30 Kasım 2017 Perşembe

HAYALLERİM VE BEN

           Hayaller nedir ki hayaller ne ile başlar. İnsanlar ulaşmak istedikleri şeyleri veya kendi çıkarlarına uygun düşen şeylerin hayallerini kurarlar veya kafalarının içindeki karanlığı aydınlığa çıkarmak için hayal kurarlar. Kirli işlere bulaşmak için kirli işlerden kurtulmak için mutluluğa ulaşmak için huzura veya refah seviyelerini yükseltmek içinde daha pek çok şeyin hayalini kurarlar. Fakat kendisi için hayırlı veya hayırsız olan hayalide bilemez sadece o an için kendi anını kurtarır onu o saatlerinin yönünü değiştir.

   Hey gidi günler hey diye çocukluğumuza gittiğimizde veya nostalji bir anımıza bu hayal olmaz hayallere atılan imza yaşanmamış olmalıdır ve yaşanabilir olabilir de olmayabilir de  gerçek veya gerçek dışı. Bir insan hiçbir şekilde hareket etmezken o hayalleriyle dünyayı ulaşabilir. Kendisinin çizdiği yolda istediği istikamette yol alabilir.  İnatla başkaldırır kavga eder yener yenilmez olur tatlı sürtüşmeler ide olur her şey hayal dünyasında olur biter.  İnsan bazen kendisi için kötü şeyleri de hayal edebiliyor. Kendine zararı dokunan şeyleri ama bunları tek tek hayal dünyamızda sınıflandıramayız bölümlere ayıramayız güzel bir şey hayal ederken arasına karışıverir bazen insan hayalleri formüle dayalı değil ki veya matematiksel bir işleme hayal dünyası çok geniş bir kavramdır ufku geniştir ucu açıktır ucu bucağı yoktur yeter kişi siz hayal kurmaya bir başlayın.  İnsan isterse kendisini hayal dünyasında kral ilan eder isterse dilenci olur hayal dünyası özgür bir alan rahatlıkla at koşturabileceğimiz bir alan sadece sizin gözünüzle gördüğünüz bir alan başkası sizin gözünüzle bakamaz sadece size ait. Ne olurdu sanki bir gözlük olsaydı da karşımızdaki kişi veya kişiler de bizimle birlikte aynı hayal dünyasında yer alsaydı. Belki ileride olabilir bu da bir hayal. Bilim dünyası zaten bu tür hayallerin kurulmasıyla gelişmiyor mu ilerlemiyor mu beslenmiyor mu? Hayal dünyanı kötü olaylar üzerinde yoğunlaştırır hayallerini o yönde kurarsan kötü şeyler düşünmüş olursun hayallerini iyi yönde kurar iyi şeyler güzel şeyler hayal edersen iyi şeyler düşünmüş olursun.  Her şey sana kalmış senin hayal dünyana,

28 Kasım 2017 Salı

GRUP GİBİLER

     Şimdilik beş kişiler mavi mavi beyaz örtüler içinde gözleri hep yükseklerde.
    Bak nasıl da havalı bakıyorlar görüyor musun onları?
         Önce üç kızlardı şimdi beş tane oldular. Aslında onlar beş den de fazla fabrikada daha fazla arkadaşları da var.
          Bir de işyerinde gör onları birbirlerine toz kondurmuyorlar. Hasta olsalar birbirlerinin evlerine gidiyorlar. İşyerinde birbirlerinin işlerinin üstüne gidip yardım ediyorlar. Yemekhanede birbirlerine yemek alıyorlar. Fabrika iş eskisi gibi onlara acı vermiyor artık. Gözlerini biraz daha havaya kaldırıp daha havalı bakıyorlar üstelik.
       Çaresizlerdi güvensizlerdi korkaklardı oysa şimdi birbirlerinden güç alıyorlar. 
        O eski haline ne oldu? Başörtüsünün örtünme biçimi bile değişmiş. Belki de onları köylerinde bırakmalıydık böylece havalı da olmazlardı üstelik. ‘’Ben havalı değilim hayır sadece kendimi güçlendirmenin bir yolu güçlü göstermenin o da sadece bu şehir beni sarsmasın arkadaşlarım beni kullanmasın,’’  diye yapıyorum. Eğer ki bu şehir beni sarsar ben de kendimi küçük görürsem bu iş işyeri fabrika makineler bana acı verir. Bana ‘’Ne yapıyorsun?’’ Diye soran olursa işte o zaman ben de buralarda sürünüyoruz derim.  
          Şimdi işe gitme vakti.
          Kendi ayakları üzerinde durmak güzel şey kimseye borçlu kalmadan ne anneye ne de babaya,
          Allah biliyor o küçücük bedeniyle evinin yükünü taşıyor. Annesi de yıllar önce aynı fabrikada işe başlamış.
          Çalışmazsan hayallerin hayattan beklentilerin o zaman senden uzaklaşıyor.
          Gerçekler çetin yaşam koşulları ise bir akbaba gibi bekliyor.
           Çalışmayı bir de sen dene gir fabrikaya bu havayı bir de sen teneffüs et bırak ’’Ben çalışamam ben yapamam,’’ laflarını çünkü ben de korkuyordum ‘’Yapamam,’’ diye ‘’Çalışamam,’’ diye
           Duruyor bekliyor. Kaderindeki iplerin kendiliğinden çözülmesini bekliyor.
           O ipler çözülünce onun da terleyerek terli terli çalışmasına gerek kalmayacakmış
           Çalışanlara acıyor musun?
           Acımıyorum. O kişi yine eskisi gibi oturduğu yer de bedeninden gelen sesleri dinliyor. O hantallaşmış bedeni ile dışarı çıkıyor içeri giriyor.
          Söyle o çalışanlara yavaş yavaş çalışsınlar fazla terletmesinler kendilerini,
          Ama yok öyle evde oturma oyalanma geçti o zamanlar şimdi çalışma zamanı eve ekmek götürme zamanı. Çalışmamız şart.
        Söyle o zaman o çalışanlara yavaş yavaş çalışsınlar fazla terletmesinler kendilerini.
        Yaş ilerliyor zaman ilerliyor çalışan kişi eğiliyor doğruluyor arada bir terini siliyor. ‘’Vay anasına,’’ diyor karşısındaki oturan, ‘’Yüzdü yüzdü kuyruğuna geldi.’’  Geleceği görebilmiş mi? Gece gündüz her işe daldığında hep bu günlerin geleceğini gözlemlemiş. Yoksa nasıl çıksın bu iş aş meselesinin içinden. Dediklerine göre ekmek aslanın midesindeymiş korkmadan elini uzatıp midesinden ekmeği çekmen gerekirmiş. 
     Şu çalışmanın tadı da bir başka doğrusu mis gibi elinin emeği yemek hem de taze taze, hem hayat çalışana güzel. Sen de bir yerden başla sen de çalışmaya bak bir fabrikaya girip çalışmaya bak. 
   ‘’Ne zaman çalışacaksın?’’ Belki yarın belki daha sonra annesi babası besliyormuş onu. 
     ‘’Neden annenin babanın kazandıklarıyla besliyorsun kendini?’’ 
      ‘’Başını kaldır görmüyor musun akranlarını?’’
        Bak yine işten geliyorlar beş taneydiler şimdi yedi tane oldular. Nasıl da gözleri yükseklerde nasılda şehre havalı bakıyorlar. 
        Kızlar şehrin en görkemli yerinde duruyorlar tam tepesinde o zorla yürüttükleri işleri artık kendiliğinden yürüyor eskisi gibi dişleri de gıcırdamıyor. Kızlar birbirlerinin ayak izlerinden gidiyor. Yürüyorlar tepeye doğru ''marş, marş, marş, ileri ileri hep ileri'' o artık dönmez geri tam tepeye ulaşmak istedikleri ideallerine de ulaşınca orada şimdi on kişi oldular kızlar daha da çoğalmışlar ve neredeyse o bakışlarıyla gökyüzünü delecekler.


27 Kasım 2017 Pazartesi

MOR KADINLAR

                                            MOR ODALAR
  Gözlerimde mor halkalar görüyorum. Tepemdeki lambanın ışığı gözlerimin önünde titreşiyor sadece lamba gözlerimin önünde duruyor.
           Sarı duvardan yere düşen sıvaları görüyorum yayılıp giden sarı sıvalar gözümün kenarlarında ki mor çizgilere yapışıyor.
         Bir ses duyuyorum oğlumun sesi somyenin altına gizlenmiş oradan bağırıyor bana ‘’Anne! Anne!’’ O ses ki korkudan alçalıp yükseliyor.
        Bir oda görüyorum bütün eşyaların yerleri değişmiş devasa bir deprem olmuş gibi sanki her yer her yerde.
       Kızıla çalan saçlarım püskül püskül olmuş o ince ince taranmış saçlarım kim bilir onun ellerinde kaç kere kirman olup bükülmüş.
        Ben kendimi donduruyorum gözlerimle etrafı seyrediyorum sadece kulaklarımdan gitmeyen o ses tıpkı iri bir hayvanın canavarın sesi benim ayağımda prangalar bir yere gidemiyorum. Hayvan tepiniyor, tepiniyor üzerimde,
      Bak evimin köşesinde örümcek yuva yapmış ağı var, bak onunda üzerinde su damlacıkları var beyaz su damlacıkları o da ağlıyor.
        Baktı yüzünün gölgesi duvara vurmuş. Duvardaki yüz hiç de kendi bildik yüzüne benzemiyor. Saçları arasından akan kanlar kan deryası olmuş yüzü, kafası kan deryası içinde yüzüyor. Kafasının içindeki ıslaklık saçlarını bir araya toplamış saçları arasında kendi kanı ışıl ışıl parlıyor.
       Kadın sağlam sert ve dayanıklı demir gibi sadece gözü oğluna takılmış oğlu bir tırtıl gibi somyenin altında kıvrılmış. Kadın ayaklarına cam kırıklarına basa basa kırt, tık  çocuğuna doğru el yormadı ile ilerliyor, tıpkı bir salyangoz gibi  sürünerek somyenin altına süzülüyor şişmiş sivrilmiş başını somyeye çarpıyor.
         Pencere camından içeri ışıklar giriyor evin içindeki kırık dökük eşyaların üzerinde parlayıp  sönüyor,
        Ayağının altındaki tahta buz olmuş her bir kırık cam gibi yuvarlak veya sivri,
       Kolumu kaldıramıyorum elim bileğim yanıyor avucumun için kendi kanımdan ve terden ıslak ve nemli yapış yapış,
      Tam da kocası onun üzerinde yükselirken kaskatı kırmızı suratlı, püskürtürken köpüklü ağzının salyasını,
      Kadına şiddet her yerde her dört duvar arasında hemen yanımızda, yukarıda, aşağıda, içeride, dışarıda her yerde, kadınlar susuyor.
     Hayvan tepiniyor, ayağı zincirli kadın, sahiden iri bir hayvan tepiniyor
      Bu kadına ilk vuruşu da değildi kadın ilk önceleri tabi ki arkasından ötekilerin de geleceğini bilemedi bir iki üç üstelik defalarca da saydı kadın bir iki, bir iki, bir iki üç,
         Masaya sandalye ye bak havada uçuşuyor, bak su dolu bardak yerde yuvarlanıyor, bir tepsi pasta kadının kafasında ne hale geliyor, bak kadının kafasının içi ne halde her taraf pasta kırıntıları yerde de iki çatal iki kaşık var.
        Ansızın gelen bağırtılar kadının kulaklarının içi uğulduyor. Neden? Neden?
        Kadın şiddetin dozajı arttıkça kendini donduruyor şiddet azaldıkça o da bir yanıyor bir donuyor güneşten çıkıp gölgeye sığınıyor.  
       Şu eve bak mavi panjurlu eve, evin dört tarafında da beyaz perdeler var çeşmesinden de yaz kış sıcak su akıyor duş kabini de içinde
        Duvarlarında onda da çatlaklar var altın renginde pencere pervazlarında altın gölgeler halinde kadının kanıyla çizilmiş resmi var.
       Kadın penceresine siyah ve kalın bir perde çekiyor
       Kim bilir başka bacalardan ne acılar yükseliyor. Dumanlar yükselirken her bacadan hepsi de sus pus gibi
       Kadınlar ancak birlik olurlarsa şakılar. Bulaşıklar yıkanır, küllükler de halı altına süpürülmez.
        Uçup gidiyor kuşlar uçup gidiyor serpilen tohumlar ama bir kadın tek kaldı o tek başına şakıyor ötüyor.
       Kadınlar hızlanarak gümüş rengi bir zincir oluşturdular o sarı odalı şiddet mağduru kadının evinin önüne kadar geldiler oraya kadar yükseldiler.
      O kadın cam kırıklarıyla dolu ayakları ile yerleri kendi kanıyla çizerek ilerliyor oturma odasının duvarları sarı iken kırmızıya dönmüş kendi havası da gri
       Şimdi herkes gitti o kadın tek başına yalnız. Herkes kendi evine kahvaltı yapmaya gitti. Kadın kendi evinin duvarları içinde kırılan dökülen eşyalarıyla birlikte, Vakit çok erken kocası şiddetin hemen arkasından geri dönmez arkada bıraktığı enkazı görmek istemez. Bekledi. Karanlıklar içinden uzanan bir el bekledi. Tutacak bir el. Ama hiç kimse o eli tutamadı o kendi kendisiyle baş başa baştan aşağı da tel tel lime lime, tel kadın olmuş. Şiddetin her türlüsü sarsıyor beni, sanki dünyanın bütün ağırlığı benim üzerimden geçiyor. Kocamın kemerli tokası benim sırtımda kaburgalarım kırılıyor.  
        Kırmızı, sarı, mor kadınlar yol boyunca ilerleyen kadınları görüyorum. Yan taraflarında da salından hayvanları, türbanlı, türbansız, okumuş, okumamış kadınları her yanımda kadını döven ayak seslerinin  titreşimlerini duyuyorum.



  

24 Kasım 2017 Cuma

USTA İŞÇİ KIZLAR

 ACEMİ İŞÇİ KIZLAR
      Kızlar bir makinenin etrafında sırtlarındaki ağır yükü hafifletmek ve uyku sersemliğini üzerilerinden atmak için şakalar yapıp gülüşüyorlar. Ortamı hafifletmek, ortamı normal sıradan alışık oldukları işlere ve günlere dönüştürmeye çalışıyorlar. Ta uzaktakilere veya etrafındakilere takılıyorlar birbirlerine gülüyorlar ve gün içinde yaşadıklarını tekrarlıyorlar sonra yavaş yavaş sessizlik giriyor içlerine sessiz sedasız önlerindeki işlerine bakıyorlar deneyimleri otomatik el hareketleri onları ele geçiriyor.
           Bu kızlar usta kızlar işlerinde pişmişler sertleşmişler. Gerçek birer usta, onlarında tek eksik yarım kalan yanları var dışarıya gün yüzüne hasretler. Onlar da dışarı hayatı gün yüzü görmüş olsalardı o zaman da usta işçiler olamayacaklardı. O boşluk gibi bir şey dışarıya karşı olan açlık duygusu özlem meydana geldiğinde inanın onlar da ne yapacaklarını bilmiyorlar. Sonra evdekiler ekmek su istediklerinde doğalgaz elektrik faturaları dahi onların üzerine yüklendiğinde kendilerine yine kendilerinden ve önlerindeki işlerin başka hiç kimseni çare olamayacağını bunu da biliyorlar. Çalışan kızların hiç biri de bu durumu kaldırıp kaldıramayacağını bu durumdan kaçıp kurtulamayacağını kendini kaybedip kaybetmeyeceğini hem iyi usta bir işçi olup olmayacağını avantaj ve dezavantajlarını da bilmiyor. Muhtemelen bilmenin tek yolu var yaşayıp görmek.
              Usta kızlarla acemi kızlar arasındaki fark da bu, yarın hiç olmazsa bu usta kalanlar şimdikinden farklı olacaklar. Eğer ki acemi kızlarda ustalaşırsa bu bilemedikleri işi yarın biliyor olacaklar. İş karşısında kendilerinin de ne yapacaklarını da görmüş olacaklar. Aslında büyük bir fark yok. Sadece usta kızlar olacaklar. Bunu bisküvi toplamadan o sıralara saldırmadan önce de bilmiyorlardı. Bunu bilmenin tek yolu o işle karşı karşıya gelmekti.
          Acemi kızların her birinin gözünde hayali usta işçi olacakları canlanıyor ama bu hiç de öyle kolay olmayacak çünkü iş başa düşünce o bisküvi sıraları ve kendisi baş başa o an arkadaşlarında da yardım alamayacak. Kalabalıkta tek başına yapayalnız ve o an. Ama böyle de olmayacak fırın makine sıralar kızlar hep birlikte ekibin bir parçası olarak ekipmandan bir parça gibi o etrafında dönüp duran işler ve işçiler hep birlikte o işin bir parçası olacak ve o iş senin üstündeyken onlar da senin elinden tutmuş olacak. Ama şimdi şu an bunu da bilmiyor. Şu an çok heyecanlı çok kötü bir anmış gibi sıralarla baş başa kalmak. Ama şu da bir gerçek bu an bir daha tekrarlanmayacak o kız ustalığa adımını da atmış olacak.
            Bu işçilik bitmez. Usta işçi, acemi işçi bunlar birbirleriyle de bir çelişkili durum yaratmıyor. Her biri bir bakıma zaten usta neredeyse de hepsi bir bakıma bu eşikten geçmişler bu kapıya gelmişler buralara postalanmış kaderlerine yazılmış çizilmiş bir mektup gibi aslında açıp okumak gerekli her birini. Acaba ne izler bırakmış işçilik onlardan geriye diye. Kimisi bozuk giden gidişatlarına bir dur demiş. Kimisi kendini cilalamış süslemiş püslemiş parlatmış, kimisi çalım atmış hayata, kimisi de yavan ve sessiz kalmış ama hepsi de hepsi de bir şeyler söylüyor temelde. İyi ki bu fabrikalar var iyi ki çalışıyorum iyi ki çalışmışım Bazılarının da dilleriyle söylemedikleri yaptıkları iş ve eylemlerle söyledikleri şeyler. Bu iş beni hayata bağladı hayata tutunmadı hayata karşı tavır almamı sağladı. Ama bunu da çok geç söylüyor. Aslında daha önceden de düşündükleri şeyler söylemek isteyip de söyleyemedikleri belki de güç iş koşulları bunu söylemeyi unutturdu. Omuzlarındaki yük. Kıdemli usta işçilerin yıllar sonra sana bana bıraktıkları izlenimler mesajlar bunlar. Uzun zamandır birikimler suskunluklar yorgunluklar bir anda unutuluveriyor ki o dil de yıllar sonra çözülüveriyor. Sevdiklerine annene babana kardeşlerine çocuğuna zaman ayırabilmenin mutluluğu onlarla birlikte zaman geçirebilmenin açlığı sana ait olan kısa ömrün daha verimli kullanabilme üstelik bu öyle büyük bir istek ve arzu gibi kimi zaman tüm dünyayı fethetmek istermiş gibi.
         Fabrikada işçiler usta acemi gece boyunca makinelere ve fırınlara dizilmişler. Hiç birinden de çıt çıkmıyor. Çavuşları kızlara yumuşak emirler veriyor. Konuşmaları alçak perdeli ve derinden uykulu geliyor önlerinde işlere bakıyorlar sessiz. Gece gece geldik çalışıyoruz kaç kişi geldik? Makineler işçiler fırınlar ve bisküviler hep birlikte birbirimizin yüzlerine bakıp birbirimizle çarpışacağız üstelik kaç kere belli değil. Havada bulut mu var yoksa yıldızlar mı belli değil. Aklından ne geçiyor şimdi? Sabah olacak mı?
        Sabah oluyor iş bitti. Güneş yükseliyor. Saat sekiz buçuk dışarıdaki hayatın tam başladığı an fakat onlar şimdi evlerine varacaklar ve uykuya gömülecekler. Servis fabrikanın kapısına yanaşıyor her biri dürbünlü gözlerle otobüsün pencerelerine o puslu yüzlerini dayıyor o an inci gibi parlayan gözlerine uyku gelip yerleşiyor birden her şey karanlığa karışıyor nerede olduklarını, sadece minik seyir hali,

        Kızlar servislerden inip sessizlikte şehrin içine karışıp kayboluyorlar. Hayatta ben de varım bakın buradayım der gibi içten içe de bir şarkı mırıldanıyorlar.

23 Kasım 2017 Perşembe

BİSKÜVİ ISKARTACISI

         Fırının başında ki kızlar hep laflıyorlar hem de malın gelmesini bekliyorlardı. Mal geldi. Fakat fırının ilk mal verilişinde gelen bisküvilerin hiç biri de tam olması gerektiği gibi değil. Fırın ustası da daha henüz bozukta aşağı inmemiş. Kalite kontrolcü malların fazla kabarmış olanları şekli bozuk olanları gramajı ağır hafif olanları az pişmiş çok pişmiş olanlar renk kıvamı tutmayanları fırının üzerinden eli ile ayırıyor. İşaretlediği yerden itibaren ıskartaya alınacak. Kızlar da yardım ediyorlar onlarda kutuya girecek olan malın yüz ağartmasını kaliteli olmasını istiyorlar. İşte üretimden tam randıman alınamayan ıskartalı durumlarda. Eğer ki üretim ıskartalı devam ediyorsa kızlar bu kez de çuvallamaya yardıma ediyor. Böylece iş çığırından çıkmadan mallar ıskartalar çuvallanıyor.
           Sıra sıra bisküviler çuvallara dolduruluyor ıskartalar çuvallanıyor. Ne yapsın yani çuvalın ağzını açmasında mallar yere mi dökülsün? Çünkü bu kusur kendilerinin değil gelen mallar bozuk, ıskarta onun yapması gereken çuvalın ağzını açmak, çuval doldu başka çuval bir taraftan da sıraları alıyor ve dönüyor tekrar çuvalı kontrol ediyor.  İşe başladığı günden beri fabrikanın ıskartacısı onun yapması gereken de elinden gelen iş bu. Çavuşu onu bu işe layık görmüş. Onun gelmediği günler çavuş onun yerine koyduğu kıza hem kendi yardım ediyor hem de yönetiyor. Onun eline kimse su dökemez. Onu eli illaki değecek bu işe illaki o olacak.  İşinin hakkını veriyor değerini, ‘’Ne yapıyorsun?’’ Diye bir sor bakalım ‘’Iskartacıyım,’’ der. ‘’Çuval dolduruyorum,’’ der. Onun elinden gelen iş ve işini en iyi şekilde yapan yine o.
   Çavuşun ıskartacıya güveni tam. Ondan önce çavuş pek çok kez ıskartacısını değiştirmek zorunda kalmıştı. O fırından gelen sıraların önemini bildiklerinden sıralar arkaya gitmesin diye onu arkaya bırakmışlar. Iskartacının da usta olması gerek birazcık da kıdemli. Iskartacı demek her bakımdan her yeri bilen işçi demek. Vardiyanın yüz akı demek. O kendine has alışkanlıklar edinmiş hemen fırından mal verildi mi o çuvalıyla ortaya çıkıyor koşuyor çuvalı fırının son dökülen ağzına dayıyor. Kızlar malı inceler kalite kontrolcü ıskartalarını ayırırken o da mutlu mutlu çuvalını doldurur. Ama bazen de patlama noktasına geliyor çünkü fırından ıskarta çok geliyor çuvallar ağzı beraber doluyor.
     Aslında yaptığın işi en iyi en güzel şekilde elinden geleni ardına da koymadan yapmak bütün mesele bu. O da çok güzel temizlik yapar çuval doldurur. İşini hiç konuşmaksızın yapar eğer ki konuşacak olsa bildiği konulardan konuşur çoğu sorulan sorulara da bilmediğini söyler. Gördüğü halde görmediğini. Konuşmamaktan ki muradı hep gezici olduğundan neden nasıl niçin sorularının muhatabı yine kendisi olacaktı. En iyisi bilmediğini görmediğini söylemek ya da hiç konuşmamak.  Bu yüzden hiç kimse de onu sevmemezlik etmezdi. Kapalı kutu gibi kalıyor ve işine bakıyordu.
   ''Ne bakıyorsun?'' ''Şey şu çuvalları arabaya yüklememe yardım eder misin?''


                                       

22 Kasım 2017 Çarşamba

FIRINDA ARIZA VAR

         Kızlar iki sıra halindeler birinci fırından gelecek olan malı bekliyorlar. Tıknaz fırın ustası ‘’Mal on beş dakika geç gelecek, fırında arıza var.’’ Diyor. Fırının tam üretime geçeceği vakit sabah sabah kızlardan tam verim alınacağı vakit, kızların orayı terk etmesi isteniyor. Kızlar saatlerine bakıyorlar ve sıradan çıkıyorlar. Kızlar hızlıca başka bölümlere kaydırılıyor,  hep birlikte uğultulu sesle başka işe yönlendiriliyor. Arıza yirmi dakika sürermiş, kızlar yine saatlerine bakıyor
         Eskiden de öyleydi mal üretim gecikti mi kızlar başka işlere yönlendirilirdi.
         Süreç otomatikman işliyor. Çünkü fırının daha fazla üretime ara vermesini istemiyorlar. Çünkü bu işler sorumluluk ister ve yaptıkları iş hem zor hem de kesintisiz üretim ister. İşte bazen fırınlar bu şekilde arıza da çıkartabiliyor. Birinci fırının başı ustalar sorumlularla dolu tüm ekip ve atölye çalışanları hep birlikte elleri telaşlı yüzleri gergin ellerindeki takım çantalarıyla birlikte gidip geliyorlar. Ayrıca atölyecilerin ilgilendiği elektrikçilerin tamir bakım ustalarının ilgilendiği bölümler var. Eğer ki motor da arıza yoksa ki ayrıca motor bölümüne bakan teknisyenler var. Motorun arıza yapmaması büyük şans eğer ki tek bir cıvata da yanlış yere takılmışsa o da arıza demek. Koca fırın ağır ve hantal bir makine eğer ki kusursuz bir hareket içinde de çalışmazsa çünkü üretimin serisi için her detaya da dikkat edilmesi gerek. Her biri için ayrı bir hedef belirlenmesiyle de arıza ile ilgili detaylar. Ki öyle olmasa bütün fırın durdurulmaz ve arızanın giderilmesi de beklenmezdi. Bir arıza esnasında bilirkişi usta olmak her cıvatanın nerede olduğunu daha doğrusu montajını bilmek bu konularda da ustalaşmak eğitim bilgisini almak. 
       Boşa giden tek bir hareket tek bir kuru gürültü yok. Onlar ki fırının daha fazla üretime ara vermesini istemiyorlar. Onlar işlerinde usta olmuşlar işlerini seviyorlar çünkü orada çekirdekten yetişmişler. Hepsi de bozuk kısmında kendi kendiliğine gelişen ve yetişen birlikte eğilip büğülen birlikte fırın demirlerine yapışan insanlar bunlar.
         Sıcak bir hava sıcak bir ortam fırındaki arızayı bulmak tamir etmek ayrıca hepsi de vakit alıyor. Fakat onlar da kendi yöntemlerini kullanarak daha çok veri elde ediyorlar ve arızanın büyük bir kısmını da kendileri hallediyor ve arızayı giderip fırını çalıştırmayı başarıyorlar. Eğer ki işleri de yolunda giderse kısa bir süre sonra da üretime geçilebilir. Onlar ki bilirkişiler ve morallerini bozmuyorlar çünkü bunun gibi şimdiye dek ne arızalar atlattılar. Ve onlar arızayı bulup giderdiler. Eğer ki bu işte usta bilirkişi olmasalardı kesinlikle bu işi beceremezlerdi. Usta demek işini en iyi yapan demek ve diğerlerine göre de işçiliği bir üst seviyeye taşımış kişi demek.  Onlar da uzun yıllar emek vermiş dikkat inceleme gözlem ve gayretleri sonucu bu mertebeye ulaşmışlar.
           Kendilerini serbest bırakan kızlar, işyerinden izin almak isteyenler idari bölüme girip çıkıyor. Kendilerine başka iş arayan üç beş kız da ıskartaların olduğu bölüme yönlendiriliyor. Böyle durumlarda çavuşları kızları bir an olsun boş durutmuyor. Kızların ise zihinleri ve kulakları sürekli dinlemede ve beklemede her an da tetikte. Çavuşun işçileri kumanda eden o sesi çavuş bas bas bağırıyor ses kızların olduğu yere geliyor. Kızlar başlarını çevirip o yöne bakıyorlar. Bir başkası kızların yanına koşup onları çavuşun çağırdığını söylüyor ama kızlar hareket etmiyor. Çünkü tıknaz fırın ustası malın geldiğini haber veriyor fırına mal verildiğini kızlar yerlerini hazır ediyorlar malın gelmesine kadar orada öylece duruyorlar. Kızlar birbirlerine bağırıyor ‘’Mal geldi,’’ tıknaz usta bağırıyor ‘’Mal geldi, ’’ ve ardından da çavuş bağırıyor ‘’Mal geldi,’’ kızlar sıraya giriyor. Omuzları kalkık eller tetikte ayaklarıyla da gel git hareketleri yapıyor durdukları yerde. Onlar ki boyunlarına geçirdikleri işleri o iş ki her yerde kirman gibiler her yerdeler hızlı hızlı hareket halindeler.
        Tıknaz fırın ustası malı verince neşesi yerine geliyor. Mallar fırının üzerinde düzenli bir şekilde kızların önüne doğru ilerliyor. Kızlar tek sıra halinde dizilmişler fırından mal topluyor. Kızlar malları toplarken de birbirlerini eğliyor. ‘’Yarın sen ne yapacaksın?’’ Yapacakları işlerden bahsediyor. Birlikte de bir şeyler yapabileceklerinden çünkü kendisi gezginci her gün iş çıkışı bir yerlere gider sanki mecburmuş gibi ya sen? Sen de gezmekten hoşlanmıyor musun? Sonra birlikte sanki ortada gülünecek bir şey de varmış gibi de gülüyorlar.
           Birinci fırında bandın üzerinde mallar gelip geçiyor kızların önlerindeki kutular mallarla dolu, fırın boyunca sıra ve kızların duruşları hiç bozulmuyor. Az ileride de seyyar paletlere yüklenmiş mallar var.
         İşyeri, kızların erkeklerin ve makinaların üretim yaptığı koca bir mutfak adeta.  
          Peki orada çok kız var mı? Hem de bir sürü
          Peki erkeklerle konuşurlar mı?
          Tabii konuşurlar
          Belleri yorulanlar elini beline atıyor bellerini bir o tarafa bir bu tarafa çeviriyor. Yüzleri bisküviye bakmaktan sararmış kızarmış, göz kapakları yorgun utangaç tavırlı kızlar, ellerindeki bisküvileri kutulara dolduruyorlar. Bu bisküvi işi sıra alma onların mesleği oldu belli. Arkadaşı ile karşılıklı işleriyle birbirlerini dengeliyor hiç vakit kaybetmeden bir de bakmışsın ki karşılıklı aynı fırında aynı iş üstüne düşüyor. Birlikte çalışıyor.
          Eskiden öyleydi hep öyleydi
         Bir film gibi geçmişte gördüklerimde gelecektekilerin de görecekleri aynı şeyler. Senin niyetin ne öyleyse? Geçmiş ile gelecek nesli tanıştırmak Böylece herkesin de aynı işleri yaptığına inandırmak. Onlar ki bazı şeyleri sadece kendilerinin yaşadıklarını zanneder.
         Elbette kirli anıları o kurşun gibi ağır sözleri çocukluğumu da saymazsak bazı şeyleri herkes de yaşıyor.
        Bisküviler sıra sıra geliyor eskinin çocuk işçisi çocukluğuyla birlikte bisküvileri de dolduruyor kutulara farkında olmadan
         Sizce yolun sonunu da görebilecek miyiz?
         Tabii emekli olunca

       Orası çok uzak değil mi? O kadar değil sekiz yıl sonra rahata erersin sıcacık yatağına gidip gidip gelirsin üstelik o kazandıklarını harcayacak vaktinde çok olur. 

21 Kasım 2017 Salı

HAYAT BİR OYUN

    İçindeki ses bağırıyor, ‘’Hayır hayat bir oyun değil!’’ İçinde bir yığın canavar var vahşet var hayat bir savaş, zalimlerle kovalamaca bir savaş.
        Hayır, hayat gerçekten iki başlı büyük bir oyundur.  İçimizde pusuya yatmış düşmanlarımızla baş edebilirsek, öldürmek yıkmak yok etmeyi hep o içimizdeki büyük zalim düşman yapıyor. Şeytanın öç alması için nefsimize söz geçirmesi ve bütün iyi güzel olan şeylere hırsla saldırması ve senin de ona kul köle olman zalimce onun isteklerini yerine getirmen için. Büyülenmiş gibi kuklaya dönmüş emir eri bir asker gibi. O çalar sen oynarsın ipler onun elindedir çünkü,
       Önce içindeki düşmanlarınla savaşmalısın akşamın şerrinden, ama sen de artık biliyorsun düşmanlarını bir kaçı ile birkaç kez karşılaşmıştın birkaç kez de birlikte beraber olmuştunuz. Yemeğe besmelesiz başladın uyurken de öyle elindeki güçleri onun ellerine verdin. Sabah iş hayatına başladın acele ettin sabırsızlandın 
     Tam yanacakken pişecekken ateşi söndürdün hamdın üstelik tam yanacağın yerde kendi kendine ettin yüzünde sevinçliydi üstelik kendin ettin kendin buldun.  Böylece yine şeytanla dostluk kurmaya devam ettin. Onu dost eyledin dost bildin. Gerçekten de öfke ile dost olmuştun öfke şeytandandır sana zarar veren öfke.
      Ömür bitiyor ve sermayeden gidiyor. Ne olacaksa bir an önce olsun. Hayatı kabala yaşayalım hayatta biz çalalım, biz oynayalım, biz yönetelim, baktık ki işler istediğimiz gibi rast gitmiyor kendimizi başka işlere yönlendirelim yoksa hepten hapı yutarız. Ömür bitiyor bu çok kötü çünkü ben daha yaşamadım ki hayatı demek çok kötü. Hayatı ömrü kendi elimizle yedik bitirdik tükettik hesabını yap şimdi nasıl geçirdin hayatı? Nasıl gidiyor hayat? Daha yeni gelecek hayatlarımız var zaman varmış gibi. Var mı? Cevap veremedi.
       Öyleyse üstesinden geleceğim içimdeki düşmanlarımın o yüzündeki başaracak olmanın sevinci hayata sıkı sıkıya sarılmanın. ‘’Buldum çözümü buldum!’’ Şeytanın bacağını kıracağım nasıl kıracaksın? Tam dilimden kaçıyordu yakaladım tuttum onu söyletmedim, elim tam acele ediyordu hele bir dur dedim, tuttum onu da ayaklarım acele acele yol ver diyorlardı  hemen ayaklarımı altıma topladım yol vermedim. Kuş gibi hafifim şimdi
        O kişi yine akşam acele acele ateş yaktı yemek pişirdi besmelesiz büyük bir iştahla yedi. Çünkü şeytan yine onu kandırmıştı.  Çünkü şeytan yine onun içindeydi akşama kadar da onunla arkadaşlık etmişti. Çalışma hayatının içinde günlük işlerinde inişte çıkışta her bir taşa ayağı takıldığında hayata sövdüğünde.
           Oysa hayat o kadar hayranlık verici ki o kadarda güzel ki dön bir de diğer taraftan bak  gözlerini farklı bir pencereden bak  hiç farkına varamadığın güzelliklerin de farkına varacaksın. Sen de farkında değil misin sanki dünyaya yeni geliş gibi yeni bir biçime bürünmüş gibi her sabah yeniden doğuyormuş gibi yepyeni bulmak kendini
     Aslında bazı sorunları insanların kendileri yaratır bazı sorunların çözümünü de kendileri bulur. 
      Zaman akıp gidiyor durmaz yerinde, evren akıyor yıldızlar akıyor, atlı karınca dönüyor. Şafak söküyor. İnsanın yaşama sevinci artıyor ve sönüyor. İnsan doğuyor büyüyor ve yaşlanıyor.  Haber verilmiş olsa ne zaman öleceğimiz şurada da oturur beklerim. Süslenir püslenir ölümü beklerim. Püffff sanki ahirete de kat kat hazırlık yapmış da Allah’ın ipini de yukarıdan yakalamış gibi.

     Kartlaşmış yaşınla o çok sevdiği Allah kavuşmak istermiş gibi sanki gitmesi istenmiş de gitmesi gerekli imiş gibi elini de göğsüne dayadı tevazu halinde ayaklarını kıvırdı secdeye kapandı. 

20 Kasım 2017 Pazartesi

BITKINLIK

                                                 
                               USTA

        İşten iyice bıkmış işi ona bezginlik vermeye başlamıştı her zaman gülen güzü asıktı. Ağzını bile açıp konuşmaya takadı kalmamış gibi iki dudağı arasına yerleştirdiği sigarası ile dudaklarını büzmüş yüzünü de buruşturmuştu. İçerideki hayat ve onu ilgilendiren insanlar,  hepsi de aynı torna makinesinden çıkmış birbirine benzeyen petiböre fingere asorta dönmüş solgun yüzler ve birbirine benzeyen hayatlar.
       İşe ilk girdiği yıllar hiç de böyle değildi. Yeni açılmış kabak çiçeği gibiydi. Herkesin girebileceği bir işte çalışıyordu. Fakat herkesin erişemeyeceği bir mertebede, vardiya ustası olmuştu. Bütün çabası emeği usta olmak içindi. İşinde de usta olmuştu uzmanlaşmak içinde çok çalışmıştı.  Zaman zaman kırgınlıklar olmuştu işinden ayrılmak istediği sonra bu mertebeye ulaşabilmek için çabalayanları gördükçe de vazgeçti. Ustalık mertebesi çoğu işçinin hayallerini süsleyen olmak içinde umuda kapıldığı. Bunları da düşündükçe çıkmaz içine girdiği konular kafasının içinde dağılıyordu. Üstelik iş bulamadığı eski günleri kaç kez işe girmek için bu kapıyı tıklattığını da düşününce ve hayal kırıklığı ile geri döndüğünü. Ustalık önlüğü içindeki düşünceleri ondan uzaklaşıyor hayalinden tekrar işine dört elle sarılıyordu.
    Diğer çalışanları da düşündü onlar kendisinden farklı mıydı? Çoğu da onun gösterdiği tepkileri gösteremiyordu.
       İnanın fabrikadan çıkan insan yüzlerinin hemen hemen hepsinin düşüncesi de aynıydı. Onlar ki cami nedir bilmezler anne baba akraba ziyareti bilmezlerdi sadece kendi geçim derdine düşmüş insanlar. Öyle büyük paralar da kazanmazlardı üzerilerine giyindikleri önlükleri ve ellerini sokup çıkardıkları cepleri öyle fazlada derin değildi. İnanın onunda suratının yüz vermemesi de bu yüzdendi.
       Onun bir mesleği vardı ustaydı diğerlerine göre iyi de para kazanıyordu ama işe olan iştahı kalmayınca çalıştığı ortamda her yer ona toz duman darmadağın görünüyordu. Gündüz vardiyalarına geliyordu. Gündüz vardiya sorumlusu olduğundan ayrıca ek ücret alıyor ama yine de para biriktiremiyordu. Bu durumda gider ve gelirleri nasıl dengede tutacağını hesap ediyordu.
     Düzenli bir iş sorumluluk istemesi sonucunda böyle olmuştu biraz farklı para alan farklı forma ile çalışan yalnız adam, üstelik kendisini kıskanan arkadaşları da vardı. Onu küçük düşürmek için uğraşan ama o kişide uykusuna yenik düşmüş uyurken yakalanmıştı işten atılmıştı.
         Usta bilirkişinin sinirleri iyice bozulmuştu çünkü devamlı gündüzcüydü, vardiyalı çalışmıyordu. Bütün bunların üstüne bir de işinden bıtkınlık.  Çünkü her şey aynı bir gün önce ki iş neyse ertesi gün de aynı işin başında. Üstelik önlerindeki iş de her zaman ki bildiği iş sahiplenip de sahiplerine karşı da savunduğu iş. Hatta ara sıra ortalığı birbirine katmaları ve daha sonra uzlaşmaları bile birbirine benziyor. Onun dünyası burası dışarıdaki dünya sanki önemli değil. Aşırı süslenmeye özentili giyinmeye de gerek yok nasıl olsa çoğu örneği ile bütünleşiyor ortalığa uyum sağlıyor. Ama gerçekten de bu büyük bir sıkıntı sebepler ve olaylar kurallar sınırlamalar çoğunluğu da kafasının içindeki kısıtlamalar. Yani içerden veya dışardan gelen bıtkınlıklar ve hiç birinin de asla e asla zengin olamayacağı ya da fakir olamayacağı bir iş. Makinenin ekipmanın bir parçası gibi kendisini genç enerjik dinamik de hissedemiyordu. Uğraştığı meşguliyeti ona hiçbir zaman enerji verici görünmüyordu. Tahammül etme sabretmek bu demekti. Kendisi dışarı çıkan arkadaşına sigara siparişi verirken kendisine burada makinelere bağlı kalıyordu ve bunun açıklamasını da yapamıyordu.
           Bütün çalışanlar için durum aynı vasıflı vasıfsız memurlar idari bölümler içinde aynı sürdürülmesi zor gibi görünen işler aslında zaman, vakit hepsi için aynı idi. Hepsi de makine ve ekibin bir parçası ve hepsi de gündüzcü bu durum onu üstelik hem desteklemeli hem de teşvik etmeliydi oysa ki,
        Zamanla bıtkınlığın işine müdahale edilmek demek olduğunu söyledi. Ama müdahale de edilmiyordu. Öyleyse burada bir sorun vardı o da kendisindeydi burada yaşamaya mecbur hissetmesindendi. Bir yere bağlı kalmak için için kendini yiyordu. Neden böyle bir düşünceye de kapıldı bilmiyorum ama zamanla sanırım birikimle ortaya çıkmıştı. Çünkü ekip içinde onun görevini işini yapmaya hatta bayıla bayıla yapacak gönüllü kaç tane usta adayı var. Bazıları gerçekten o görevi hak edeceği halde bazıları da gerçekten o görev için yetkin değildi.
        Aslında zamanla oluşan şeyler kimse kimseyi de suçlamamalı kimi dışarıdan dayatılan kimi içeriden insanın kendi kendine dayattığı şeyler.


18 Kasım 2017 Cumartesi

FIRINDAN SIRA ALMA

           Servisler her gün            şehrin içlerine doğru açılıyor. Sabah sabah erkek veya kız işçi toplayan servisler bunlar. Şimdi toplayacakları işçiler kızlar. Onların iş başı yapma saatleri de farklı. İşçilerin neredeyse tamamı eski ve hepsi de usta bisküvi toplamacısı onlar ki daha dayanıklı ve sert. Hiç  romantik olmayan pek de anları sanları duyulmayan yapılması gereken önlerindeki işlerini de layıkıyla yapan kadın veya kız işçiler. Onlar ki tehlikesizce o bayrağı göklere çıkarmak istiyor. Onlar ki daima işlerini başında nöbet tutuyor. Onlar ki her gün evlerinde ateş yakıyor aş pişiriyor. O emektar işçiler bisküvi toplamacıları hepsi de madalya gibi o işlerini göğüslerinde taşıyor.
         Hepsi de işyerinin merdivenlerinden tek tek çıkıyorlar. Bisküvi toplamak için fabrikanın markası haline gelmiş o iki büyük çeşidi toplamak için iki fırından. Toplanacak malların yanlarına geldiklerinde de toplamacılar iki sıra halinde aynı hizada aynı aralıkta duruyorlar. Aralarındaki mesafe el hareketlerine ve kazan, koli, kutu koyulacak şekilde ayarlanmış acemi kızlar ise küçük bir masanın etrafında fırının üzerinden gelen dolan kutuları alıyor, tartıyor, bantlıyor, etiketliyor palete kayıyor. Onlar ki devamlı hareket halinde. Toplamacılar ise iki sıra halinde, kendi hallerinde önlerindeki işe de sıralara da hakimler.
            Akşama kadar bu iş böyle devam edecek. Toplamacı kızlar aynı hizada aynı iş üzerinde akşam edecek. Ve o bisküvi kızların ellerinde serüvenine devam edecek. Akşam ki vardiyanın toplamacı kızları gelince de o bayrağı onlara teslim edecek. Bir tur gibi bir günlük tur. Bu tur bitince dönüp geri geliyor eski rotasıyla birazcık da kendisiyle kesişen kendine özgü yol haritasında kendine de bir güzergah belirlemiş. Kendi konumunu belirlemek için sık sık kendi üzerindeki elbisesine bakıyor. Sonunu da görebilmek için sık sık da kendi rotasına bakıyor bıraktığı izlenimlere.
             Toplamacı kızlar tam donanımlı usta kızlar her işe her göreve de elleri hazır. Toplamacılar fırından gelecek yeni ürünü gözlerken bir diğer taraftan da işletme içinden gelen sesleri dinliyor. Fakat onlar için en önemli görev önlerindeki işi işlerini hiç bir zaman bırakıvermiyor, boşverlik yapmıyor. Fırından mal gelmeye başladığında bütün gözler o tarafa çevriliyor. Toplamacı kızlar bu şekilde fırından pek çok kez mal topladı hiçbir zaman da ‘’Ben toplayamam, ben yapamam,’’ gibi bir şüpheye de düşmediler. Kendilerine güven. Eğer ki o güvenleri yıkılır ‘’Ben toplayamam,’’ diye bir şüpheye düşerlerse o zaman işi başaramazlar ve o işten de korkarlar. Toplamacı kızlar ilk acemilik günlerinde korkaklardı, güvensizlerdi ‘’Ben toplayamam, yapamam,’’ diyorlardı ama şimdi öyle bir şey de demiyor korkusuzca mallara saldırıyor, üzerine atlıyor.
             Toplamacı kızlar kutulara mal doldururken onların kulaklarını da çavuşun komut ve emirleriyle gelen sesler dolduruyor. Bu toplama işinden hariç işletme içinde yapılan bir yığın iş var.  Toplamacılar bu konuda rahat çünkü yerleri ve yapacakları işleri belli sadece gözleriyle gelen malları takip etmek ve kutulara elleriyle doldurmak. . Fırın çok hızlı, kızlar yetişemezse mallar aşağı akabilir bu yüzden fırın hızının da iyi ayarlanması gerek fırın hızı iki buçuk dakikadan üç dakikaya çıkıyor. Toplamacılar rahat bir soluk alıyor mallar fırının üzerinden yavaş yavaş ilerliyor Onların gözleri hala fırının üzerinde ve daha da uzak noktalarda dönüp ara sıra fırın ustasının telefonlar konuşmasına kulaklarını kabartıyor. ‘’Hamur bitmiş son hamurmuş,’’ kızlar rahat bir nefes alıyor. Çavuş da rahat bir nefes alıyor. Yüzlerindeki yorgunluk bulutları birden dağılıyor.
         O endişeli süre, iş saati, ne kadar uzun ve iş de ne kadar sorunsuz geçerse geçsin üretimde sorun her zaman vardır. Ve olabilir.

                İşin bitmesine çok az bir süre kaldı. Toplamacılar işlerini sorunsuz bitirip görev yerlerini de terk ettikten sonra da güvenle evlerine dönebilmeli.
           Toplamacılar son topladıkları kutunun da üzerini naylonladıktan sonra işlerinin başından ayrılıyor. Toplamacılar görevi teslim ediyor toplamacıların bu günlük işleri bitti.
          Koca bir iş günü onları fena halde sarstı. Arkanı dön topla eğil topla onlar ki sadece görevi teslim edip paydos edildiğinde dinlenebilecekler. Ve ertesi gün yeni bir iş günü sil baştan yine toplama işine  devam edecekler.
          Bisküvi paletler üzerinde ilerliyor kokusu da havada asılı gelen geçen de o havayı teneffüs ediyor. O koku aşağılara doğru indiğinde de hemen işçilerin bedenlerine elbiselerine nüfus ediyor.
         Hep birlikte koca bir salona iniyorlar. Kızlar birbiri etrafında birleşiyor Dönüş yoluna çıktıklarında saat sabahın sekiz buçuğu onları fırın sıralarına bağlandıklarında hava karanlıktı. Kuşlar gibi cıvıldaşıp işlerinden ayrılan kızlar servislere binince koltuklara yığılıyorlar. Ertesi gün yine yıllardır çalıştıkları işlerini başlarına da dönecekler. Tastamam birbirine benzeyen günler ve tastamam aslına benzeyen yüzlerle kendi geleceklerine yön verecekler.
         Şimdi de şehrin içine yayıldılar geniş bir alana her yer bisküvi kokuyor esnaflar alacaklı gözlerle onlara bakıyor. Onları bir gelir getirici olarak görüyor. Esnafın günlük en az iki üç gelir getirici yakalaması gerekir. Esnaflar mallarını sergilediler. Gelir getirici bisküviciler de o sergilerin önlerindeler.


17 Kasım 2017 Cuma

BANA YENİ BİR İŞ LAZIM

      Benim de gidip kendine başka işler arayıp bulmam gerek,
       Allah’ın verdiği çalışma gücünü kullanacaksam, ama ben de bu gücümü pervasızca harcayarak birilerine peşkeş çekerek yok etmemeliyim, tüketmemeliyim, ne yapmalıyım öyleyse? Ne yapmalıyım da kendimi coşturmalıyım? Başka işlere, başka gönüllere, başka beni galip getirecek işlere kendime uygun denk getirmeliyim? Bu iş bana uygun değil ben de mutlu değilsem buralarda? Öyle değil mi? Ben çalışırken eğilip bükülen bedenimi, elimi ayağıma dolayan işler, aslında bana uygun olmayan işler, keyfimi kaçıran benden uygunsuz sesler çıkartan işler.
      ‘’İçimde kopan fırtınaları bir bilseniz dünyada yeniden gelsem şu işi yapardım dediğim işler,’’
        Kimdir nedir? Seni bu rüyayı görmeye zorlayan? Senin tekdüze yaşantına bir ışık yollayan? Akıl hocaların içindeki duygularını kıpırdatan, seni canlandıran, seni seninle ahenkli melodi çıkarmana sebep olan, seni önündeki işinden ayıran?
         Herkesin gönlünde yatan bir aslan vardır. Olaylar bir bir çevresinde döndüğünde o içindeki sesler de döne döne ses vere vere geldiğinde, kulağına dışarıdan gelen seslerle kızgınlaşan, hırçınlaşan, kızıla çalan, ara sıra ateş alıp yanıp tutuşan seslerle, sen benim içimdeki sesi tutuşturana değil de içimdeki sese bak. ilkbahar çiçekleri gibi açan içimdeki hislere yeşeren düşlerime beni işimden soğutan benim önüme güller döken hayallerime bak. Kimi önyargılı bakarken onun hayallerine o hayallerinden kendine bir taç yapmış yeşil yapraklarla da süslemiştir işinde de ona kendince her türlü yararlılığı gösterecek iş. Nedir? Nasıl ulaşılır o işe? Beni o işe ulaştıran beni onunla buluşturan yine benim cesaretim de gizli, Rabbimin bana verdiği çalışma gücünde.
        Peki öyleyse kullan bakalım o gücünü git gidebildiğin yere kadar. Bunun için, benim o eşiği geçmem için bazı şeylerden feragat etmem lazım, bazı şeylerden de fedakarlık etmem, bazı şeyleri görmemem, bazı şeyler içinde risk almam lazım bir maceraya atlıyormuş gibi.
        Fakat o içindeki gerçek kıvılcımı çalışma şevkini istek ve azmi keşfettiğinde
       Ben yaptığım seçimle kendimi görmek istediğim yerde yeni işimle ayağa kalkmış bir iş başarısı ile. İşim ve ben tecrübelerle birbirimiz yaklaşırken, ben rızkımın orada olduğunu hissederek yaptığım işimle birlikte mutlu oluyorken, mutluyken bir de iş ve ben birbirinize bağlı iken birbirinize sarılmışken hayransa herkes bize iş ve benin birlikteliğine farkına bile varmazsın o zaman yorgunluğunun inan çalışmak böyle bir şey ve çalışmak istediğim iş de böyle bir iş
     Herkes çalışır fakat farkında değildir çoğu kez çalıştığının işin neresinden tuttuğunun rengarenk bir hayat içinde, önüne konulan yemekler hazır yiyecekler, keyif ve neşe içinde gençliğin verdiği nimetleri içinde ve bütün azıklar gençliğinde toplanır yaşlılığın da hazır bir besin olarak yenir. Aslında her kazandığın nimette bir duygu da uyanır içinde her kazancında da kendini görürsün kazandıklarında gülmek veya ağlamak gibi kendi elinin emeğinin kazançlı tarafındaysan eğer sevinir coşar bereketlendirir nimete şükür etmenin gereğini de bilirsin gizlice.

                   

15 Kasım 2017 Çarşamba

KAFASININ İÇİNDEKİ TİLKİLER

   Güneş iki mızrak boyu yükselmişken o kişi elinden kendine yastık yapmış hala uyuyordu. Ruhunda esen fırtınalar üzerinden gelip geçen kavak yelleri de onu yorgun ve bitkin bırakmıştı.
          Eğilmek doğrulmak iş yapmakta da ona göre şeyler değildi. Gözünün önünde dönen ona olan işin saldırısı kendince iş ile kurduğu bağ onun kafasında böyle oluşmuştu. Böyle bir düşün içinde kendisi de işe yanaşmıyordu.
        Yumuşacık yatak, işe gitmeden önüne konulan yemek, bütün gün o yatağın içinde uyumak kalan zaman içinde sedirde uzanmak,  hiç kımıldan otursa oturacak, kimse de ona kalk şuraya otur da demeyecek.
        Şimdi de hiç bir şey düşünmüyor gibi duruyor ıslak ıslak da bakıyor. Kim bilir kafasının içinde kaç tilki, fare dolaşıyor kaçını yakalamaya çalışıyor. Büzülmüş kıpırdamadan duran kemiriciler kuyruklarını kaldıran tilkiler hepsi de onun içinde birlikte yükseliyorlar, kabarıyorlar, birleşiyorlar ve çoğalıyorlar üretkenler. Kendisi de iç sesi ile onlara böğürüyor bir öfke savar gibi dili ile onların yalanlarına sövüyor bir diğer taraftan da onların yalanlarını savıyor. Yani her şey kafasının içinde canlanıyor.
           Mutsuzdu. Bunları yaşamayanlar bilemezler. Kavrayamazlar ancak karşılarına geçer yorum yaparlar arkalarından konuşurlar ‘’Ne kadar da tembel,’’ diye. Oysa onun gözlerinin içine baktığınızda onun ne kadar da bedbaht olduğunu anlarsınız.
           
    ‘’Ben çalışıyorum mutluluğu yaşıyorum üstelik işimi de seviyorum.’’
      Kalabalıkta makina ve insan uğultusunda az bir paraya ama o fabrikalarda çalışanların mutlu olduklarını da görünce oraya girmek ve çalışmak onunda aklına yattı.
            Kalabalıkta çalışmanın ne demek olduğunu anlayabilmesi içinde oraya gitmesi üç gün çalışması gerekiyordu.
           İşe girdiğine seviniyordu. Zaman hızla geçiyordu. Keyfi yerine gelmişti mutluydu seviyordu işini kendine göre derinden yaraları vardı onlara kabuk bağlatmıştı.  Oysa o şimdi evinde oturuyor olsaydı kafasının içinde neleri kurcalıyordu. O tilkiler ki avutulmaz bir kederle dolanıp duracaklardı kafasının içinde. Her insanın yaptığı gibi olmayacak şeyleri düşünmek, olanlar üzerinde senaryolar düzmek.  Kaç kez de namuslu, namussuz işler gelip onun kafasını ağrıttı. İyi işte işi onu kurtardı boş işlerden. Akşam evine gidince de erken yatacaktı ne de olsa ertesi güne çalışacak bir işi vardı.
         Lahana yöntemi izleniyor hayat onu haşlayarak döverek parçalara ayırarak hazır etmeden o kişi durmadan dürtülüp çalışmaya hazır hale getiriliyor. Tamamen elden ayaktan düşmeden tamamen çalışma ve verim verme özelliklerini de kaybetmeden dürtmelerle aynı tadı ve kokuyu da vererek iş sahasına girdiklerinde de normal birbirlerinden farksız oluyorlar.
          Onun kafasının içindekileri düşünmesine izin var ama onun tembel çalışmazken görmek artık zor.
                           


14 Kasım 2017 Salı

YENİ BİR İŞE BAŞLAMAK

                                        Sevinçliydi yeni bir işe başlayacaktı. Sanki ona verilmiş  bir armağan gibi bir armağan almış kadar sevinçliydi. Duyguları tertemiz pırıl pırıl duru sabunuyla yıkanmış gibi evinin yolunu tuttu. Artık onun da bir işi vardı işli biri olmanın gururuyla yürüyor yürüdükçe hafifliyordu. İlk karşılaştığı insana nasıl işe girdiğini anlatacağını merak ediyordu. İlk karşısına kim çıkacaktı? Elinde işe girdiğine dair belge ve iş önlüğünü pantolonu kendi üzerine göre dikilmiş yine de eve gelince giyince tekrar bakacaktı.
       Evinin kapısını önüne gelince sevinçten ayaklarının bağı çözüldü ve tekrar canlandı ilk karısı görünmüştü onu görmüştü. Karısının karşısında bir aslan gibi yelelerini sallaya sallaya salına salına yürüdü. ‘’Bak bak,’’ dedi. ‘’Kokusu geliyor mu? Bak bu da benim zaferim, işe girdim her gün kapımızın önünden geçen o kalabalık orduya ben de girdim. Ben de o çemberin içindeyim artık,’’ sevinçli hareketleriyle gülümsedi. Karısı ''Hayırlı olsun,'' dedi. Onunda sevinçten sesi tıkanmıştı, kış geliyordu odun kömür, limon portakal
     Açılan kapılar açılan iş kapısından onların evine ışık giriyordu o da zaten o kapıyı hep açık bırakmak istiyordu.
           Ne yani kapımızın önünden her gün ırmak akarken ben de bir olta atıp balık tutmayayım mı? Yakalamayayım mı? Hazır toprağıma serilmiş önümde hazır iş, dedem de çalışmış üstelik. ‘’Keşke benim torununum da çalışsa o da görse bu fabrikaları,’’ da demiş. Üstelik yeni de evlenmiş. Henüz fabrikanın kapısından içeri girmeden işe başlamadan düşündüğü şeylerle tekrar acı acı gülümsedi başka bir iş mi var? Öyleyse işimize sahip çıkalım yolumuza da
       Çok sevinçli yeşil bir yola girmiş kadar sevinçli soğukta titrediğinde bile sevinçli kafasından kovduğu düşmanları vesveseleri için sevinçli,
      Onun içinde ağaçlar yapraklanmış çiçek açmış özlem duyduğu aradığı şey sanki pusuya uykuya yatmış da onu bekliyormuş da bulmuş kadar da sevinçli, sıkışmış daralmış yoğunlaşmış karanlıkta kalmış ta bir ışık bulmuş kadar sevinçli hissediyordu kendini. Kuru kalabalıkta arkasında gürültü önünde insanlar ve onun ruhuna dokunan ilhamlar.
     Çalışmak için başladığı bölüm bisküvilere kalıp basmak baskı yapmak. İşi zor ama öyle büyük bir coşkuyla yapıyorlar ki o coşkuyla yapanlarda genellikle köyden gelenler, daha önce de işi olmayanlar bisküvi ile de huzurlu bir birliktelik yakalamışlar.
        Ara sıra başka işlere de gönderiliyorlar tam işi öğrenecekleri vakit yerleri değişiyor onun yerini başka bir acemi işsiz devralıyor. Ama bir şey değişmiyor eski bildiği işine tekrar geldiğinde aynı bildiği gibi de usta imiş gibi de koyuluyor. İşin kıymeti işi yapmakta. Deneyim kazanmakta çok çok önemli seni donanımlı hale getiriyor seni yükseltiyor işçilikten gelip görevlerini yükseltenler var. Bu sebeple her işi de öğrenmesi öğütleniyor. Ne de olsa çekirdekten yetişecek ne de olsa genç ve askerden yeni gelmiş burada kendini geliştirebilir.
      Fırıncı bisküvileri pişiriyor fırın çıkışına kadar da takip ediyor onun çok pişmiş az pişmiş olması ile o ilgileniyor. Tadını kaybetmemesi için pişirme süresi de önemli, usta tadını kaybettirmeden fırından ne fazla pişmiş ne de az tam kıvamında çıkartıyor.
       O pişirmeye merak sarıyor. Kendinden de emin olunca da o işi talep edecek. O uysal bir şekilde kendisine öğrenme yetkisi veren ustalarının sözlerini dinliyor onlarda onu işi öğrenmeye teşvik ediyor. Fırın ustalığı rütbe unvan bakımından bisküvi fabrikalarında en çok tutulan meslek. Önce işi öğrenmesine kendisini geliştirmesine izin veriliyor sonra o da fırınlar arasında pişmesine işi kapmasına. Ayrıca kendisinin de öğreticilerine karşı saygılı olması gerek işi hakkında rapor vermesi gerek.
       Yıllarca süren bir süreç içinde usta olduğuna kanaat getirilince de fırın teslim ediliyor. Her bir usta öğretici için ayrı bir yöntem izleniyor. İşe hazır hale gelenler ise ustalığa terfi ediyor.
           Evine gidince de bir gün içinde yaşadığı süreçten karısına söz edecek. Sanki bir maceranın içindeymiş gibi sanki o yiyecekleri daha önceden tatmamış gibi ya çalışma arkadaşları hiç birini de dilinden düşürmeden anlatacak. Orada çalışanların anlattıklarını eski anılarını da içine katarak coşkuyla işini işyerini anlatacak. O tat içine karışmış olan tatlı kızları onları diliyle anlatamayacak kızların dilindeki isimleri ile yanakları kızaracak sadece gördüklerini anlatacak bilmedikleri hakkında da yorumlar yapmayacak.
         Gözlerine anlatırken uyku bir kurşun ağırlığında geldi yapıştı o ise yastığına sarıldı işsizliğin işe ve işyerine verdiği hasretle o şimdi uykusunda hiçbir şey görmüyor hiçbir şey duymuyor. Sadece bisküviden gelen kokular ve seslerden başka.