Ne zaman şehrin içinde bir rüzgar esse o bulutlar halinde bisküvici kızlar o taraftan geliyor o kızlar ki hızla geçseler şehrin üzerinde ki o kasvetli havayı yumuşatıyor. O kızlar ki güneş gibiler bir saklanıp bir çıkıyor toprak gibi de bereketliler de üstelik binlerceler şehrin içini aydınlatıyor.
Bir an bir
parka otur ve seyre dal, o yalnızlık ne kadar da sıkıcı ya tembellik, ama o bisküvi
kokan kızlar, bozkırın ortasında açan güller gibi yükselirler ve üstlerini
saran o kokuyla yol boyunca serilirler.
Ne zaman
arkadaşsız ve yalnız kalacağını düşünürsen ardından da fabrikaların birine
girip de çalışmayı da düşün. İleride yaşlanacağını da düşün şimdiden inzivaya
çekilmiş gibi, ‘’Ben emir altında çalışamam,’’ deyip de durma. Ne zaman
çalışmaya başlayacaksın? Sanırım korktuğu başına geliyordu orta yaşlılık
ileride de yaşlanacaktı üstelik nereye kadar tembellik? Ne zamana kadar kendini
gizleyecek çalışmamak için bahaneler ardına gizlenecekti.
Birden bire
burnuna gelen kokularla yüzüne tokat yemiş gibi irkildi.
‘’Bisküvi’’
dedi. ‘’Bisküvi fabrikaları,’’
Sonra
kaşlarını çattı ‘’Patronlar,’’ dedi.
‘’Bisküvi hele biraz daha dursun,’’ dedi. Saklanıyor, işe gitmemek için
bahaneler arkasına saklanıyor köyüne geri mi dönse acaba? Bunları da
düşündükten sonra fellah fellah köylü çocuklarını, çıplak ayaklarını, güneşten
yanmış kararmış kerme tutmuş ağız kenarlarını düşündü. Havası birden ağırlaştı kendi el yüz
çizgileri de bıkkın bir bakış attı. Biraz daha oturdu üşendi kalkmaya, kara
kara düşündü sonra hemen birden de kararını vermiş gibi ayaklarına yüklendi. O
daha önce çalıştığı fabrikanın yolunu tuttu.
İnsan kaynakları müdürü, personel memurunun
karşısında, onlar ona o onlara baktı, sıkkın bir yüz ifadesiyle ‘’Eeee,’’ dedi
müdür. ‘’Yine mi?’’ Personel memuru ‘’Hoş geldin,’’ dedi. Her ikisinde de biraz
alaycı bir tavır kaş göz oynatarak yüzlerindeki ifade aynen, ‘’Tilkinin dönüp
dolaşıp geleceği yer kürkçü dükkanıdır.’’ Eski bisküviciler yani yine gelirler
ne de olsa iş onlara bir adım ötede nah şu yolun kenarında iyi bir iş kapısıdır
da Allah’ın bir lütfu bereketi gibi iş aş yemek koku hepsi oradan gelir.
O ise tembel işgüzar işçi, ‘’Dayan Musam dayan bu fabrikalar bu işler bu bisküviler bitmez dayan, Musam dayan bu bir ekmek davasıdır. ‘’ Diyerek kendi kendine gaz veriyordu.
O ise tembel işgüzar işçi, ‘’Dayan Musam dayan bu fabrikalar bu işler bu bisküviler bitmez dayan, Musam dayan bu bir ekmek davasıdır. ‘’ Diyerek kendi kendine gaz veriyordu.
Hızlı
adımlarla işletmenin içine doğru yürüdü işletme o büyük bir ağaç gibi işçiler
onun etrafında kümelenmiş karmakarışık bisküvi topluyor paketliyor, etiketliyor,
bantlıyor, istif yapıyordu. Ortamda oynak hareketli, neşeli bir hava vardı. Önlerinde
ki ise iş bir hızlanıyor bir yavaşlıyordu. İşçiler birbirlerine ellerini vermişler
birbirlerine dolanmışlar birlikten upuzun bir kol olmuşlar. Çavuşları
başlarında duruyor üstelik kafası da kalkıktı.
Kızları
seyrederken her bir kızın da ayrı bir hikayesi vardır diye düşündü. Benim de
sanki daha fazla zamanım varmış gibi belki onlarda çalışmak istemiyordu. Ama
onlar ağlamıyor bağırmıyorlar, kendi kendilerine isyan da etmiyorlardı.
Kendilerine verilmiş özel bir hakmış gibi çalışma haklarını kullanıyorlar o
bildikleri onlara tarif edilen yol ki o yoldan da şaşmıyorlardı. Birden kendisi
de onlardan biri oluverdi. Bir gün iki gün, üç ay, beş ay, ara vermek yok. Ama
onun mevsimi sonbahar olduğundan çabuk yoruluyordu. Kendisi ne kadar o kokuyu
izleyerek onların yolundan gitse de yorgun bedenini ne kadar işiyle sarılıp
sarmalansa da yorgundu işte yorgun, oflaya puflaya
İşi eliyle
yakalayamadığı yerde gözüyle yakaladı, işten kaçamazdı çünkü cebinde ki cüzdanı
bomboş ve eskimişti.
İşçilerin şen
gürültüsü de havanın değişeceğinin habercisiydi. Musa’nın da değişeceğinin habercisiydi.
Musa amansız
bir istekle süsleniyor boyalanıyor lakabı da Süslü Musa oluyor. Feleğin çemberinden birkaç kez geçmiş şimdi
ihtiyarlamaya da yüz tutunca burada tekrar gözleri açıldı. Burada kendine uygun
kadın arıyor. Tabi ki süslenmenin karşılığını da alamayınca da amansız bir
istekle yüzünü avuçluyor yaşlanmışsın işte kırlaşmışsın üstelik de dul
kalmışsın, ‘’Belki benim gibi bir yaşlı dul vardır, belki şu kadınlardan biri
dul kalmıştır. Şimdi anladınız mı neden süslendiğimi?’’ Süslü Musa’nın keyfi yerindeydi. Kendine uygun
belki bir dul bulabilirdi. O kaş göz işaretleriyle bunları söylerken bunu duyan
kızlar ise şen bir kahkaha bastılar. ‘’Hemen ısmarlayalım fırıncı başına
söyleyelim de bir tane sana özel çıkarsın.’’ Bir diğeri de kızlara bağırdı. ''Rahat bırakın adamı yok fırından yok filanca yerden adam namusuyla evlenecek
işte.'' Kadın, ‘’Onu ben alacağım ben de dulum, üstelik çocuğu da yok benim evim
de var çocuğum da evimde ona göre de bir yer var.’’ Kızlar şaşkındılar ne
diyeceklerini bilemeden sevinçlilerdi de üstelik ‘’Kusurumuza bakma öyleyse,’’
dediler. Kısa boylu tombul kadını kucakladılar. Neşeli kızlar. ’’Hayırlı olsun,
hayırlı olsun’’
Hayat gerçekten bir masal gibi,
Bisküvi kokusuyla yayılan ve bir nikah salonunda son bulan
Hayat gerçekten bir masal,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder