Hava peynirli çubuk kraker kokuyordu. Dış
kapılarda kapalıyken peynir aromasının kokusu ortamın havasını daha çok
keskinleştiriyordu. Sağda solda her makinenin başında kızlar da atıştırmalık
önlerine konulmuş peynirli çubuklar vardı bazıları da ceplerinde saklıyordu.
Sıcak hava ve kraker kokusu erkek
vardiyasının gün sonuyla gelen değişimi kokulu havanın da değişimi. Bu hava içinde
gidip gelen insanlar, onlar da işlerine sıkı sıkıya sarılmışlar günü sorunsuz
atlatmışlar. Beş altısı gruplar halinde kümeleşmiş işçi kızların yanlarından
gülüşerek geçiyor. Güçlüler ellerinde ki güç yaptıkları iş onlara güvence veriyor.
Şükür ediyorlar. Her iş günü sonunda her iş için yaptıkları eylem ve hareketin
sonunda iş önlükleri içinde bedenlerinin ellerinin şıkırtısı ve iş sonunda
kendilerini bir tüy gibi hafif hissetmeleri ve bir tüy yığını gibi işyerlerini
terk etmelerinin şen şakrak tatlı nameleri.
Bekar
kızlar ve oğlanlar bu esnada birbirlerine bakışırken birbirlerine melodili aşk
şarkıları dillerinde söylerken. İlk gençlik, ilk aşk acısı, ilk bakış, işyerinde kınanma ayıplanma duygusun da önüne
geçmiş zamanla da o bakışlara kendini alıştırmış yumuşamış ara sıra da hafta
sonlarında gün sonu iş çıkışlarında da konuşmayı başarmış.
Ömür gider yol gider iş yürür o
içinde kalmış özlem içinde kalmış çocuk ruhu veya gençlik hangisi uyanırsa
kişiye göre onu sevindirir. Heyecan ve çalışma şevkini hızlandırır. Yaşlılar
işe alışkınlar o melodiye pek fazla kendilerini kaptırmazlar aslında onların
ellerinde ki Allah’a dayandırdıkları güç dua ile isteme yöntemi veya çocuk
çoluk geçim derdi eğer ki onlarda o güçlerini yitirmeye başlarlarsa onlarda bu
kalabalık koroya eşlik eder o kalabalıkla uyumlu aynı sesi çıkarmaya başlarlar. Çünkü inanırlar çalışmak
için bir motivasyon gücüne ihtiyaç olduğuna. Bir gençlik heyecanı bir coşku bir
şarkı günün içinden gelen böyle bir estetik sevinç onların gönülleri de ister.
Biri bir köşede diğeri öteki köşede
birbirlerinden habersiz gibi duran o işe alışkın işe amade gibi duran elleri o
makineye aşırı sürtünmekten eskiyen pırtıya dönmüş önlükleri demir yığını
halindeki o gri parlak döküme dayandıklarında zamanın derinliklerinden de
aktıklarında bu ezgi melodi onların kulaklarına da gider onlara da durdukları
yerde güç verirdi.
Selam sana bu günün işi yarının
geleceği, bitmeyen bir bisküvi gibi gelen sıralar gözle görülmesi imkansız arka
sıralar henüz daha olmamış unlar hamurlar,
Günlük, her gün şehrin içinden bisküvi
kokan fabrikalı kızlar melekler gibi geçiyor. Henüz uçmamış sığırcık yavruları iyilik
konuşuyor iyilikten bahsediyor.
Bir gün ne de çabuk geçti güneş battı
ve doğdu. Kızlar yine aynı kokuları taşıyarak servislere indi bindi.
Kendilerinin dışarıda nasıl göründüğünü işyerinde nasıl göründüğünün iki halde
de nasıl bulduğunu işyerinde ve dışarda iki büyük ayrı dünyanın arasında ve
yine kendisiyle baş başa yalnız kaldığında. Ey hayat kaşıkla verdiğini kepçeyle
alıyorsun benden. Yine ben önüme konulan kuru fasulye ve soğana talim ediyorum.
Yine
de şükür sen ki bu şehrin üstüne doğmuş bir mucizesin sen ki bitmeyen bisküvisin
ilkbaharda sonbaharda sezonluk da değil devamlı yumurtlayan tavuk gibisin
elimden tuttun ve her elinden tutan hemşehrilerimin de gözlerini açtın. Onlar ki
iş aramak ve bulmak için balıklar gibi çırpınıyorlardı. Her evde her sofra
başında senin adın ilk senden söz açıldı ağızlarını köpürte köpürte övenler ve
sövenlerle birlikte. Elbiseler ki kimine dar kimine bol geliyormuş
Bisküvinin savunucusu bisküviyi savundu.
Şimdi yaş otuz beş bisküvi kötü mü oldu?
Sana güç verdi şehrin üzerine rahmet gibi yağdı sana yardım etti seni hem maddi
hem de manevi iyileştirdi.
İşçi, ‘’Ama ben de on beş yıl hizmet
verdim.’’
On
beş yıl sonra hemen öleceğini mi sanıyorsun? O on beş yıldan sonrasını da
düşünmüyor musun?
Sustu
ses çıkarmadı.
Zaman durmaz yerinde akıp gider. Senin o
kokun da o her gün senin elini öpen bisküvide yorgun bedenin de o zaman
kaybolup unutulup gider.
Bak
bugün de akşam oldu
Herkes yuvalarına döner gibi işyerlerine
akın ediyorlar. O çok ses çıkaranlar sövenler bağıranlar neşeliler, şükredenler, kızgınlar, havalılar önlerine konulan yemekleri beğenmeyenler ki o yemeği yemek
için damdan tavandan evlerinden çıkıp buraya akın ediyorlar. Ayrıca işsizler
çaresizler bakımsızlar okumuşlar da bu beğenmediğin yemeği yemek için buraya iş
başvurusunda bulunuyorlar. Çünkü bu iş bu toprak üzerine kurulmuş önlerine
sunulmuş ve bu toprağın kokusunu dışarıya duyurmuş seslerin yankılanışının bir
vurgusu ayak sesi.
Kuyruğunu kıstıran ara sıra da ısıran
esrarengiz kişi de bu çember içinde o da kendi içinde kendini kuşattı bisküvi
ona can veriyor hayat veriyor çocuklarını evini o doyuruyor kanlarına kan
veriyor.
Çevrene
bak otur da bir bak bir göz gezdir karanlık düşüncelerine karanlık basmadan
köylüler geliyordu her köyden o kara lastiklerini çıkarmış ıskarpin papuç
giyinmiş ayakları hiç deniz görmemişlerdi ki ayakları denize girmiş kıyısında yuvarlanmış.
Ah
o özgürlük şarkısı hepsinin dilinde onları yabanlıktan yabancılıktan kurtaran
önlerindeki işlerine kement atar gibi ellerini attıran yakaladıkları işleri
ellerinden uçan ve kaçan kurtulan bisküvileri. Kurtulanlar yere düştü almak
için o da hemen eğildi. Sanki işi ve
kendisi de ikisi de bir fidanın güller açan dalları gibi birbirimizi
yamarcasına yaralarımızı sararcasına.
Daha az önce de büyük bir hürmetle ve
şükürle yine yere düşen bisküviyi kaldırdı sessizce. Ve her eğilip yerden
kaldırdığında düşmesinler diye de ellerini açıp dualar etmişti sessizce.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder