31 Ocak 2018 Çarşamba

GÜNDELİK EKMEK KAVGAMIZ

Servis beklemekteyim, nasılda işe kendimizi mahkum ettiğimizi nasıl da boyun eğdiğimizi düşündüm. Önümde de başka fabrikanın kızları yol boyunca uzanıyordu. Bir fiske ile hemen de sallanıverecek, pantolon paçalarıyla yerleri süpüren, ellerinde simitle direğe dikilen, bir köşeye sinen kendi sesiyle yavaşça cep telefonuna yazılar yazan hanımefendileri, evlerinin kaygıları yüzlerine vuran anneleri gördüm. Çocuklarını şimdiden özleyen anneleri doygunluk ve geçim derdiyle bir türlü bırakamadıkları bırakıp da kaçamadıkları işleri o sınırı da bilmek geçim ekmek kavgası bu kavga içinde çok dirençli olmak, eskiden bekarken bilinmezdi çalışmak nedir? Hemen de karşı koyardı bilmezdi ekmek kavgasını, ayağa fırlayıp istediği yere gitmesini de pekala bilirdi. Ama şimdi geçim onun boynuna da binmişti.

        Şimdi hangi durumunu iyileştirmek için işe gidecekti? Yavanlık ve geçim sıkıntısı var iken o hangi halini düzeltmeye gidecekti? Her ay sonunda iki yakasını bir araya getiremiyordu. Eğer ki bir başka şansı da olsaydı başka bir işe doğru da yelken açardı. Kendini yeniler, yeniden başka bir işe de başlardı. Sanki varoluşundan beri gördüğü duyduğu iş bu işti, o da karşısında dikiliyordu. Burada yükselen iş karşısında da kendisi duruyor bazılarının da ulaşamadığı, ‘’Buna da sırtımı dönersem dayanacağım başka bir dal da yok gözlerimi kapatarak koyunlar gibi onlara özgü bir yürüyüşle ben de bu sürüye dahil olacağım.’’ İnce bacakların adım adım yaklaştıkça işyerine bileğin elinde alışmışken işe, bir şeyler de fışkırır içinden insan doğası olan bir şeyler bir amaç belirlersin kendine o amacın ucundan tutar ilerletirsin kendini ve dahi bazı şeylerinde ucundan tutarak hepsini mantık çerçevesinde de karıştırarak ilerletirsin kendini, birine sevgi, birine nefret duyarak, birinden yorgun diğerinden de haz duyarak. Bedenin yorgunken o yağlı bisküvileri eline aldın ruhunda da ıvır zıvır bir sürü şey biriktirmişken şimdi sap ile samanı dahi birbirine karıştırmadan her birini bir diyara savurduğun düşlemelerinle o bisküvi elinde çiçek olur, çaba ve mücadelenin meyvesi olur, savaştığın şey olur ekmek kavgası olur. Parçalama ve birleştirme sana ait gündelik yaptığın bir şey bu gündelik ekmek kavgası gündelik savaş. Yenilirsek amacımıza ulaşamayız dikkat etmek lazım dağınık duran düşüncelerimizi toparlamak bir düzene sokmak lazım ki önümüze yeşil yollar açılsın yollarımızda dans eden ışıklar saçılsın. Ani bir atarlama öfke hali hayır hayır hepsinin üstünü ört. Seni rahatsız eden bütün duyguların düşüncelerin kelimelerinde üstünü ört ve devam et.

29 Ocak 2018 Pazartesi

SOKAK LAMBASI

  Yolları aydınlatan sokak lambaları vardır yollara ışığını verir. Henüz yollarını bulamamış insanlar henüz meyvesini verememiş ağaçlara. Birde yapraklar arasında gizlenmiş meyveler vardır. İşte ben o yapraklar arasına saklanmış meyveyim. Duygu şokundan kaçınmak için eskilerinde yaptığı gibi gizlenerek kendi dairem içinde kalarak, bana bu numarayı yapmayı da ruhuma bedenim öğretti. İç dünyam duygularım eğitilmiş değillerdi. Korkak ve güvensiz. Kötü huylarımı kendime zırh edinmişim nefreti kini öfkeyi kendime böyle de bir zırh dikmişim kendimi böylece de savunarak kışkırtıyordum sizi uzaklaştırıyordum kendimden. Ama şunu da itiraf edeyim ben kendi kendimle doya doya mutluluğu yaşıyordum bu yüzden de katılmıyordum aranıza. Kendi ağacımın yapraklarının gölgeleri arasında sizin uzaklardan gelirken dahi ayak tıkırtılarınızı beni rahatsız ediyor. Üstelik defalarca sizleri uzaklaştırmak için hamleler yapsam da sizler kendinizin özel görmüş özel bir muamele istercesine yanıma sokulmak istersiniz.  Nasıl bir düşünce yapısı nasıl bir özel muamele? Benim topluma karşı nasıl bir tavır aldığımı bilmiyor musunuz? Ben size kendimi ispat edecek sevimli gösterecek değilim siz de bana kendinizi. Üstelik benim bir tek yüzüm var benim ikinci bir yüzüm de yok.

            Damla damla sessizlik çökünce üzerime zihnimde de bir şeyler belirginleşince düşüncelerimin hayali gözlerimin önüne düşüyor. Hep yalnız hep tek ben ve içimdeki ben.  İçindeki sese kulak ver İçindeki sesin yalnızlığını duy. Dalga dalga seni insanlardan uzaklaştıran sese. Orta yaşın hoşnutluğunda mutluluğunda tıka basa yemiş doymuş şükretmiş hayattan dersini almış biri olarak duy dinle.  Yalnızlığın ve kendin olmanın mutluluğunu yaşa. Başkalarının içine karışıp da hayatını mahvetme. Sadece ben ve içimdeki ben sessizliğin ve tekben olabilmenin tortuları damıtılarak içine aksın sızım sızım damla damla çöksün sende birleşsin tek kalsın.

27 Ocak 2018 Cumartesi

BEN VE SİZLER

     Sizler oturmuş masa başında o bisküvileri yiyorken bizler de onları için toplamak için masanın  başında  kümeleniyoruz.  Bizler masanın başında hep kazancımızı hesap ediyoruz hem de aynanın karşısına geçip de yeni kendimize biçtiğimiz kıyafetlerin üzerimizde nasıl durabileceğinin hayallerini kuruyoruz.
        Çalışmaya kendim kara verdim. Hangi mantığın fikrin hangi işin bana uygun olabileceğini dahi düşünmeden. Uçucu kaçıcı biri değilim birazda katıyım üstelik.  Buz gibi su katılmamış sek.  Alev gibi parlayan bir de sivri dilim vardır üstelik birden hızla bir kamçı gibi sırtınıza şaklatabilirim. Ama sonra yangından sonra o yangından kaçan fareler gibi kendimden bile kaçarım. O ruhumda bıraktığım etrafımda bıraktığım enkazı da görmek istemem. Mor halkalar gibi.  Oysa kalplerimizde açan bin bir çiçek sırlarımız bizi uykumuzdan uyandıran iş görmemizi çabuklaştıran aman eller duymasın dediğimiz türden sırlarımız da vardır birbirimize anlatacağımız ama ben sesimi yükseltmedikçe anlaşılabilir olmadıkça ama ben de her ayak tıkırtısından huylanırım mangalda kömür bırakmam kavga için kavgaya zemin oluşturmak için sonra da her yanım yanmış tarumar olmuş tam bir enkaz yığını saklanacak  yerimde  kalmamış nereye gitsem? Gece ortasında havada karanlık, ''Aynanın karşısına geçip geçip kaderime ağladım içip içip gönül sayfamda açık seçik….’’yazanları daha bir dile getirebilsem ama korkuyorum kendimin aynanın dışından görünmesinden görüntülenmesinde korkuyorum.




25 Ocak 2018 Perşembe

AMA BU EKMEK KÜÇÜK

    Ama bu ekmek bu işten kazandığım kazanç çok az ben daha çok kazanmalıyım daha büyük işlere ihtiyacım var benim. Sizin sofranız çok güzel fakat ekmekleriniz küçük ve kırıntılı üstelik bu yüzden genişleyemiyorum, gelişmiyorum ben de dünyaya açılmak gezmek tozmak isterim. Ben gece yatağımda süzülürken yarın ödeyeceğim faturalarımı düşünüyorum. benim büyümeme izin vermeyen faturalarımı ben başka işlere başvurmalıyım. Çocuklarının her ondan istediği talepler karşısında kendisi de irkiliyordu her kafasını şişirdiği talepleri her elini kolunu çekiştirip bir mağazaya vitrine götürme gösterme isteği karşısında o bakışlar ince ince kaş çatışlar bu talepler bile neredeyse tek başına çalışan bir kadını uçurumu kenarına getirmişti. O kadına yardım eden başka hiç kimde de yoktur üstelik eski işkenceciler de vardır sözleriyle dilleriyle onlar ki daha acımasız bir şekilde düşene vurmak gerek yaralıyı daha çok acıtmak kanatmak gerek, her düştüğünde bir tekme de sen vur veya düşmesine göz yum ki paramparça olsun.  Çalışan kadının tamamen inceldiği işinden kopmaya başladığı özünün de kalmadığı bir anda kendini balon gibi şişiren patlamaya hazır olaylar da vardır.

          O güneş ki bir doğar bir batarken o güneş ki karanlığı alır sadece ışığını da verebilir. O kadın onca  yükün altından kalkabilir. Kendini bir solukta dışarı atabilir. Bu ortamdan kaçabilir bunu da yapabilir. Yapanlar var görüyorum biliyorum. Başardılar da öyle de sanıyorum. 

24 Ocak 2018 Çarşamba

DAMLAYA DAMLAYA

 ‘’Damlaya damlaya,’’ dedi arkadaşım. Melek. Sessizlikle, bizler de biçimlenmek şekil almak isterken her bir kazancımızı da o gölün içine düşüyor ve kayboluyor. Hep yalnız hep tek, halka halka, büyümek dalga boyu büyümek uzaklara yayılmak istiyorum oralardan gelen seslerini de duymak. Tıka basa doymuş birinin çıkardığı sesleri çıkarmak oysa ben burada ‘’Damlaya damlaya bitiyorum.’’ Dedi.
        Feride, ‘’İki bakar gözüm kaldı.’’ Dedi.
       ‘’Karda kışta dışarıda kalmış bir kardan adam gibi soğukta servis bekliyoruz burnumuz ellerimiz donuyor, ilk önce yüzümüzün hatları değişiyor. Zamanla yıllar içinde de kendimiz tanınmaz başkaları ile de benzer hale geliyoruz. Belki bunların önemi yok. Evet ekmek yedik bencillik etmeyelim, ellerimiz yozdu törpülendi, dilimiz de keskinleşti. Hatta kendimizi bile beğenmişliğimiz var. ‘’Dedi. Şenay,
         ’’İnsanların ne düşündüğü umurumda bile değil. Yorgunluğumu zayıflığımı çökkün halimi de umursamıyorum yeter ki sevdiklerim gönensinler böyle de düşünüyor seviyorum onları çocuğumun derin derin uykuda iken onu bırakıp gelmek bana acı veriyor. Acaba şimdi şu an uyuyor mudur? Uyanmış mıdır? Onu merak ediyorum.’’ Diye de mırıldandı Nebahat.  Semiha hayallerini bir bir gemi yaptı denize saldı. Karaya mı vurdu? Uçsuz bucaksız denize mi saldı? Umurunda değildi. Dünyanın ona verebileceği hiçbir şeye sıcak bakmıyor öylede söyledi. ''Yeryüzüne tesadüfen atılmış fabrika içinde bir araya gelmiş kızlarız milyarlarca insan içinde nasıl bir hayat sürdüğümüz hiç kimsenin umurunda değil.''
       ‘’Sonra da hepimiz bir sonbahar yaprağı gibi bir bir gün gelip döküleceğiz’’ Dedi. Suna, sanki hiç kuş uçmamış kervan geçmemiş gibi. Sanki hiç servislere doluşup buralara gelmemişiz gibi. Ardından Neşe, şen neşeli kahkahasını patlattı sanki bir mucize olmuş hayat burada şimdi şu an durmuş gibi. Evet ya sanki hep burada bu yaşta kalacak hiç ayrılmayacakmışız gibi öyleyse zamanın geçmesine bizi delip geçmesine izin vermeyelim gürleyelim, hoplayalım, zıplayalım, gülelim, oynayalım tarihin ışıklı şeridi içinde her birimiz kendimizin kraliçeleri olalım.

23 Ocak 2018 Salı

AZIĞIMIZI HAZIRLADIK

    Bisküvinin ışığında azığımız hazırladık hayaller kurduk istek talep ve beklentilerimiz oldu borç verdik borç aldık yeni hayallere yelken açtık açık büfe kahvaltıya gittik. Yatağımızı dolaplarımız evimizin eşyalarını değiştirdik araba aldık. Eskileri hepsini dışarı attık hatta eski zihniyetleri, zihnimizi algılarımızı dahi değiştirdik siyah elbiselerimizi çıkardık mavi önlükler giydik. Kaloriferli  evimiz oldu laminant döşemelerimiz ve her gün gidip de geri döneceğimiz bir de kapımız oldu. O kapıyı bekledik bir de kendimiz güçlü bir silah edindik o iş bize güç verdi. Güçlendik.
        Ya bisküvinin ışığı olmasaydı? İşimiz olmasaydı? Güç ben de olmayacaktı, güçlü kollarımız alma isteme taleplerimiz. Nereye ne zaman varacağımız belli olmayan bir yolculuğa da çıkmış gibi yalpalayıp duracaktık. Zihnimiz de karabasan basacak zihnimizde karıncalar dolaşacak bir türlü kendimizi de kurtaramayacaktık içimizde ki kemiricilerden iş ki çalışmak bizi kendi kendimizle de konuşmaktan fitne fesat dedikodu etmekten kurtardı, o işlere zaman kalmadı. Şimdi konuştuğumuz lafını ettiğimiz konular al, ver, al, koy, kutuyu getir, kutuyu al, palete koy hemen başını çevir kutuya koy
          Neymiş? Bisküvi toplama işiymiş biraz daha başını çevir hep ayakta duran kızları da gör, öyle de ayakta durarak basamak atlayan yüzünü  gözünü bisküviden ayırmayan kızları kendilerine bir amaç edinmişler bırakmıyorlar işin ucunu üstelik çalışırken akıllarının uçlarına geleni dahi söylemeye zaman bulamamış kızlar
        Boş ver şimdi lafları sözleri yürüyüp de yanından geçen kızlara bak salına salına geçen kızlara bak, yalnızca gözleriyle değil zihinleriyle dahi işinin izini süren kızlara bak, her biri de dimdik beklediklerini görmeye sözleşmişler gibi birbirlerine verdikleri elleri ve kendi kendilerine koydukları sınırlamalarla yoksa kalabalık her türlü insan her türde karakterde insan başına ne geleceğini nereden bilebilir? Feleğin sillesi dedikleri şey felek bir tokat atar yoksa nereden geldiğini de bilemezsin önce sevinir sonra üzülürsün belki de bu yüzden ‘’Önce dikkat,’’ tedbir bu yüzden ‘’Eğ başını gör işini,’’ işte o zaman seni acıtan olaylar sana pire ısırığı gibi gelir. Üstelik eskiler büyükler de böyle der. Ne tam kötü ne tam iyi gerektiği ölçüde
        O kapıdan girmişsin bisküvi işçiliği kimliğini edinmişsin o önlüğü giyinmişsin ''Ben böyle değildim sonradan oldum,'' da diyemezsin hala ellerin işte gözlerinde bir birine bir diğerine bakarken sen sanki hiçbir yere de gitmiyormuşsun gibi sanki sen de o eylemleri istemiyormuşsun gibi ama canın nasıl da ister içinde kıpır kıpır
         Hiç kımıldamadan durduğun işin seni yürüten senin de yürüttüğün işin birlikte yürüdüğünüz iş  sen asıl işine kulak ver. Seni sürükleyen işine ve sen de çıkardığı seslere senin geriye ittiklerine ve ileriye ittiklerine ambarda biriktirdiklerine sen bunun tadını çıkar. Bak nasıl geçmişte evinde hantal oturuyor pat pat patavatsızca sesler çıkartıyordun. Bak şimdi nerelerdesin.
          Ama ben de yaşlanıyorum.  Bunu da unutma işin elinde bir güç, ambarın sepetin dolu, eşyaların da yeni arabanda var. Kendi bedenine de henüz ak saçlar düşmeden o kişi de hala işinin başındaydı. Ayakta duruyordu fakat bu kez arkasında sağında solunda konuşulanlara merak etmiyor bakmıyordu, elindeki işine ve zihninden de biriktiği azığına bakıyordu o işi bırakıp şehre evinin yolunu tuttuğunda evine vardığında da anlıyordu ki hayatının en güzel dönemleriydi çalıştığı günler iyi ki de o döneme rast gelmişti, gençliği de girmiş çalışmıştı başkalarının da dediği gibi yok ortalıkta görünmüyor kayboldu gitti gibi sözlerle arada da kaybolmamıştı. 

                                                   

20 Ocak 2018 Cumartesi

FABRİKALAR BULUŞMA YERİMİZ

      Burası buluşma yerimiz şu bacalara bak o bacalardan çıkan koku bu bizim üzerimizdeki koku bizimde oralı olduğumuz kanıtlıyor. On beş yirmi yıl sonra sanki derimiz dahi bisküvi kokar gibi rengimizde biraz solar gibi olacak. Nasıldır orası? Bol bisküvi, çeşidi çikolata, kraker, kek var mıdır orada? Ya da ben de gider çalışırsam başıma orada neler gelebilir? Kimlerle nasıl hangi olaylarla karşılaşabilirim? Telefon kullanmamıza izin veriyorlar mı?  Herkes kendi borusunu mu öttürüyor yoksa her birimiz birinin gong sesiyle mi işe başlıyoruz? Sonra peş peşe işlerimize mi dağılıyoruz? Bak dinle anlatayım: Önce o gür kalabalık kokusu ile birlikte bisküviler fırın makine ve yankılı sesler hep birlikte bir resim gibi çıkar ortaya. Herkes için bir kalem bir de boya herkes kendi resmini boyar. Orası da öyle bir kap ki elini daldıran kabını doldurur her biri de üstü örtülü bir kap bütün hikayeler de o kaplar ve fırının üzerini kaplayan bisküviler içinden çıkar.
         Orada buluşma yerimizde rızkımızın ekmeğimizin başında Esma Vildan, Cevriye, Hayriye çoktan gelmiş olur. Hep birlikte işimizin önünde fırınların önünde az sonra bizde yanlarına katıldığımızda daha farklı bir düzen oluşur başka bir ekip. Şimdi zamanı ziyan etmeden müsrifçe kullanmadan fırından hızla akıp gelen bisküviler zamanı hızlandıracak bizi olduğumuz yerde durduracak. Bu bir baskı boyun eğmek değil. Bu bir düzen elli yıllık bir serüven. Onca yıldır işsizleri kadınları bir mıknatıs gibi kendine çeken bir sistem kadınları birbirlerine yakınlaştıran. Kızlar kadınlar, önceleri birbirlerini görmüyorlardı bile evlerinde dört duvar arasında ama şimdi birbirlerini görüyorlar. Kızlar kadınlar erkekler her biri birbirlerini görüyor ama buluşmak için değil çalışmak için bu da buluşmanın verdiği şok etkiyi yaratmıyor tabi ki bir yabancıymışsın gibi davrananlar da var içlerinde. Şimdi Elif arkasını dönüyor ben de elimi kaldırıp ya da hafifçe gülümseyerek ona selam verirsem o da arkasını dönecek bana gülümseyecek. Küçük küçük kıyım kıyım kıyılmış kadınlar, kızlar kuş gibi çırpınan, tokat yemiş gibi afallayan, iki yana sallanan burada buluşmanın çalışmanın ne demek olduğunu daha henüz anlamayan kızlar kadınlar olacak etrafında her birine birer şok, inan her birine de iyi gelecek derman çok.
         Kenarları pütürlü olanları kaba kenarları dermanları birbirleriyle birleştirmek rahatsız verici ama yavaş yavaş ayaklarımızı birbirine sürüye sürüye ayaklarımızı birbirine vura vura yemeğe giderken veya lavaboya buluşmalarımız daha çok hoş oluyor ve yakınlaşıyoruz. Şimdi burada iş yerinde bizi aydınlatan işimizin üzerinde bisküviden kendimiz bir yeşil yol çizdiğimize göre boş bir alana bakar gibi yani öküzün trene baktığı gibi uzun uzun bakmak yerine bir araya toplanıyor yakınlaşıyoruz.

        Bisküvi toplarken yan yana dururken Havva, o ensiz masanın ucunda ilk önüne gelen bisküvi paketleriyle irkilen daha ortama alışmadan çalışmaya alışmaya, çalışan. Sen olsan ne hissedersin? Kimse sormuyor bile dolaylı veya dolaysız işimizle alışmalarımızda işin zorluğuyla buluşman da eski arkadaşında yanına gelemiyor. O da kendine verilen görevin başında kendi önündeki işiyle baş başa  senden başka da hiç kimse yok ki senin yardımına gelsin, üstelik her birinde de aynı senin yükünden var. Artık hepimiz işçiyiz hepimizin sırtında da bir yük var. Ne yapalım bu yükleri? Taşıyalım mı yoksa bırakalım mı? İşyeri burası hayatımızın zamanımız kullandığımız yer. Berna Nalan, Aydan, Aylin, Handan, Kerime her birimizin boynuna işçi kimliği asıldı ekmeğimiz aşımız bölüp paylaşacağımız pay edeceğimiz elimizi cebimize attığımız zaman çıkaracağımız paralar zamanla da bizimle özdeşleşen kimliğimiz olacaklar. İşçi kimliğimiz. İşçi olduğunu ve bu işi başardığını kanıtlamak için de önüne gelen sıraları paketli malları kusursuzca toplaman gerek. Evet önünde hiç paketli mal kalmamış hepsini toplamışsın bu da senin işi öğrendiğinin yapabileceğinin kanıtı. Havva’da hafif neşeli kendinden emin gürültülü bir kahkaha patlatıyor. Fırından gelen malları da toplayabileceğinin bir kanıtı olarak. Çünkü fırından mal alan kızlar daha çok kendinden emin ve gürültülü sesler çıkartıyor. Şimdi elleri daha hızlı kendinden emin sadece bisküvi ekilmiş bir tarlada ekin toplamak gibi onun üstüne sinen kokusu kızların kuş gibi cıvıltıları bazıları da kendinden geçmiş bir garip kuş misali. Bu mudur işçilik? İşyerinde buluşma çalışma bu mudur? Evet budur dışarıda aylak aylak dolaşmaktansa kah geriden geriye kızları seyretmektense o bisküviye uzanmış bedenlerini gizleyerek evlerine ailelerine bakmakla sorumlu ebedi işçilik. Havva’nın sesi soluğu kesildi uzun yıllar edebi işçiliği düşünemiyordu. İnandıramıyordu kendine uzun yıllar çalışabileceğine bu sınavı verebileceğine. Çalışmaktan geriye ne kalır? Geriye arkadaşının Berna’nın yeşil gözleri armut biçimi Ayla’nın iğneleyici alaycı sözleri,  Handan’ın ağırbaşlı hali yani ortaya koyduğumuz sergilediğimiz davranışlarımız kalır. Bizi buluşturan bir araya toplayarak bizi keskinleştiren bir bıçak gibi her şeyi kesmemize yarayan kimliğimiz kalır.

18 Ocak 2018 Perşembe

KAPIYI ÇARPIP ÇIKANLAR

                                                                       
        HAYATIN KİTABI

      Bakın şimdi de kapıyı çarpıp çıkanlar söyleniyorlar. Sanki dışarıda söylenen şeyler tam umdukları gibi çıkmamış gibi. Hayatın kitabını yarım okumuşlar gibi anlamadan dinlemeden nereye böyle? Şimdi kendileri de konuşmuyorlar sadece dersini almış ediyor ezber misali dinliyorlar, dinlemedeler. Uyanmışlar. Kuşkusuz bu hayat kitabı öyle kolay kolay da okunmaz bazı şeyleri de yaşamak gerekir. Bazı yılların bedenin ruhun zarar görmüş olarak, bazı sayfalarına çamur bulaşmış, bazı sayfalarını yırtıp koparıp atmış olarak, bazı sayfaları solmuş, bazı sayfalar arasında da çiçek yaprağı kurutulmuş olarak. Bu hayat kitabını okuyabilmen içinde hayat tek bir pencereden değil pek çok pencereden pek çok gözle de bakmalı pencerenin dışında kuzeyde biriken yosunları da görmelisin, gece gece içinde biriken çığlıkların sesini de içinde coşkun bir sel gibi akan duygu ve düşüncelerini de yaptıklarını ve yapacaklarını da, hoşlanmadıklarını gösterişleri kıskançlıkları da bir kenara bırakarak,  sadece hedefe kilitlenmelisin. Araya başka şeyler de sokmadan sabırlı da olarak özenle önündeki işine hedefine kilitlemelisin. İster istemez senin yorgun ve narin bedenin ayakların seni alıp ister istemez gereksiz yerlere de götürecek seninle alakası olmayan şeylerin kuru gürültüsü uğultusunu da hissedeceksin. Kendimizin de izin verdiğimiz şeyler aslında, kendimiz olmak istiyorsak vermemeliyiz. Reddetmeliyiz. Gerekli yerde gerekli noktayı koymalıyız. Hayat uzun değil yaşadığımız şeylerin çoğu da saçma sapan ihtiyatlı olmak lazım her kapı açıldığında içeri dalmamak, her gelene de kapıyı açmamak için. Bizi ağlatan pişmanlıklar, içimizde birikmiş tortu, kabuk bağlamış bir yara, çok keskin acımasız bir bıçak yarası gibi içimizde biriktirdiğimiz şeyler hep bu apansız ihtiyatsız açtığımız kapılardan içeri girenler. Sen en iyisi kendi hayat kitabını kendin yaz ve eline bir teşbih al ve salla hayatı teşbih yapmışım de bir fincan da kahve al karşısına geç ve kahveni yudumla.

17 Ocak 2018 Çarşamba

ÇALIŞKANDIK

   Evlerimize kapanıp yatmadık. Karamana bisküvi fabrikalarının açıldığını duyduk gittik ve işe başladık. O günden beri de evlerimiz de varlık çoğaldı yokluk azaldı. Ocaklarımızın dumanları tüttü ilerlediğimizin bir belirtisiydi belki de ayaklarımız bile hızlandı. Belki de arkada kalmamak için akranlarımıza yetişmek için geri kalmamak için bazı şeyleri kaçırmamak ve yetişmek için çünkü ben bazı şeyleri işe başladıktan sonra görmüştüm önceleri görmemiştim. İki odaya bölünmüş sıralı yatakların serildiği bir evde akşam dizilerini seyredip de kendi kendimize yorumlar yapardık. Gözlerimizle gördüğümüz duyduğumuz dünya bu kadardı. Eskilerin yanlarında oturup da eskinin şarkılarını dinliyorduk. Şaşkınlık içinde birbirimiz bakıyorduk öylesine sorular soruyorduk. Öyle ya o iş kapısı şehrimize gelmemiş olsa biz şimdi nerede ne konuşuyor ne dinliyor olacaktık? Acaba ne yapıyor olacaktık? Beş on yıl öncesine gittiğimizde. İşte iş budur kalkınmak çalışmak budur. Görmüş geçirmiş olmak içinde bazı şeylere katlanmak bazı şeylerle de savaşmak gerekir. Evlerimizde dizlerimizi kırıp saklanmaktansa hatta bazen oturduğumuz yerden bile kalkmaya eriniyorken oysa şimdi dört nala tırısa at koşturur gibi çalışıyorduk.  Bizi ayağa kaldıran uyandıran hakkında haberler aldığımız fabrikalar ve fabrikaya giden ve geri dönen kızlardı. Çünkü onlar şehirde ses getiriyorlardı güçlülerdi. Ortada bir geçim derdi ekmek kavgası varsa, evet vardı öyleyse bizlerde o kavgaya katılmalı bizler de işimizle çarpışmalıydık. Demir demirle dövülür. Eğer geçim sıkıntısı yokluk çekiyorsak çalışmalıydık. Buna önce kendimizi de inandırmalıydık.  Sefil ve yoksul yaşayanlara göre görkemli bir iş, serseriler için sırtlarını dayayacakları kimseleri olmayanlar için evlerinde ekmek bekleyen çocukları olanlar için ayrıca hani o evlerinin beceriksizlerine elleri yoz olanlara göre ayrıca toplum tarafından ezik görülenlere göre de görkemli bir iş. Evlerine döndüklerinde elbiselerinde kokan bisküvi onların evlerine getirdikleri sadece koku, çalıştıkları işleri orada kalıyor ve işini verdiği havayı da üzerinde hissettiriyorlardı. Öyle de bir hava veriyorlardı. Ama nasıl görünürlerse görünsünler bu ekmek kavgasına girişmiş varlığı küçümsenmeyen sanayi çarkının en zayıf halkası işçiler ve işçilik vardı. Vücutları bisküvi kokan, dört nala çalışan bazen gök gürültüsü gibi gürleyen, kendi içlerinde ki cenneti veya cehennemi de göstererek parça parça olmuş duyguları ve o bayrağın altında iş önlüğü içinde bağıran hücuma geçen zayıf sıska sanayi çarkının en zayıf halkası işçi kızlar vardı. Bir hamle ile güçlenmiş güçlendirilmiş birbirleriyle de sağlamlaşmışlardı bunu başaran çalışan kızlar ne mutlu, sürüp giden tembelliğin gafletin üzerine bir örtü örten girişimci kızlar. Birbirlerinin ayak izlerine baka baka gün ay yıl sayan kızlar ne mutlu.

15 Ocak 2018 Pazartesi

FLOWPACK HIZLI

  Flowpack makinesi o kadar hızlı çalışıyor işler o kadar hızlı ilerliyordu ki her çalışanın elleri yüzleri birbirine karışmış sesleri yorgunluktan zar zor çıkıyordu paletlerde kutulu mallar yükseldiğinde hemen ardından yeni konulan paletler ve o anda kızların işi nasıl çevirdikleri nasılda döndürdüklerini de görürdünüz. Tabana kuvvet horoz gibi öten biraz daha bağıran gergin öne eğilip çalışan malın önünü tutup aşağıya dökülmesini engelleyen kızlar genellikle kızlar kızlarımıza çok düşüyordu işin içine makine hızı girdiğinde makinenin hızını durdurmak ne de kızlarımızın ellerini durdurmak isteyen bir iş akışı sanki hepimiz bu hız seline kapılmış gidiyorduk.
        Fabrikada işler işte böylede hızlı ilerliyordu. Selda veya Çiğdem bu kızları makinenin beslemesinde gördüğünde seslerini duyduğunda kokularını aldığında operatörün hızla onlara doğru yönelmesi sanki onlar olmazsa olmazmış gibi makinenin hızını sadece o iki kız kesebilirmiş gibi bu bir inanç inanmak güvenmek biraz daha yaşlıca biri veya Günay,  Funda o işi yapmaya talip olsa ustaları hemen o kişileri beslemenin önünden çekiyor diğerlerini yerleştiriyordu. Çünkü gün uzundu sabaha veya akşama kadar aynı işin üzerinde durabilmek iş bitimini de görebilmek gerekti. İş bitiminde sarı renk almış sarkmış kalmış yayılmış kızlar ama yine o bildik o hızın karşında işlerini ilerletiyorlardı. Narin pembe canlar hepsi de yorulmuş durgun durgun bakıyordu.  Makinenin fırının hızına karışan tozlarla kokuyu üzerilerinde taşıyan çamaşır ipinde sallanan çamaşırlar gibi sallanan burnu havaya kalkık gözler makine bisküvinin izinde kızlar. Ne telaş ne kaygı iş hızlı hızlı ilerlerken onlar göre de tıkır tıkır ağır ağır ilerliyordu. Çünkü kızlar ustalaşmıştı. O pastalar ırmaktan akar gibi ilerlerken o kızlar şarkı söylüyorlardı kadınlar ince sesleriyle birbirleriyle konuşuyorlardı gülüşüyorlardı.
        Şimdi söyleyin iş mi onların üstüne egemen? Onlar mı işe egemen? İşçi kızlar da tıpkı eskiler gibi o köprüyü geçmeye çalışırken kılıçlarını kuşanmışlar işi göğüslemeye hazır kalabalıktan güç alarak birbirlerinin ellerine de vurup ses çıkartıyorlardı. Birden bire olan bir şey de değildi. Bisküviyi elinde tutmaya başladığı günden beri gelişen süreç var gücüyle işine de hakim. İşi ile başa çıkmıştı bir günlük de değil her gün çalıştığı rutin işlere dönüşmüş, sararmış yüzünde ince bir ter izi var yorgunluktan ağzı da açılmış, geri geriye döndü ve tekrar arkadaşlarına da gaz vererek ‘’Bugün rekor mal çıkardık.’’ Diye de haykırdı.  Arkadaşları birbirlerinin yüzlerine baktı her biri de sabah sabah yorgunluktan bir yanları çarpılmış gibi halbuki o kızların kilolarını sorarsan elli, boylarını sorarsan bir metre atmış santim bile yoktu. Aslında çalışan ile çalışmayan arasında aç ile tok arasında bunu uzatabiliriz yaşamın her zıtlığında gidiş gelişleri arasındaki mesafeyi yeter ki sen çalışmaya azmet, ne boyun ne kilonun bir önemi yoktu.  



11 Ocak 2018 Perşembe

ÇALIŞANLAR DA TIKANDI

        Çalışmayanlar kendini durdurup bekletenler tıkanmış gibiydiler. Onları da işe göndermek her birini de fabrikanın işçi ordusunun bir neferi yapmak ve birbirlerinin ellerinde bisküviden köprüler yapmak ve yine birbirlerinin ellerinden tutarak karşıya geçirmek. Burada çalışan insanlar hepsi bir amaç için çalışıyordu bu amaç için birbirlerine el veriyorlar ve o köprüyü sağlamlaştırıyorlardı. Orada işi görünce o işin de kokusunu alınca önceleri boş boş oturuyorlardı boşlukta can sıkıntısından çılgına dönüyorlardı. Karşı koydukları şey sadece can sıkıntısı. Şimdi can sıkıntısına da karşı koydukları yok  kendilerini ileriye doğru süren ilerleten işleri sırtlarına binen yükü sorumluluklarını verdiği ağırlığı bile görmüyorlar gibi gözleri işlerini  takip ediyor elleri de öyle, öfkeli de değiller saldırmıyorlar da gayet sakin bir şekilde kadın erkek karışık hep birlikte bir işin ucundan tutan çocuklar gibi bazen tek başlarına bazen de koro halinde şarkılar da söylüyorlar, ilahiler mırıldanıyorlar o bitmeyen bisküvi toplamama bitirmemek adına ve kendi yollarının da sonunu görmek adına  o sona yaklaşmaya çalışıyorlar birbirlerinin önlerindeki işi alarak dönüşümlü de çalışarak birbirlerini  ileri doğru ilerletiyorlar.
        Büyüklerini en son ne zaman ziyarete gittiler hatırlamıyorlar bile dışarı gün yüzü görmeden buralarda tek tip yol üzerinde gidip geliyorlar sanki tek bir beden ya da ruh adı her neyse kendilerini otomatik bir zamana takılı yapan çekip çeviren onları sıradaki işlerine yollayan. Gececiler gündüzleri yataklarında dinleniyorlar gece olunca da tekrar hareketleniyorlar işe geliyorlar. Bu bisküvi bu şehirde var olduğu sürece gececiler gündüzcüler sözünü hep duyacağız. Sizi gündüz sokağın gürültüsü uyandırabilir veya üst kattaki çocukların gürültüsü senin gececi olduğunu fark ettiği an da komşun özür dilemeye gelebilir. Siz olsanız ne yapardınız kutu kutu evler üst üste binmiş onu o eve oturduğunda gece işine gitmeyeceğinize veya gürültü çıkartmayacağınıza dair bir vaadiniz bulunmuş muydunuz? Hayır. Ama bazıları da vardır o sesleri duymazlar görmezden gelirler onlar hala köprüye takılı kalmışlardır o köprüyü geçene dek başka bir düşünceleri de yoktur siz asıl onları o zaman göreceksiniz. Bir daha ki sefere sizinle komşuluk ilişkilerini nasıl değerlendireceğini.  Onları unutun ufak tefek şeylerdi diye unutun onları siz asıl önünüze taş koyanları size set vuranları unutmayın. Çünkü Allah’ın mizanı var o her şeyi tartar ölçer koyar. Senin yaptığın işi küçümseyenler beğenmeyenler seni yolundan ala koyanlara karşı onlar ki ileri çalışan gücü emeğin ve alın terinin  kazandığı helal kazanç karşısında ezilir.

O yarın da gelecek.

10 Ocak 2018 Çarşamba

KOMŞULUK

          KADININ ADI YOK

     Emine üst komşularının kapısını tıklatıyor, kapıda kaldığının anahtarını kaybettiğini söylüyor. Hiç tanışmadığı komşusuna, komşusu evine davet ediyor, sabah servis beklerken kendisini durakta gördüğünü söylüyor altlı üstlü oturuyorlar fakat Emine çalıştığı için komşuluk ilişkisi yok. Çaresiz kalınca başı sıkışınca komşusunun ziline bastı. Bu cesareti göstermese kocası gelene kadar karanlıkta dışarıda kalacak. Emine komşuluk ilişkilerinin nasıl işlemesi konusunda fazla kafa yormuyor. Fabrikadan başka bir hayat düşünemiyor kurduğu düzen iş temposu ona yetiyor, arada bir canı batırık istese bu isteğini işyerindeki sıkı dostluk ilişkileri içindeki arkadaş gruplarının toplantılarına katılarak gideriyor. Emine on altı yıldır çalışıyor vücudu gibi beyni de yoruldu anahtarı nerede unuttu hatırlamıyor. Komşusu çocuklarını soruyor çocuklarına annesi ile kız kardeşinin baktığını söylüyor. Komşusu, ‘’Oturmaya da gel,’’ Emine, ‘’Çalışıyorum gelemem,’’ diyor. Diğer günler de iş dönüşü birbirlerine el sallayıp selam veriyorlar. Emine’nin yüzü solgun ve uykusuz, işi ona yetiyor, komşudan bir arkadaşa ihtiyacı yok, ‘’Bir fabrikada çalış, dön komşunun gönlüne göre çalış çok yorucu,’’ diyor. Emine’nin evi işyerine yakın fabrikayı kendisine hapishane gibi görüyor sabah bir giriyor akşam karanlıkta çıkıyor. Aradan geçen yıllar onu böyle konuşturuyor. Emine’nin kendine güveni arttı düzgün sıralanmış bisküvileri kazana alabiliyor fabrikanın üretiminde söz sahibi olmuş işçiler arasında da seviliyor örnek kadın işçi olarak gösteriliyor. Evliliklerine yabancılaşan kadınlar gibi mutsuzlukla kuşatılmış bir evlilik düzeninde dahi  o evliliğini yürütebilmenin çarelerini aradı. Yalnız Emine'nin tuhaf bir tarafı vardı bu nedenle erkekler Emine’yi birbirlerine işaret ediyor onu makaraya dolamak dişleri arasında sıkıştırdıkları kelimelerle Emine ile gevezelik etmek için onu konuşturuyorlardı. Emine de bazen tatlı tatlı sohbetini yapar onların gönüllerindeki yerlerinden habersiz, bazen de sözleriyle ezer geçerdi.

9 Ocak 2018 Salı

YILLAR ÖNCE

    Küçük yürekli çocuklar ayarsız giden bir çocukluk çağında koşarlarken düşerlerken yapa yalnız duygularla ve hayallerine de sırtlarını dönerek ayarsız giden geçimlerine ve gidişata bir dur demek için bisküvi toplamaya gönderildiler. Aynı mahalleden üç beş küçük kız çocuğu, yan yana evlerindeki ocağa çıra olmaya o ateşi tutuşturmaya rızalı imiş gibi gönderilen küçük kızlar,
        Yapayalnızken.
        İşte o kendine güvensiz kız işyerinde takım ruhu ile çalıştığı arkadaşları arasında  kendine güveni kazanmış işini de öğrenmişti. Önce servislere doluşuyorduk sonra bir binanın  içine doluşuyorduk. Bisküvi toplamaya gidiyorduk. Üzgün ve kederli değil sevinçle gidiyorduk. Bir makinenin kızları grup halinde Selma, Ayşe, Fadime, Sevim Gülhan ve ben bir gün önce işsizken garip iken şimdi aynı yolda aynı işte ve kendime güvenle aynı yolun yolcularıyız. Altı kız çalışma ve para kazanmaya ailelerimize yardıma ant içmiş kendilerine olan güven ve inançla bisküvi yollarındayız.  
        Fabrikaya girmeden önce param yoktu pulum yoktu. Çalıştım bir ay boyunca da yoktu. Bir ay sonra ama olacaktı.  İşe gitmek için herkes için bir zaman vardır. Bizim yaşımız küçük fakat işe gitmek için zamanı gelmişti. İşe gitmemiz gerekiyordu bu ailelerimizin verdiği bir karardı.
       Belki evin en büyük çocuğu olduğum için bedel ödüyordum belki de fakirliğin bedelini bana ödetiyorlardı. Bir de neden ben? Neden? Diye sorsaydım üstüne bir de azar işitirdim, o yüzden sormadım. Gitmem işe gitmem gerekti gittim. On üç yaşımı bile sorgulamadan gittim. 
        On üç yaş yeterli mi çalışmak için yeterliymiş. Sormak bile anlamsızmış.
       Sen de servise bin ve işe git ve çikolata bisküvi yemenin tadını çıkar. O coşkuyla ne var bisküvi fabrikaları hemen şuracıkta yanı başımızda


8 Ocak 2018 Pazartesi

SEN ŞİMDİDEN GELECEĞİNİ GÖREMEZSİN

   Şimdilik seni rahatsız eden yok. Sesini çıkaran yok. Ama arada bir birilerinin sana sopasını göstermesi lazım. Hep uyuyorsun. Neden? Bu kadar çok şey olurken hayatta görülecek bunca şey de varken oysa sen uyuyorsun. Eskiden hayat sıkıcıydı hepimiz uykudaydık Aptalca gaflet halinde babalarımızın koyduğu adla kalır, onların bize bıraktığı evler de yaşardık. Annelerimiz de iki yaşına kadar çocuklarını emzirir onlara bakarlardı.  Genç kızlar dört duvar arasında büyür sonra oğlan anneleri oğullarına uygun kızlara bakarlardı.  Belki de zamanı gelince annenin kaderi kızına çeyiz olacaktı. Belki de annesinin gelinliğini giyinen kızlar onlarla evlenecek annesinin bebeklikten hazırladığı çeyiz sandığındakiler yetmiş iki parça yemek takımı, dantel vitrin takımı örtüleriyle, kendisine yeni evini düzecekti. Kim bilir yine hiç yerinden kımıldamamak üzere oraya yerleşecek çocukları olacak onları besleyip yıkayıp büyütecek sonra sessizce ölüp gidecekti. Bu ne şimdi gaflet uyuklama hali değil mi? Ama şimdi kendi gözlerimizle görüyoruz her şeyi gözlerimizde açıldı. Şimdi pek çoğumuzun da durumları iyi eskisi gibi bulaşık, çamaşır yıka soba yak derdi de yok, pek çoğu bunları kaygılanmıyor bile. Çünkü pek çoğunun evinde makineler var ve yine pek çoğunun kaygılanmasına da gerek kalmadı, çünkü hazır onların önlerine iş de geldi. Yerli malı kendi şehirlerinde kurulan fabrikalar yine hiç kımıldamadan kendi evlerinde kapı önlerinden servisler alıp götürüyor onları.  Yerli üretim halis muhlis bisküvi üretiyorlar. Onlar da bütün gün ve gece fabrika yollarında ayak tepiyor.  Pek çok ev kadını da bu işlere girip çalışmak için can atıyor çocukları yedirmek giydirmek yıkamak için lazım olan şeyleri de alabilmek için o tembellik gaflet hırkasını üzerilerinden çıkarmak kendilerince bir şeyler değiştirmek zamanı hızlandırmak için. Gelecek kaygıları, çünkü kendileri gibi vasıfsızlar fabrikalara girip çalışanlar ilerliyor kendilerine güzel günler hazırlamak adına çalışan kadınların oluşturdukları gruplar. Kadınların oturuşları kalkışları konuşmaları bile değişiyor. Ayrıca yalnız da değiller orada hep birlikte uykusuz da kalsan uyusan da bu yüzden yapman gereken şey bu ekmek savaşında girip çalışmak ve arada bir çocuğuna ekim yapmak, çocuğuna da sopayı göstermek (sopa derken onun her ihtiyacını karşılaman yerine sınırlamalar getirmek, ölçüler koymak) ekmek kazanmanın mücadelenin var olduğunu beynine sokmak, yoksa oturduğun yattığın yerde bir tas tuzlu çorbanın da dahi önüne gelmeyeceğini anlatman gerek.  O çocuğun ki ileride sana hak verecektir. Teşekkür edecektir. Senden ona kendisine daha iyi bir gelecek hazırlaması için bir nasihattir bu bazen sopayı göstermek. Bak şimdi onlarda işe gittiler o tembel çalışmayan uyuklayan gençler, yarın erkenden kalkabilmesi ve yola çıkması için şimdi sadece erkenden uyuması gerek. Şimdi de ‘’Senin gidip yatsan iyi olur.’’ Demen gerek. İki nesil arasındaki mesafe gittikçe daralıyordu.

        Sen çalışmıyor musun? Ben çalışıyorum bilmiyor musun?

5 Ocak 2018 Cuma

NE KADAR GURURLUYUZ

      ŞERİFE *FATMA                 Hazır önümüzde çalışacağımız ve kendimizi gösterebileceğimiz bir iş varken. Üstelik makinenin başında beşimiz de genciz daha yirmi beşinde bile değiliz. Dışarıda hava güzelmiş mevsim kışmış yağmur çiseliyormuş kadınlar kızlar dışarıda dolaşıyorlarmış, onlar ise hızla önlerine gelen bisküvilere saldırıyorlar, fırının hızına yetişmeye çalışıyorlar. Gençliğin tereddütlerinden belirsizliğinden ve şaşkıncılığından da sıyrılmış olarak doğruca önlerinden akıp giden bisküvilere bakıyorlar. Onları bekleyen makineler bisküviler ve paletlere. Ellerimiz tetikte hazırlıklıyız her boş palet yanaştığında her makinenin bıçağı ağzını açıp kapadığında o bıçak ki çok hızlı bir şekilde ağzını açıp kapatıyor. Her yer hız ve sağlam ayağını yere basan kızlarla dolu. Hepimiz de güzel çalışkan kızlarız ve hepimizin de alnına bu iş yazılmış gibi toplama da ben beslemede Şerife onun yanındaki Fatma tenlerimiz dahi birbirine yakın sıkı fıkı arkadaşız. Farklılıklarımız da var tabi ki o kesin ve keskin bir bıçak gibi bizi birbirimizden ayıran mesela sarı olan Şerife gevrek gevrek güler sarı suratlı elinde de sanırsın ki bisküvi değil küçük küçük ekmek dilimleri taşır öyle de hürmet gösterir elindeki nimete, onun yanındaki Fatma süslü sürmeli onun da üstü örtülü sırları vardır. O beyaz yüzü ve beyaz teni içinde ama her ikisinin de elleri yan yana duruyor bekliyor kıvrım kıvrım akan bisküviler her birinin aralarını da kapatmaya hazır olan işlerinin önünde. 
         Hazır bekliyoruz gelecek günleri gelecek güzel günleri daha güzel günler de gelecek biliyoruz. Her kıştan sonra gelen bahar mevsimi gibi yaz günleri gibi burada iyice soğuğunu almış demlenmiş olarak  stoğumuzda biriktirdiklerimizle kendimize yetiştirdiğimiz meyvelerimizle daha sonra o biriktirdiklerimizle  meyveler toplayacağız. Şimdi meyve yetiştirme biriktirme derdindeyiz. Fırının üzeri sarı sarı yuvarlak bisküvilerle dolu ben onlara ‘’gel,’’ diyorum onlar da bana doğru geliyor.
          Önlüğümüz mavi üzerimiz kolonya kokulu anıtkabir nöbetindeki askerler gibi dimdik işimizin başında ayaküstü nöbetteyiz.
          Bisküvini o güzel kokusunu her yerde her gittiğimiz yere üzerimizde taşıyoruz.
          Daha önümüzde çok uzun bir zaman var dışarıdayız sokaklardayız genciz de, ne yapalım? Diye Şerife sağına soluna bakınarak bana sorduğunda, İsmet Paşa da dolaşalım mı? Biraz temiz hava ve belki kendimiz bir pantolon bakabiliriz. Belki terziye gider önlüğümüzün daralttırabiliriz. Ya da evde kalıp yağmur damlalarının cama vuruşunu seyredebiliriz ya da birlikte batırık yapabiliriz. Hiç kitap okumak kendimiz geliştirmek aklımıza gelmiyor. Durup durup işyerinde yaşadıklarımız birbirimize anlatırken patlattığımız kahkahalar her birimizin bisküviden kendimize taktığımız takıştırdığımız süslediğimiz şeyler takılar eşyalar süslemeler.  Sanki zincirle bağlanmış gibi birbirimize bağlı gizli birlikteliğimiz. Sen sor mesele servis kaçta gelecek sen sormadan onun da dilinin ucunda ağzındaki bakla ayrıca senin serviste yer aramana bile gerek yok o arkadaşın önceden binmiş ve senin yerini ayırtmış bile
        Fatma ‘in aklı hala post makinasına taktığı ve çıkardığı kredi kartında bu günkü yaptığı alışverişlerinde harcamalarında çünkü o da bu gün düğün alışverişi yaptı onun da düğünü yakın.
        Ne tuhaf bize bir şeyler olmuş, her birimiz şeker tabağında misafire sunulan şekerler gibi öbekler halinde iken armudun çöpü üzümün sapı derken her biri işyerinde bir başka yüzde bize bir şeyler olmuş.
         Onları daha önce böyle görmemiştim. Şimdi her şey donuklaştı, her şey sabit.  Fatma evlenecek ama evlenmeleri ertelenmiş, geriye dönülmeyecek bir şeyler olmuş.  Şerife’nin boynundaki yük iki kat daha artırılmış. Artık daha özgürce birlikte takılıp gezemeyeceğiz. Bize bir şeyler olmuş
         Ama sadece işimiz bizim aramızdaki bağı zincirleri koparmamıza engel, o evlerimizde yeni düzenimizde yüklerimiz ağırlaşmadan, kendimiz de yeni bir hayata başlamadan önce nasıl sabitlendiysek buraya aynen öyle devam ettireceğiz. Bu mengenin içine nasıl sıkıştıysak nasıl sıkıştırıldıysak öylede sıkılaşıp sağlamlaşacağız.


4 Ocak 2018 Perşembe

ÇİÇEKLER AÇIYOR

     Kızların gönüllerin de çiçekler açıyor kalpleri ferahlıyor. Üzerlerindeki baskı yok oluyor kayboluyor. Bütün engelleri kaldıran onlara çalışma şevki gücü veren işleri, işyerleri. Bir karabasan bir kaos gibi önleri karanlıktı önlerini göremiyorlardı hayatlarına bu işyerleri bir düzen getirdi. Kendileri de bıçak gibi keskinleşti. Giyimleri tek tip olmuş tek tip iş kıyafeti. Saçlarını eskisi gibi gösteremiyor kızlar fakat kendilerinde bir güven var kendilerini beğenmişliklerinden de değil bir hava var üzerilerinde Terbiyeli bir hava sadece kendilerini göstermek ‘’Ben de varım buradayım,’’ demek için çünkü kızlar geçmişlerine gelenekleri de bağlılar. Onlar sadece oyunun bir parçası, çalışma oyunun, onlar hayatın da bir parçası arkadaşı nasıl davranıyorsa kendisi de öyle davranıyor. O sakız çiğniyorsa o da çiğniyor o cep telefonunda selfi çekiyor yediğini içtiğini gezdiği yerleri facede paylaşıyorsa o da paylaşıyor. Ama davranışta her benzetme de aynı izi taşımıyor bazıları beceremiyorlar çok gösteriş ve özentili davrandıklarını hissettiriyorlar.
         İşçi kızlar iş arkadaşlarıyla dışarıda da bir araya geliyorlar. Her biri birbirinin yansıması şeklinde benim en sevdiğim arkadaşım Meryem onunla sokağa çıktığımda kendimi taçlandırıyorum. Bu buluşma, çünkü işyerlerinde bizler birbirlerine saldırırken, iş bize saldırırken şimdi dışarıda sanki hiç o işleri bizler görmemiş hiç çavuşun veya amirin azarını işitmemiş gibi havalı, kendimizle barışık, ağırbaşlı ve güvenli görünüyoruz. Gençliğin verdiği bir hevesle her ikimiz de uçmaya kanatlanmaya istekli her ikimiz de aynı şarkıyı söylerken aslında her birimizde kendimize özgü kendi şarkısını söyleyen sesler çıkartıyoruz. Yine gençliğe özgü acımasız ve vahşi bencilce isteklerimizle hayattan beklentilerimizle kendimizi çatlatana kadar bağrımızda ne varsa salına salına döktürüyoruz farkına bile varmadığımız o ayak seslerimizle.
        Meryem nişanlandı. O makinenin başında nişanlısından, yatak odası döşemelerinden, tüylü simli parlak gece elbiselerinden bahsetmeye başladı.  Her genç kızın rüyası hayata yeni atılmış acemi çaylakların pek çok sevdiği özendiği ve başkalarının anlatımlarıyla deneyimleriyle de kendi hayallerini süslediği şarkılar. Olsun yine de biz iki arkadaşız bir araya geldiğimiz aynı ortamlarda farklı şeylere de ilgi duyabileceğimizi ve konuşabileceğimizi de ispatlıyoruz. Farklı şeylere ilgi duymak ve konuşmak bitmeyen zaman dilimi içinde, bitmeyen bisküvi önünde, o gidiş gelişlerin içinde zamanı dağıtıp, bizi rahatsız eden, kapatan, hapis eden, o kalın duvarlarla örülü büyük evin içinde. Sürekli açık tuttuğumuz gönül kapılarını, bizi çeşitli kışkırtmalarla baştan çıkarmaya çalıştığı özgüvenimizi aşağılayıp yaralayan sorumlularla, kendi iç dünyamıza kendi gönlümüz içine sokulurken burada yan yana otururken,  yan yana bisküvi toplarken birbirimizi seviyor ve birbirimizden duymak istediğimiz sözcükleri birbirimize fısıldıyoruz. Haydi sizde yanı başınızda oturan iş arkadaşınızla kendinizi içinizde bulunduğunuz karanlıktan aydınlığa çıkarın. Haydi gelin hiç esirgemeden birbirinize gücünüzü verin ellerinizi birbirinize ve aklınızda ne varsa söyleyin birbirinize yalnızlığınıza olan hazırlığınız bitsin, gizli saklı ne varsa kaçamak günler yapılan itiraflar coşkulu neşeli anlar. Sımsıkı sarılmış yumaklar gibi iplikler çekin birbirinizden anılarımızı hatırlatın anlatın. Dünü bu günü geleceği,
       Bu köprünün altından ne sular geçti. O köprüyü geçtikten sonra işin üzerimizdeki ağırlığı kalktıktan sonra sanki etimiz dahi değişmiş gibi bambaşka bir kılıfta bambaşka bir elbise içinde. Balkonda asılı havalanan önlükler arasında rüzgarın dahi getirdiği kokular. Öncelerinin mutfak işçisi şimdi evinin hanımefendisi kendini büyütmüş bir aslan edasıyla ellerim de bir yığın gümüş artık ellerime de üflemiyorum bak bir üst kata çıkıyorum bak sen de isyancı olma o ağacın altında o ağaç sayesinde ben şimdi ellerimi yukarı kaldırıyorum daldan meyveler topluyorum. Güneşin ısıttığı taşlara oturuyorum mavi gökyüzünü bazen denizi seyrediyorum. Geçmişin anılarının aklıma gelenleriyle hafızamın süpürüp getirdikleriyle bir masanın ucunda yazılar yazıyorum sizlerle paylaşıyorum.
            Seni seviyorum Meryem



3 Ocak 2018 Çarşamba

ARKADAŞLARIM


NURCAN UMUTCAN ŞEFİKA FADİME
      Arkadaşlarım birinin adı Gülhanım diğerlerinin ki Şükran, Züleyha, Huriye hepsini de burada  tanıdım. Bu büyük kalabalığın içinde. İyi günde kötü günde kar da kışta onlar da tıpkı benim gibi bisküvi fabrikasına çalışmaya geliyorlardı. Gerçekten bu fabrikalar bizim için kurulmuştu. Bütün şehir akın etmiş komşu köylerden ilçelerden bile iş için gelmiş. Büyük bir işsizlik var yokluk var geçim derdi var kadınlar var güçleriyle canlarına dişlerine takıp çocuklarını dahi evlerine kapatıp çalışmaya gelmişler. Her şey ekmek için yaşam kalitelerini biraz yükseltmek için.
          İşçi kızlar arasında at gibi çalışan, it gibi saldıran, kuş gibi şakıyan, boyu bir metre olan, iki metreyi de bulan kızlarla, şişman olup ağır adım atan, çelimsiz olup keklik gibi seken ve resimlerdeki kadar güzel hatta güzeller güzeli kızlar da vardı. Çok şaşkın heyecanlı ve sevinçli hepsine tek tek göz gezdirdim çünkü ben de onların içinde çalışacaktım. Çavuş beni bir işçi kızın yanına verdi. Kızın peşine düştüm ayaklarımla ve gözlerimle onu takip ettim. Bir diğer taraftan da kakaolu kremalı bisküvi yiyordum doymak bilmiyordum. Kendi kendime ‘’Tam kaynağına düştün ye yiyebildiğin kadar utanma sıkılma açlıkta da çekme üstelik bedava da,’’ diyordum. ‘’İşte gerçek bisküvi gömül içine burnunu batıra batıra koklaya koklaya ye.’’ Takip ettiğim kız durdu bir boş kazan aldı arabaya attı bir daha, bir daha biraz karton kutu, birkaç koli bandı, hepsini araba ile itekledi, kaldırdı yük asansörüne bindirdi ki o güzel dediğim kızlardan birisiydi yelkovan gibi de sallanıyordu.  Hemen ani hamle ile kendisini sıçrattı o sıçrayışla merdivenlerden ve dahi asansörün çıkış kapısında kendisini buldu. Tekrar bir sıçrayışla arabanın kollarını kavradı ve ön tekerleklerini kaldırdı. İşte o zaman en basit bir iş için bile idman yapmam gerektiği hızlı ve atik olmam gerektiğini anladım. Kız hiç konuşmadan hızla arabayı sürdü. Bu ara işlerinde fazla söz istemez göz el ve ayaklar konuşur. Neyse fırının kuyruk kısmına vardık kız bir itişle arabadakileri indirdi. Bisküvi toplayıcılarının yanına kadar geldik. Orta yaşlı iki kadın oturmuş hızlı hızlı kutu naylonluyor koca fırına naylonlu kutu yetiştirmek için tırnaklarıyla elleriyle canla başla çalışıyorlar. Ben de onların önlerine kadar kutu çektim getirdim. Ben her önlerine daha yakın getirdikçe kadınlar neşeleniyor canlanıyor bana da gülümsüyorlardı kıza da aynı şeyleri söyledi fakat o kız aldırmadı çünkü kız o sırada ikinci partiyi getirmek için hazırlanıyordu.
              Fırından bisküviler geldi kızlar topladı, kutulara doldurdu, gramajları tartıldı bantlandı etiketlendi paletlere istif edildi.
          Kızlar ara sıra kafalarını kaldırıp fırının çıkışına bakıyorlar tekrar bisküvi toplamak için davranıyorlardı. Ben de o kızla tekrar yola koyuldum otuz tur belki ama Allah var kız hiç bana mısın demedi hiç halinden şikayet etmedi ama o kız hafta sonunda da işten ayrıldı. Bir sabah ‘’Ben yarın işe gelmeyeceğim,’’ dedi ve gelmedi. Bir ay o kız yoktu bir ay sonunda özgürlüğüne doymuş olmalı ki tekrar geldi işe başladı.  Benimle bu kez konuşmaya başladı ‘’Kurban olurum işime gittim denedim gördüm. Sen sahip çık işine üstelik evdekiler senden para bekler seni düşünen mi var?’’ Onunla arkadaşlığımız o zaman başladı Adı Nurcan ondan sonra da Umutcan ve Züleyha’yı buldum. Hepsi de bana benzeyen kadınlar. Hepsi de ailelerinin yük trenleri. Hepsini de çaresizlik vurmuş sırtlarını bisküviye dayamışlar.  Çaresizler zavallılar hepsi de kavun karpuz gibi sırtlarını birbirine dayamışlar dağ gibi yığılmışlar. Eğil bir tanesine hal hatır sor bin ah işitirsin yaramı deşme der gibi de bir ses işitirdin. Üstelik yaralı olduklarından zannederdin ki suratlarından düşen bin parça ama öyle değildi işte gülüyorlardı. Çünkü burada öyle kavun karpuz gibi dışları güzel içleri sulu ağıtlarla dolu kızlar, kadınlar çoktu. Sergi gibi serilmişler istediğini aç bak binlerce kavun karpuz seç al ve yaralarını da görmek istiyorsan kes. Ama bunlar gerçek insanlardı.  Kavun karpuz değillerdi ki mahkeme salonlarında biten evlilikleri mi aran? Kadınların hemcinslerini kıydıklarını mı? Yokluk ve yoksulluğun içinde birbirlerinin üstüne binenler. Bu işler her yerde aynı, kalabalık ortamlar da çarşıya gidin evlere girin sokaklara okullara hep aynı tüm şehir hayatı ekmek uğruna feda edilenler. Hoşuna gitmiyor mu? Böyle eylem ve davranışlar? Ağır taşı ne yel alır ne de sel gerçekten ekmeğinin peşinde olan kadın ağır kadındır, kendini ekmeği uğruna ön plana çıkarmaz, önce kendini kendi iç mahkemesinde tartar başkalarını aldatmaz, başkalarını kendi çıkarı için kullanmaz. Bol çalışır sevgiyle sevdikleri için çalışır ağır ağır ve sevgiyle alır verir. Alışverişi de sevgiyledir. Yediği yemeği de bisküvidir ki sanırsın ki bitmeyen bisküvi ile bir akrabalığı vardır işvereniyle de bol bol çalışır hep vericidir. Tam bir Türk anasıdır. ‘’Peki şu yanı başında sevgiyle çalışan arkadaşının adı ne?’’ Şefika.  ‘’Ya yanındakinin?’’ Necla. Çok sevmiştim ben Şefika’yı onunla arkadaşlık kurabilirdim tam çalışmak istediğim ortamda bana göre bir arkadaş sağlam ve güçlü güvenilir sıkı dost. Çok çabuk ve çok da güzel anlaştık. Aynı iş önlüğü giyiyorduk ne de olsa. O da yorgundu ben de ama bir konuşmaya başladık mı o yorgunluk hırkasını ikimizde üstümüzden atıyorduk kollarımızda yorgunluğun üzerine çelik gibi sağlam bir kaplama ile kaplıyorduk bu bazen demir gibi sağlam ve güçlü oluyordu.
          Büyük bir güç her biri birbirine benzeyen kadınlar, kızlar, evliler, boşanmışlar, sönmüş ocaklar, alevlenen yürekler hepsi de bu işin üstünde bisküvi üstünde bu kaynayan büyük kazandan yemek yiyorlar yemek pişiriyorlar. Ne topluyorsun dertlerimi? Ne biriktiriyorsun sevinçlerimi? Ne bisküvi ya? Derdi topluyor sevince veriyor, dert ve sevinçten kendilerine yaşama sevinci çıkartıyorlar. İşte yaşamdan ders almak bu birbirlerine kuvvetlerini verenler hoşçakal dertler sorunlar, sen neşeden haber ver. ‘’Bu aynı dertten ben de var, onda da var o gülüyor ve o olayın içinden çıkıyorsa ben de çıkarım.’’ İyi ki çalışmak için bisküvi fabrikalarını seçmiştim çünkü kendime bana benzeyen insanlar çokluktaydı. Ve bisküvi vardı ye ye bitmez doy doy bir daha ye. O dert yükünün başında arkadaşı Fadime duruyordu üstelik güzel ve dimdik göğüs göğüse de o sorunlarıyla çarpışacakmış gibi başında kara yazgısı üstelik gözü de mordu. ‘’Bunu sana kocan mı etti?’’ Allah'tan korkmazlar akşam olunca da bir de bu kadının getirdiği ekmekle karnını doyuracaksın ve dahi geceleri üşüyünce ona sarılıp uyuyacaksın. O senin karın senin yarın yapılır mı bu? Çocuklarını doğuran kadın ona hiç bu yapılır mı? Kadının gözleri dahi konuşmuyordu suskundu. Tembel kocası öküz gibi yer üstelik içer de her evde bir ocak yanar bir duman tüter de ama bazı evler de aşırı yemekten o ocaklar kötü tüter. ‘’Kocan ne iş yapar?’’ ‘’Çalışmaz.’’ ‘’Neden çalışmaz?’’ ‘’Ona göre iş yokmuş.’’ O da o tembellerin uydurduğu dillerine doladıkları bir palavradır. ‘’Peki sen neden çalışırsın?’’ ‘’Evlilik kutsal bir müessesedir. Çocuklarım da vardır üstelik.’’ Fadime böyle der demez hemen kendini dimdik tutan işe elini attı arkadaşını da susturmak istermiş gibi de ağzını kapattı. Çünkü kendisi de ağzına kadar doluydu ‘’Bir of çeksem karşı ki dağlar yıkılır.’’ Sonra aynı susan kadın konuştu, konuştu arkadaşına hayat mücadelesi hakkında nasihatler verdi. ‘’Bak ben nereden nereye geldim. Baktım ki ayakta durmakta zorlanıyorum, oturdum. Baktım ki ayakta durmaktan bıktım olduğum yerde oynadım, döndüm. Baktım ki iyice dayanamayacak hale geldim arkadaşıma dayandım, onun sırtına sırtımı dayadım. Baktım ki gözlerim sel olup akacak gözyaşlarımı susturmam gerek hemen arkadaşıma sarıldım. Baktım ki susmak bazen çare değil ona dedim sen konuş o bana dedi sen konuş. Baktım ki konuşmakta işe yaramıyor bağırdım avazım çıktığı kadar. Baktım ki boş odalarda yalnızım başladım bir türkü tutturmaya o anki ruh halime göre içimden geldiği gibi hiçbir şey yokken dahi sorun dediğimiz şeyler sadece içimizde birikmiş olanlarla dolu testiyi de bazen boşaltmak gerek.’’ ‘’Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır yıkılır. Bu gün posta günü canım sıkılır da gülmedim amman amman. ‘’Allah be türküyü söyledikten iyice böğürdükten sonra için rahatlar kendine gelirsin o an kendi kendine bir yol haritası belirlersin oysaki bazı kadınlar benim yaşadıklarımı yaşayanlar kocalarına boşanma davası açarlar sarı odalarda çığlık çığlığa bağırırlar fakat gelecek güzel günleri görmek için ha ha ha hihi hi karanlığı aydınlığa çevirmek için başka ben yapabilirsin? Evlilik müessesi bu içeride ne olup bittiğini bir ben bir o bir de Allah bilir. Ama benim yaşadıklarımın tıpkısını o da yaşasaydı o da yuvasına sahip çıkardı. Neyi nerede bulmaya çalışıyor? Ben de başkasını bulsam iyi bir halt mı ederim? Onun yolu karanlık ama ben doğru ve dürüsttüm ve yolumu görebiliyorum.’’ Konuşurken dahi bisküviyi yakaladı kendine çekti, bir daha çekti, bir daha bir daha elini de ayarı bozulmuş gibi ayakları da daha da hızlıca yüzü peynirli pideye dönmüşken yüzünün aldığı ifade içinde gerçek arkadaşının yüzünü zor bulabildi. Arkadaşı yeniden uykusundan uyanmış gibi ‘’Haydi yemeğe gidiyoruz.’’ Arkadaşına, ‘’Sonu nereye varacak bu işin? Diye sordu. Fadime, ‘’Onunla yedi yıldır evliyim bana bir şey olmaz. Sırtımı işime dayamışım ama Allahtan bir dileğim var bana güç versin ve bazı yaşadığım şeyleri de bana unuttursun hatırlamayayım kötü şeyleri. Geçmiş olayları. Anladın mı?’’ Arkadaşı şaşırmıştı çünkü anlamamıştı. Kirli çamaşırları içinde biriktirip kin tutmak istemiyordu. Geçmişe tutuklu kalmamak geçmişe takılı kalmak istemiyordu. Galiba kocasını da seviyordu. ‘’Sevmek mi?’’ Senin saçların yerler de sürüklenirken üstüne bir başka kadın severken evinde horozlanıp da dışarda pısırık kesilen evinde gül dururken kendisi çöplükten beslenen kendini şişiren horozlanan, sevgi neredir? Hepsi elimin kiridir dedi avuçlarını içine tükürdü. Uzaklara baktı. ‘’Sonu gelmez bu konuların konuşmaların kapat bu konuyu haydi yemeğe,’’
              ‘’Uzaklara bak daha ilerisi ne denizlere mi? Masmavi gökyüzüne mi?’’
               Kalbim bölündü iki parça oldu gözümden iki damla yaş aktı. Gördün mü? Oradan göründü mü? Binlerce kadının ekili tarla gibi ekildiği biçildiği ve sarı kırmızı, mavi, yeşil, mor yamalarla yamandığı ve yine birbirlerine sıkı sıkıya sicimle bağlandıkları o büyük fırtınalarda ve dalgalarda dahi yıkılmadan ayakta kalabilmeyi başardıkları yine kendileri vardı kendi işleri güçleri vardır. Bu bitmeyen bisküvi böyledir işte binlerce yama, yamalı ama cesur korkusuz cengaverler, başka kadınlarda vardır üstelik anlaşılmaz evine ekmek götüren kim? Hangi kadın varsa elimizden gelse de bu kadınlara yardım edebilsek.  Ama kadına yardım eden işi, onu erkeklerin egemenliğinden kurtarmış o iş ki yüz yasa kanun, erkek eder. İş ki o kadını ayağa kaldırdı elindeki güç sanki elin de balta tutuyormuş gibi de bir hali vardı. Allah çalışan kadınların yardımcısı olsun.  Eğer ki bu işleri de olmasa onların da hali harap.
              Üstelik uzun yıllar çalışabilirsen basamak da atlayabilir merdiven de çıkabilirsin. O merdivenin sonunu görenler mücadele vermiş vefakar fedakar kadınlardı. Zamanında işlerine dört elle sarılmışlar hızlı hızlı koşturmuşlar hızlı hızlı çalışmışlardı. Yüzdüler, yüzdüler kuyruğuna geldiler.

               Ne anladın şimdi sen bu yazıdan? İşe girince görürsün. Ne göreceksin? Üç direkli bir ev. Biri sen, biri işin, birisi de bitmeyen bisküvi.  

2 Ocak 2018 Salı

ARKADAŞ ARIYORUM

 GECE VARDİYASI
  Tatlı bir işim var. Ama kiminle arkadaş olunacağını kiminle olunmayacağını bilmiyorum. Bunu kimse kesin olarak bilemez. Kimin yüzünde maske var kimin ne zaman o maskeyi kullanacağını ama eskilerin söylediği bir şey de var ele avuca sığan kişi sağlam olur. Onunla arkadaş olabilir konuşabilir sorunlarını tartışabilirsin. Gençler kanları daha sıcak ve dilleri de kaypak olur delikanlılık vardır çünkü düşleri de çoktur üstelik bazıları çürük malzemeden yapılmış, bazıları elle tutulmaz gözle görülmez bazıları da bulutlar üzerinde yaşar. Bazıları da anlık şekil renk ve biçim değiştirir her an hata verebilir bazıları da peygamber gibidir peki benim arkadaşım hangisi? Ben hangisi ile arkadaşlık kuracağım?
         Seni aldatmışlar, okuma yazmanda yok diye ama aptal değilsin bunu hesaba katmamışlar. Madem ki söyleyeceklerimi anlayabiliyorsun madem ki safta değilsin iş arkadaşın olan kişi bunu nereden anlasın?  İnsanlar hep bu kalıpta mı? Hayır. O halde sap ile samanı ayıracaksın, aynı işyerinde de çalışacaksan eğer bazı şeyleri de normal karşılayacaksın. Bırak onları bildikleri gibi davransınlar eski alışkın oldukları davranışlarında da kalsınlar şimdiye kadar bir yol kat edebilmişler mi? Peki bir şey becerebilmişler mi? Hayır. Sadece kendilerini kandırıyorlar. Bazı şeylere kör ve sağırlar, bildikleri o tek pencereden görebildikleri kadar, hayata bağırıyorlar bol kavga edip bağırıyorlar çalışmaya da alışmışlar öyleyse bırak onları orada kendi hallerine ve sus ayrıl yanlarından.
          Ayrıldı o kişinin yanından ama burada kendine uygun birileri de olmalıydı bulmalıydı çünkü bu işyerinde çalışacaktı. Buranın pek çok bölümü vardır çeşit çeşit de insan barındırır her telden insan vardır. Bu bisküvi bölümünün havası güzel neşeli ılık bir ortam, bir kız göründü karşıdan kibar neşeli ve sarı tenli yüzü de ay gibi parlak kendisi de hemen yanına koştu çünkü kendisinin de onu görünce gönlü neşeyle doldu yüzü parladı.
         Bu kız tam kafa dengi diye düşündü. ''İnşallah beyni sululardan değildir.'' Okumuş okumamış olması da o kadar önemli değil. Sadece gördüklerini yaşadıklarını akıl süzgecinden geçirmiş süzmüş elemiş mi? O gördükleri yaşadıkları çektiklerini ona ne kazandırmış? Cesaretini kendine güvenini kaybetmeden yaşam alanını genişletmiş mi? Hani bazılarının dallı budaklı çözülmez düğüm düğüm olmuş çözülmüyor çözemiyorum dediği sorunları vardır bunları sorun eder ve acısını yanındaki arkadaşından çıkartır. Baktı ki bu arkadaşı öyle de değil hemen bir gülüşle bir tatlı dille çözüveriyor sorunları. Tam bir romantik iletişim modeli. Onun bu iş hayatında kaybetmesi veya açık vermesi de zordur. Çünkü o çok sevgi dolu sabırlı ve de çok çalışkandır tabana kuvvet çalışır sırtını da bisküviye dayamıştır. Bazı çalışanlar paraya taparlar fakat o paraya da tapmıyor çünkü ‘’O çalışma gücünün verdiği değer bisküvinin onda bıraktığı yaşama sevinci o her şeye değer.’’ Diyor. O öyle ki karnıyla sırtıyla başıyla tüm gövdesini bisküviye dayamış. Onun yanında kendisi okumuşluğunun ardına saklanmış tüyü yolunmuş kaz gibi kalakaldı.  
             Fabrikanın içinde işletme içinde onun arkadaş çevresi gittikçe çoğalıyor.  Bazıları sert hırçın küçümseyen gözlerle bakıyor çevresine, bazıları sadece havaya bağırıyor, bazıları da sadece havaya gülüyor, öylesine hava olsun diye ses çıkartıyorlar varlıklarını hissettiriyorlar.
            Ama biz ikimiz bir fidanın açan gülleri gibiydik. Gökten düşen iki yıldız. Ama çevresinde başka yıldızlarda vardı onlarla aynı yaşta yetişkin ki gözlerimizdeki ışıktan birbirimizi tanıyabiliyor seçebiliyorduk. Ne zaman güleceğini ne zaman isyan edip bağıracağını ne zaman ellerini sallayıp işi bırakacağını hissedebiliyorduk.
          Arkadaşımla yemeğe de birlikte iniyorduk. O fazla bir şey yemezdi. Hep iştahım yok der masanın ucunda otururdu. Yemek yemeden tekrar işe koyulurdu. O öyle ki bu gece gözleri donmuş konuşmuyor öfkelenecekmiş gibi kendi bedeni içinde büzülmüş susmaktaydı. O neşe saçan gülen geceleri gece kuşu gibi öten kız konuşmuyordu.  Derin bir sessizlik vardı ortamda hani o yıllarca içimizde birikmiş tortu olmuş kimsenin işitmediği duymadığı ağıtlar biriken sesler, çığlıklar o da kendi vücudu içinde can çekişiyor gibiydi. Sadece ellerini daha hızlı işletiyor daha sert bisküvilere dokunuyor göz damarları dahi haşin bakıyor, iç sesinin çıkaramadığı uğultuları derin derin nefes alıp verirken habersizce yine kendisi çıkartıyordu. Ürpererek Ne oldu? Diye sordum. O da bana güldü, ‘’Haydi birlikte bir türkü söyleyelim,’’ dedi.
         Gece tam üstümüze uyku basarken, yavaş yavaş ve sessizce içimizden gelen sese göre tekdüze giden bir hayatı, bizim üzerimizden yapılan hesapları, uzaktan gelen sesleri, esnemeleri, hiç birini de hesaba katmadan tüm doğallığımızı da sesimize vererek ağır bir şarkıya yol verdik.’’ Dersini almış da ediyor ezber/ Sürmeli gözleri sürmeyi neyler/ Bu dert beni iflah etmez del eyler/Benim dert çekmeye dermanım mı var /Aman aman ben yaralandım aman.’’ Ardından bir başka türkü ‘’Ne ağlarsın benim zülfü siyahım/ Bu da gelir bu da geçer ağlama/Göklere erişti figanım ahım buda gelir bu da geçer ağlama,’’ insanı kalp dili bir açılmaya görsün o dolup taşan testi dilinden bir ağıt gibi tane tane dökülür.
        Bende o ezgiyi çok sevdiğimden birlikte söyledik. Birlikte o duygu yoğunluğunda aynı iş üzerinde ikimiz de tek bir el tek bir yürek gibi o aynı ezgiyi dilimize doladık paylaştık.  Dil söyledikçe kalbimiz kabarıyor yumuşuyor, hafifliyor, dil söyledikçe gözler uyanıyor kulakların pası siliniyor, dil söyledikçe sessizlik neşeye bürünüyor, dil söyledikçe o kapalı olan gönül penceresi açılıyor, dil söyledikçe içindeki huzursuzluk kayboluyor gönül rahatlığına erişiyor. Huzursuzluk ruh sıkıntısı bir de bakmışsınız kaybolmuş oluyor o vücuttan dışarı çıkmış kaybolmuş.
        Her insan çalışır ama nasıl çalışır? Nasıl kendine zırhlar hazırlar?
       Geceleri yüzlerini yıkamak için lavaboya gidenler bizim öyle bir ihtiyacımız da yoktu uyanmıştık müziğin ritmi ve ezgisiyle yüzlerimizi yıkamıştık. Sadece yüzümüz gözümüz uykumuz açılmamış içimizde serinlemişti. İçimizde o korkunç isyan birbirine örülmüş sıkı bağ olmuş geçit vermez sabırsız bağırtılar bile susmuş içimiz de ki o düşman azgın şey artık bağırmaz olmuştu.
        Birden bire o arkadaşı tekrar neşeyle bağırdı. Bir bilmecem var çocuklar, acaba nedir? Nedir?  Bisküvi denince akla hemen elindeki bisküviyi aldı ağzına attı.
        Bir şeylerden kaçmak ve kurtulmak istermiş gibi gece vardiyaları o arkadaşıyla çalışmak güzeldi.
       Geceleri sessizliğin egemen olduğu vakitler o derin sessizlikte başlangıçta acıklı bir ses gelir yüreğinden sonra gittikçe sertleşir isyana dönüşür ve sonra yavaş yavaş ağlamaya hazırlayan sesler içinde duyduğun o derin sancı o doğum anı ağlamanın vakti gelmiş gibi.  Göğsü inip inip kalkar sinesine bir şeyler vurur.
      O acele acele ellerini işinin üzerinde götürür getirir içinde bir bütün olarak var olan kara kaplı defter açıldığında o da hep geceleri açılıyordu sanki geceleri onu açmak için işe geliyordu. Eli de hızlıca acele ediyordu kalp ritminin hızına yetişmek için de elini işine atıyor, sallıyor, kavrıyor, topluyor kalp ritmi hızlanınca elini hızlandırması da kolaylaşıyordu. İşi ona daha basit ve çalışılabilir hale geliyordu.  Sanki çalışmıyor sadece ellerini hareket ettiriyordu. İtiraz, isyan, özgürlük, havaya yayılmış koku ve önündeki işi o her başını salladıkça ‘’Sen salla başını ben bilirim işimi,’’ diyordu ki o önünde ki bitmek bilmeyen bitmeyen bisküviler. Bütün kızlar acemiler ustalar çaresizler acımasızlar yalnızlar yoksullar meraklılar, okumuşlar hepsi de bitmeyen bisküviyi karşılıyorlar onun önünde mevzi alıyorlar. Hepsinin bir hikayesi var içinde yarım kalmış bu hikayeler çiçek açıyor bazıları filizleniyor bazıları da bazı şeylerden kaçmak kurtulmak bir kurtuluş çaresi olarak geliyor bisküviyi kendilerine siper ediyor. İş ilanları duvarlara asıldığında kızlar birer çiçek demeti gibi duraklara yayıldığında bu topraklar üzerinde bisküvi nam saldığında dileyenler geliyor o önlüğü giyiniyor ve kendilerinin efendileri oluyor kendilerine kral çünkü o iş onlara bir nefes oluyor, ruhlarını açıyor o oduna kalasa dönmüş bedenlerini beklemedekilerin ruhlarındaki ağırlığı kaldırıyor hafifliyor o kişi, o iş de onlara bir rüzgar esintisi gibi hafif geliyor. İş önlüklerini giyiniyor işyerlerinde fabrikalar içinde tek koku tek dokuda fabrika işçisi, namı altında kayboluyor.
     Çalışan kızlar yoruldu parmakları yoruldu artık çalışmak istemiyordu zaman hızla geçiyor kendince bazı şeylere yetişemiyordu bazı şeyleri de kaçırıyor. Ama o kız her sabah erkenden servise yetişiyor akşamları da evine geliyor uykuya dalıyordu.
      Gece vardiyaları ah bu geceler hep bu gece vardiyalarında olur.  Bütün kara bulutlar başına  toplanır. Ellerini üstüne bir iki damla gözyaşı düşer. Aklın başka yerde elin işte takılı kalmıştır kendi kendine çok sıcak bir ortam yaratmış ve ortamda dalmıştır sağlı sollu iki kolu da işlerken gözlerinden yanaklarına düşen iki damla yaş
      İşi durutmuyor, geceyi sürüklüyor onu o içindeki ruhsal ağırlıktan kurtarıyor. Sabaha yaklaştığının gitme zamanını geldiğini
     Gün ışığı yüzüne vurur vurmaz gözlerini kırpıştırıyor. Gözleri açılıyor. Kendi üzerindeki ruh elbisene bakıyor kimse bir şey görmedi duymadı o sadece kendi kendine homurdandı, ağladı her şey kendi ruh duvarları içinde kaldı orada yaşandı ve orada kaldı o her şeyi içine gömdü. Evine geldi uykuya daldı

            

1 Ocak 2018 Pazartesi

ÇOCUKLARA VERİN BU İŞİ

      Çocuklar upuzun bir kuyruk olmuş küçük denemelerle üreticileri dürtüklemeye daha fazla tat daha fazla lezzet üstelik kendilerini verecekleri küçük paralarla onlarında daha fazla para kazanacaklarını onlarında hem gelirlerini hem de çeşitlerini artırmak için. Bisküviciler birçok deneme üretim yapmışlar en sonun da bir çeşidi üretim kadrosuna almışlar daha sonra üretici kadrosu işi daha da renklendirmek büyütmek istemiş bunun içinde reklam kadrosundan renkli bir slogan cümle renkli bir afiş istemişler. Ah bu bisküviciler bir yarışma düzenleyin de bu işi de çocuklara yaptırın öyle ki çocuklar damak tatlarına ve hayal dünyalarına göre bir resim oluşturacaklar renkli bir resim ve müzik esintisi gibi gelen bir cümle ile de sizler de başarıyı göğüslemiş olacaksınız üstelik umulmadık başarılar kazanmak olabilir mi? Olamaz mı? Pufidik pafidik isimlerle görülmemiş bir başarı yoz bir isimle başarı nereye kadar olur? Bu öyle bir isim olmalı ki seni başarıdan başarıya götürsün bir serinin yeni başlangıcı gibi ki bu isim damaklarda şarkı olmuş bir başarı çocukların işi olsun.  Küçük tatlar damaklarla buluşturan büyüklerin görmediği gözlerle görülen bağlar tatlar ki o diş ile dil arasında dil ile damak arasına sıkışmış kalmıştır. Elden ele o tat bir yiyen bir başkasına da göstermiş reklamını vermiş ünlendirmiş gitgide artan çağdaş bir zevke tada dönüşmüştür tüm çocuklar raflardan alabilmek için o tada yönelmiştir. Başarılar sürekli yenilikler çocukların reklam yapması fikrinden oluşmuş son derecede başarılı olmuş ki çocukları kendi toprağından yetişen o tada da sıkı sıkıya bağlamıştır. Öyle ki milli bir duygu milli bir yiyecek gibi hem öyle ki o zevkin ve tadın da büsbütün esiri olmuşlar. O tat çocukların bulduğu isimle kalmış. Çocukların ara sıra bisküvi fabrikalarının içine gizlice süzülmesi gibi sessizce ve o çocukça hayal gücü içerisine gizlice süzülmek başarı, başarıya renk katan model ve çeşitlerle birbirini körüklemek. Duyuların aldığı tatla, bisküviciler memnundur. Çocukları heyecanlandırmak motivasyon güçlerini artırmak ödüllendirmek tam da çikolata diyarında çocukların sevdiği bir tatla onların beğenileriyle yepyeni tatları da tattırmak her şey onlar için onların damak zevkleri için, yedikleriyle mutlu olan çocuklar.