9 Ekim 2017 Pazartesi

YORGUN KADIN TEMBEL KOCA

          ''Tabii yorulan senin bedenin değil.'' 
          Kadının beli öne eğilmiş beli de tahta gibi eğildi mi düzelmiyor. Belinin incikleri sanırsın ki iki yerinden kopmuş o da yorgun yüzünü sarkıtıyor. Yorgun kadının şu bisküvi işçisinin süperliğine bir bakar mısınız? Parmakları da tutkalla yapıştırılmış gibi bisküviye yapışmış ona uzak görünmeyen işi onun gizlediği yaralarında yaslandığı işi. Ne zamandır eğik böyle belinin üstünde? Epeyce zamandır daralınca az kalkıp öylece duruyor sonra tekrar eğiliyor. Ve sonra tekrar omurgası üzerinde dimdik durmaya çalışıyor.
       ''İşimi seviyorum, çünkü o ekmek parası,''
        Kocası ve çocukları kıpırtısız evinde akbaba gibi bekleşiyorlar. Onlar ki yemeğin hazır edilip önlerine gelmesini bekliyorlar. Yemeğin taşınmasına ta boğazlarına kadar gelmesini de, 
          Kendisiyle birlikte eğilip doğrulan ip gibi savrulan üç kadın daha var. Onları da düşününce, yüzündeki çalışma isteği biraz daha canlanıyor beline kuvvet geliyor. Gergin sinirleri gevşiyor, ses tonu yumuşuyor, belini kaldırıyor. Hem öyle ansızın kaldırıyor ki beli ters düz edilmiş sanki ''Yandım anam!'' Diye de bir ses geliyor ta derinlerden. Onu yakalayan ve belini bırakmayan bel tutulması, bel fıtığı, bilmem ne bela sırasını yakalamak kaçırmamak için fırının üzerine ve tekrar oluğun üzerine sıçrıyor. Bir an neredeyse nefesi tutuluyor, nefesi kesiliyor bilinçli direniyor hayata ve oluğa ve işine ve önünde sıralanan bisküvilere beli ona öldüm anam dese de o sıska gövdesiyle kollarını hırsla saldırtıyor önündeki işine hem öyle saldırıyor ki saklamaya çalıştığı acısını kimse hissetmesin diye. Sonra belinin ortasındaki sıkışmış damar birden kurtuluyor yerinden, o tahta gibi dimdik duran ve sonra eğilen belinden ve o sıska gövdesi ona her işi yaptırtacak olan bedeni, o sıska arıklığından kurtuluyor, o da hafifliyor. Belinin içinden yırtılırcasına kopan acılar da kesilince daha büyük bir iştah ve istekle işine saldırıyor. Evinde oturan ondan ekmek bekleyen kocasını ve çocuklarını da düşündükçe ihtiyaçlarına ve kocasına söven bir hırsla işine saldırıyor. Hiç mi diyor hiç mi içinde çalışma isteği yok? Her eğilip doğrulurken ip gibi savrulurken her boyundan uzun oluğa yükselişinde yüzü de birden bire değişiveriyor. Soluğunun sesi bile değişiveriyor. Neden neden? Diyor, hiç mi sana göre iş yok?
          Aynı evde yaşıyoruz aynı yaştayız fakat aynı beden ve kiloda değiliz döşemelerin benden kalın ve ayakların kaba etlerinde da benden kalınken o döşemelerini hiç kanepeden kaldırmıyor ayaklarını sarkıtarak oturuyorsun. Bir de sıkı durun üstüne üstük çocukların üzerine kapıyı kilitleyip kahvehaneye gidiyor, çocuklar ise kendilerine bakacak yaşta değiller küçükler üstelik.
       ‘’Haydi,’’ Diyor. O öfkeli ve saldırgan sesiyle ellerine durma, davran çalış, saldır kollarınla,  gelen mallara ve dahi fırına haydi saldır.
         O kadın hayata ve dahi yaşama direniyor.
         Sakınarak evine giriyor kendisi de sanki değersiz bir şeymiş gibi sırtı kocasına dönük, kendisinin de dengede durması için  konuşmuyorlar. Beklemedeler. Konuşsalar iyi ederler. Şimdi zamanı değil sanırım konuşsalar birbirlerinin başlarının etlerini yiyeceklermiş gibi birbirlerinin tepesine çıkacaklarmış gibi en iyisi öylece bırak onları, olayları akışına bırak. Eğer ki evlilik eğimli yola girmişse kafalar uyuşmuyor birbirlerinin elinden tutmuyorsa  elinden tuttukları da yavaş yavaş elinde kuruyorsa o kişi daha ne kadar o eli tutabilir? O el eli üstünde kalmaz kayar gider ve eğer içinde de bir şeyler kıpırdamıyorsa sevgisini içindeki boşluğa doğru savurmuşsa, 
        ''Dur!'' Vefakar cefakar kadın biraz daha dur, bekle o kapıda çocuklarının hatırına dur. Kadın duruyor o önde kocası geride kocasının o evde hiç bir ağırlığı yok hükmü yok, sinek gibi havada boşlukta boşluklar içinde. Böyle erkekler de vardır işte o kadının eline su dökemez eli de eline değmez. Kadın suratını dönüp de bakmaz bakarsa da öfkeyle bakar çaresiz ve umutsuzca. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder