında kayboluyor.
Çalışan kızlar yoruldu parmakları yoruldu
artık çalışmak istemiyordu zaman hızla geçiyor kendince bazı şeylere
yetişemiyordu bazı şeyleri de kaçırıyor. Ama o kız her sabah erkenden servise
yetişiyor akşamları da evine geliyor uykuya dalıyordu.
Gece vardiyaları
ah bu geceler hep bu gece vardiyalarında olur.
Bütün kara bulutlar başına
toplanır. Ellerini üstüne bir iki damla gözyaşı düşer. Aklın başka yerde
elin işte takılı kalmıştır kendi kendine çok sıcak bir ortam yaratmış ve
ortamda dalmıştır sağlı sollu iki kolu da işlerken gözlerinden yanaklarına
düşen iki damla yaş
İşi durutmuyor,
geceyi sürüklüyor onu o içindeki ruhsal ağırlıktan kurtarıyor. Sabaha
yaklaştığının gitme zamanını geldiğini
Gün ışığı
yüzüne vurur vurmaz gözlerini kırpıştırıyor. Gözleri açılıyor. Kendi üzerindeki
ruh elbisene bakıyor kimse bir şey görmedi duymadı o sadece kendi kendine
homurdandı, ağladı her şey kendi ruh duvarları içinde kaldı orada yaşandı ve
orada kaldı o her şeyi içine gömdü. Evine geldi uykuya daldı