26 Ekim 2017 Perşembe

PEYNİRLİ ÇUBUK TADINDA

       Hava peynirli çubuk kraker kokuyordu. Dış kapılarda kapalıyken peynir aromasının kokusu ortamın havasını daha çok keskinleştiriyordu. Sağda solda her makinenin başında kızlar da atıştırmalık önlerine konulmuş peynirli çubuklar vardı bazıları da ceplerinde saklıyordu.
        Sıcak hava ve kraker kokusu erkek vardiyasının gün sonuyla gelen değişimi kokulu havanın da değişimi. Bu hava içinde gidip gelen insanlar, onlar da işlerine sıkı sıkıya sarılmışlar günü sorunsuz atlatmışlar. Beş altısı gruplar halinde kümeleşmiş işçi kızların yanlarından gülüşerek geçiyor. Güçlüler ellerinde ki güç yaptıkları iş onlara güvence veriyor. Şükür ediyorlar. Her iş günü sonunda her iş için yaptıkları eylem ve hareketin sonunda iş önlükleri içinde bedenlerinin ellerinin şıkırtısı ve iş sonunda kendilerini bir tüy gibi hafif hissetmeleri ve bir tüy yığını gibi işyerlerini terk etmelerinin şen şakrak tatlı nameleri.
      Bekar kızlar ve oğlanlar bu esnada birbirlerine bakışırken birbirlerine melodili aşk şarkıları dillerinde söylerken. İlk gençlik, ilk aşk acısı, ilk bakış,  işyerinde kınanma ayıplanma duygusun da önüne geçmiş zamanla da o bakışlara kendini alıştırmış yumuşamış ara sıra da hafta sonlarında gün sonu iş çıkışlarında da konuşmayı başarmış.
          Ömür gider yol gider iş yürür o içinde kalmış özlem içinde kalmış çocuk ruhu veya gençlik hangisi uyanırsa kişiye göre onu sevindirir. Heyecan ve çalışma şevkini hızlandırır. Yaşlılar işe alışkınlar o melodiye pek fazla kendilerini kaptırmazlar aslında onların ellerinde ki Allah’a dayandırdıkları güç dua ile isteme yöntemi veya çocuk çoluk geçim derdi eğer ki onlarda o güçlerini yitirmeye başlarlarsa onlarda bu kalabalık koroya eşlik eder o kalabalıkla  uyumlu aynı sesi  çıkarmaya başlarlar. Çünkü inanırlar çalışmak için bir motivasyon gücüne ihtiyaç olduğuna. Bir gençlik heyecanı bir coşku bir şarkı günün içinden gelen böyle bir estetik sevinç onların gönülleri de ister.
          Biri bir köşede diğeri öteki köşede birbirlerinden habersiz gibi duran o işe alışkın işe amade gibi duran elleri o makineye aşırı sürtünmekten eskiyen pırtıya dönmüş önlükleri demir yığını halindeki o gri parlak döküme dayandıklarında zamanın derinliklerinden de aktıklarında bu ezgi melodi onların kulaklarına da gider onlara da durdukları yerde güç verirdi.
        Selam sana bu günün işi yarının geleceği, bitmeyen bir bisküvi gibi gelen sıralar gözle görülmesi imkansız arka sıralar henüz daha olmamış unlar hamurlar,
          Günlük, her gün şehrin içinden bisküvi kokan fabrikalı kızlar melekler gibi geçiyor. Henüz uçmamış sığırcık yavruları iyilik konuşuyor iyilikten bahsediyor.
         Bir gün ne de çabuk geçti güneş battı ve doğdu. Kızlar yine aynı kokuları taşıyarak servislere indi bindi. Kendilerinin dışarıda nasıl göründüğünü işyerinde nasıl göründüğünün iki halde de nasıl bulduğunu işyerinde ve dışarda iki büyük ayrı dünyanın arasında ve yine kendisiyle baş başa yalnız kaldığında. Ey hayat kaşıkla verdiğini kepçeyle alıyorsun benden. Yine ben önüme konulan kuru fasulye ve soğana talim ediyorum.
      Yine de şükür sen ki bu şehrin üstüne doğmuş bir mucizesin sen ki bitmeyen bisküvisin ilkbaharda sonbaharda sezonluk da değil devamlı yumurtlayan tavuk gibisin elimden tuttun ve her elinden tutan hemşehrilerimin de gözlerini açtın. Onlar ki iş aramak ve bulmak için balıklar gibi çırpınıyorlardı. Her evde her sofra başında senin adın ilk senden söz açıldı ağızlarını köpürte köpürte övenler ve sövenlerle birlikte. Elbiseler ki kimine dar kimine bol geliyormuş
      Bisküvinin savunucusu bisküviyi savundu.
      Şimdi yaş otuz beş bisküvi kötü mü oldu? Sana güç verdi şehrin üzerine rahmet gibi yağdı sana yardım etti seni hem maddi hem de manevi iyileştirdi.
       İşçi, ‘’Ama ben de on beş yıl hizmet verdim.’’
       On beş yıl sonra hemen öleceğini mi sanıyorsun? O on beş yıldan sonrasını da düşünmüyor musun?
      Sustu ses çıkarmadı.
       Zaman durmaz yerinde akıp gider. Senin o kokun da o her gün senin elini öpen bisküvide yorgun bedenin de o zaman kaybolup unutulup gider.
       Bak bugün de akşam oldu
      Herkes yuvalarına döner gibi işyerlerine akın ediyorlar. O çok ses çıkaranlar sövenler bağıranlar neşeliler, şükredenler, kızgınlar, havalılar önlerine konulan yemekleri beğenmeyenler ki o yemeği yemek için damdan tavandan evlerinden çıkıp buraya akın ediyorlar. Ayrıca işsizler çaresizler bakımsızlar okumuşlar da bu beğenmediğin yemeği yemek için buraya iş başvurusunda bulunuyorlar. Çünkü bu iş bu toprak üzerine kurulmuş önlerine sunulmuş ve bu toprağın kokusunu dışarıya duyurmuş seslerin yankılanışının bir vurgusu ayak sesi.
     Kuyruğunu kıstıran ara sıra da ısıran esrarengiz kişi de bu çember içinde o da kendi içinde kendini kuşattı bisküvi ona can veriyor hayat veriyor çocuklarını evini o doyuruyor kanlarına kan veriyor.
       Çevrene bak otur da bir bak bir göz gezdir karanlık düşüncelerine karanlık basmadan köylüler geliyordu her köyden o kara lastiklerini çıkarmış ıskarpin papuç giyinmiş ayakları hiç deniz görmemişlerdi ki ayakları denize girmiş kıyısında yuvarlanmış.
        Ah o özgürlük şarkısı hepsinin dilinde onları yabanlıktan yabancılıktan kurtaran önlerindeki işlerine kement atar gibi ellerini attıran yakaladıkları işleri ellerinden uçan ve kaçan kurtulan bisküvileri. Kurtulanlar yere düştü almak için  o da hemen eğildi. Sanki işi ve kendisi de ikisi de bir fidanın güller açan dalları gibi birbirimizi yamarcasına yaralarımızı sararcasına.
         Daha az önce de büyük bir hürmetle ve şükürle yine yere düşen bisküviyi kaldırdı sessizce. Ve her eğilip yerden kaldırdığında düşmesinler diye de ellerini açıp dualar etmişti sessizce.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder