18 Ekim 2017 Çarşamba

NEŞE VE KEYİFLE ÇALIŞIYOR

                                            
        
          Her bölümün bir neşelisi vardır. Sırf zaman neşeli geçsin diye Bıdıl Fatma da bu bölümün en neşelisi. Sanırsın ki mercimek ağacı solgun yanaklı küçük gözlü her zaman soluk soluğa çalışır kafasının içinden saçlarının diplerinden ter akar. Paletler boş boş gelmiş patron gördü, amir gördü, çavuş gördü hepsi de kaşlarını çattı. O bücür de bu ‘’Benim suçum mu?’’ der gibi baktı.  ‘’Ahtapot gibi kullarımı dört bir yana uzatamam ya giden mal bu ensesinden de yakalayıp getiremem ya Allah biliyor ya şu bozuk sıraları daha çok birbirine karıştırasım geliyor.’’ Zaten kendisi de diken üstünde iş görüyor beyninden ateş fışkırıyor iki kolu iki ayağı var yetişmiyor bir de iki de bir başına dikilenler ‘’haydi haydi,’’ diyenler. Ona da sanki ‘’Haydi bırak git,’’ der gibi geliyor.
            İşini neşeye vurmasan vakit geçer mi?
            Neyse büyük başlar dağılmış sıralar da onun gözüne daha sıralı geliyor. Fırın ustası sıraların düzgün gelmesine önem vermiyor.
          Fırından gelen bisküvi sıraları düzeldi onun üzerindeki kara bulutlar da gitti. O da hemen neşeleniverdi. Gülmeye bülbül gibi de ötmeye başladı onların arkalarından horozlanmak yerine giden sıraların peşine düştü, fırladı, hopladı, koştu yakaladı. Gözleri parlak sırtı su gibi ıslaktı yüzü de kıpkırmızı kesilmişti. Kadın öfkesine ve neşesine ayar geçmeyi çok iyi biliyordu. İşi onu sepetledikçe o da işinden kendine dermanlar çıkartıyordu. Onun eline dokunmayın şimdi onun hızını kesmeyin o kendi hızını tam gelen sıralara göre ayarlamış, kendini seviyorsan, çayı seviyorsan, sigarayı seviyorsan öyleyse işini sev, işine sarıl, ‘’Fırında pişmiş yenice de çıkmış hanımların beylerin taze körpe bebelerin ağzına layık mis gibi bunlar mis,’’ diyerek topluyordu. Kendisi de bir tane yedi gözlerini yumdu bu halde mutlu bir şekilde şarkısını tekrar mırıldandı. ‘’Tam krallara layık ustam yapar ben de toplarım.’’ Onu duyanlar ne nameler düzüyorsun yine derler o da ‘’Bisküviye name düzerim ben onu seversem o da beni sever ekmek verir çay verir sigara verir.’’
       Sabah sabah yeni açılmış yedi veren gülleri gibi acele acele yürüyor acele acele iş görüyordu. Sabah sabah ter banyosu yapmış olduğu halde gülümsüyordu hoşuna gidiyordu böyle çalışmak kendi hızıyla yarışmak çenesi de düşük olmasa, neden? Çenesi düşük olması iyi bir şey değil mi? Çenesi düşük olmak yaratıcılıktır, ne güzel işte karanlık ve pis kokan şeylerden de haber vermez neşeli biçimde cümleler kurar bizleri neşelendirir. Eğer ki neşeli çenesi düşük olmasa vakit nasıl geçerdi? Ölü gibi uyuz gibi hep uykulu uykudan yeni uyanmış gibi hamile kadınlar gibi karnında gübre yığını taşırmış da sıkışmış gibi elinde önündeki işe varsam mı varsam mı der gibi üstelik hep de dersin ah keşke şimdi işte olmasaydım ne güzel evimde oturuyor olurdum.
         Herkes de bilir onun fotoğraf çeker gibi çalışanların nakkaşlarını çektiğini bazılarını da  orada sergiler sonra da gören duyan evlerine varınca evlerinde iş diye bu kadının yaptıklarını anlatır. Bu kadın o gösteriyi de burada yapıyor bizleri de güldürüyor. Buna rağmen kadına deli salak saf benzetmesi yapıyorlar kadın başına bir bela mı almış birinizin başına papuç mu fırlatmış, ‘’Hayır.’’ Birisinin bir yakını da öldü mü ilk o diyor, ‘’Emir Allah'ın başınız sağ olsun.’’
      O da herkes gibi ekmeğinin mücadelesini veriyor. İşte onun için bisküviyi çok seviyor ona nameler düzüyor. ‘’Hey gözünü sevdiğim bisküvi sen ne de güzel bir nimetsin mis gibi de kokarsın çayın yanında da iyi gidersin. Ye, ye üstelik de bedava, durmadan ye,’’
         İnsan bir işte çalıştı mı işi kendi götürmesi yürütmesi gerek Allah insana neden iki el vermiş? ‘’İş tutsunlar,’’ diye. ‘’Biz de bisküvi tutuyoruz işte, ben hayatımda hiç el işi görmedim ilk bisküviyi gördüm onu tanıdım onu sevdim başka da iş istemem, fabrika istemem. Çünkü bu koku bu doku bu doygunluk bana yetiyor. Ben bu yükü çekiyorum daha fazla bir yük de istemem. Çok fazla dallanıp budaklanmak da istemem. Çok fazla dallanır budaklanırsam başına iş alırsın bela alırsın her yeni bir iş beladır yani risktir kârı ve zararı beraberinde getirir. Ben de bela veya zarar istemiyorum alıştım bu işyerime, bu işime belki cesaretsiz korkak diyeceksiniz kendine güveni yok diyeceksiniz ama hayatın yanlış yollarına sapmaktansa kendi hayatımı düzen sokmuşken, rahatımda iyi iken neden rahatımı huzurumu  kaçırayım öyle değil mi?’’

         Bu düşünce bu görüş bana da o kadar mantıklı geldi ki okuma yazması olmayan bu kadını hayat yolumda kendime rehber edinesim geldi. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder