29 Aralık 2017 Cuma

BAYANLARA GÖRE İŞ












               GÜÇLÜ KADINLAR TAKIMI
       Kadınların kaderi burada şekerli su ile yazıldı.  Kadının her fabrikaya gidişinde ve dönüşünde. Hiç evinde oturmayan kadınların. Onlar ki yürüyen kadınlardı oturanlardan değildi. O iki arada da koşturup duruyordu. Hiç boş durmuyordu. Git gel, git gel, yat kalk git gel, yat kalk git gel.
          O, onlar bizler, sizler hep birlikte bu işi yürüteceğiz.
        Onlar ki o işi kendilerinden öncekilerden annelerinden, ablalarından, teyzelerinden ödünç aldılar. Geri de vermeyecekler. Kendinden sonra gelenlere devredene kadar da bırakmayacaklar. Bazıları da nereye kadar götürebilirlerse nereye kadar giderlerse bırakacağı zamanı da bilmeden yola çıkmak ve koyuvermemek işin ucunu.  O zaman dilimi içinde de işlerine gözü gibi kendi işi gibi bakacaklar göz kulak olacaklar.
        Daha başka ne yapsın? Gidip gelenlerden oradan gidenlerden emanet aldığı iş, emanet aldığı bisküvi, fırınlar, makinalar ve üzerlerinde iş önlüğü başörtüsü ve kokularıyla evlerine dönerken. Kendilerini kokutan akşama kadar da bedenlerinin suyunu çıkartıp terleten onları bisküvinin aromasıyla koklatan ve renklerini bir kağıt gibi sarartan kaderlerinin de yazıldığı bir kağıt. Alın yazısı. Kendilerini iki kat yapıp yattıkları yatakları ve iki kat katlayıp kaldırdıkları iş pantolonları ve çiviye astıkları iş önlüklerini içine doğru iğneledikleri başörtüleri  ‘’Unutmam ben bu günleri unutmam’’
        Unutsam bile benim yanımdan kokulu kolonyalı kızlar geçtiği an bana o günleri hatırlatır. Her işinden ayrılan çıkan unutmamıştır bence. Onun çıkmasına sebep olan şeyleri de unutmamıştır bence.  Ya ötekiler, eteklerinin, dillerinin ve ellerinin altında sakladıkları bir yığın sırlarıyla çıkmayanlar o ipi göğüsleyenler. Çünkü onlar ambar doldurma derdindeydi. Yazın gölge hoş, kışın ambar boş dememek için. Fabrika işyeri demek onlar için ekmek kapısı ki onlarda kendilerini o kapıya çivilemişti.
        Doğru, günlerimiz hep öyleydi. O günlerde iş önlüğümüzü çiviye asıyor çividen alıyorduk ve kendimizi de işyerine çivi ile tutturmuştuk. Kendimize işyerinden eve evden işe ikiye de bölerek bir de yeşil yol yapmıştık. Babalarımız şapkası ellerinde kapıda bizi bekliyordu. Bize işten kaytarmamızı çalışmamızı söyleyen büyük annemiz dahi kapıda bekliyordu. ‘’Dizginlerinizi elinize alın ve çalışın.’’ Biz de öyle yaptık sonra da bir ara durup kendimiz baktık bir şeyler beynimizin içine sokuluyor o eskinin izinde ve sonraları hepimiz de o eskinin izinde külleri arasından yeniden doğuyorduk. Her bir eski de kazandığı gücün demir kısmından bir ucunu da bize veriyordu.
         Kendisinin kendine yaptığı silah, gümüş kadınlar takımıyla birlikte onların katkısı ve yardımıyla o da elinden geleni yaptı ve kendi geleceğini de hep birlikte onların arasından çıkardı. O tuttuğu bırakıvermediği dizginler. Hep birlikte, öyleyse ‘’En arıkları, beceriksizleri, safları, garipleri onları da yanınızda götürün hiç değilse onlara da göre de bir iş vardır orada, onlar da bir işin ucundan tutar. Bunu da alın, bunu da benim çalıştığım işyerine alın, onu da servise alın, birlikte gider birlikte dönersiniz. O da evinin yükünü taşıyor, o da orayı kendi evi bellesin.’’
         Birlikte yola çıkıp birlikte iş tuttuğu kız, o da işinin başında durdu, daha sonraki yıllarda onu görenler de o arık saf kişinin önünde şapka çıkardı. O kişinin babası da ‘’Vallahi falan filan demeyin hiç vakit kaybetmeyin söyleyin ilan edin herkes gelsin, gelsinler çıkanlar dahi geri gelsinler buradan kendilerine azık edinsinler. Kızlar sandıklarına çeyizler edinsinler, sandık doldursunlar gelsinler buyursun gelsinler.’’
         Belki evin yolunu işin ucunu iyi beller bırakmazlar işlerini kendilerine bir güç silah bellerler. Sonra kimsenin kendine bakmadığı zaman geldiği zamanlar…
        Şimdi aradan yıllar geçti. Hepimiz bir arada yürüyoruz. O iş ki onları parçalayıp bölüp birer diyarlara atamamış o iş o koku hala onların üzerinde. Hayat devam ediyor. O bisküvi kokuları da hala burunlarına geliyor o küllerinden eskilerden yeniden alevlenen dumanlar kel başlardan ak saçlardan  mavi sular fışkırıyor su yolunu buluyor,  herkes ne amaç edindiyse, ne olmak istediyse, herkesin içinde de bir güneş doğuyor, içlerindeki ışık evlerinin duvarlarına vuruyor, her evin bacası tütüyor. Ellerindeki güç herkes de iz bırakıyor, gençler de bizi örnek alıyor bize bakıyor.
          Sen de bu işin izini sürmek ister misin?
          Ben de o işin izini sürmek isterim?
          Bu işi benden ödünç almak ister misin? Bisküvi işi yapacaksın bisküviyi selefona sarıp sarmalayacak kutulara dolduracaksın. İş senin kolunu da boyunu da uzatacak. Bu öyle bir iş ki yüzünü ağartacak şapkanı yukarı fırlatacak.

         Bana oraya işçi alımı yaklaşınca haber ver de söylediğin işe ben de gireyim. Ben de hayat trenini hepten kaçırmayım, ben de o işin izini süreyim. 

28 Aralık 2017 Perşembe

GÜÇLÜ KADINLAR

    Biz uyandığımızda çalışanlar her biri usta kıdemli işçi olmuştu biz ise hala oturuyorduk. Uyuyorduk. Bize öğretilmemişti çalışmak saklanıyorduk bizler ömrümüzde bir kez dahi şehre inmemiş kadınlardık. Sonra bize de işin yolu göründü işe gittiğimizde öğrendiğimizde ise yürümeye başladık. Kim ne olmak, ne almak istiyorsa işinden, gözümüzü açtığımızda gözümüzü ayırmadan da şehirde tıpkı meraya koşan hayvanlar gibi her bir şeye saldırıyorduk ama bir türlü de istediklerimize de ulaşamıyorduk, ulaşmaya çalışanlar ulaşanlar ise daha sonraları evin yolunu bulamıyorlardı. Sanki geleceğimizi de göremiyorduk.
         Ama bir kişi gördü o kişi de bir kadındı. O gördü sanki onun elinde bir meşale var bize doğru da geliyor bizde onun ardı sıra yürüdük. O eli de beline sarılı kadın değil o incecik bedeniyle de dimdik duruyor sanki gelen geçenler de ona şapka çıkartıyor. Hiç kimse ona karşı sesini yükseltmiyor hiç kimse bağırmıyor, biz de o kadının ardı sıra gittik. O kadın hiç durmuyor hep ileri bakıyor bisküvi ile dolu büyük bir depo, işletme, fabrika gibi bir yer bizim başımızı çukurdan karanlıktan saklandığımız yerden çıkartan. Tam da o işin önünde de durdu kendisi de hiç konuşmuyordu o güçlü ve sessiz kadın birden elleriyle bisküviyi tuttu ve bir daha salmadı o iki omuzu üzerindeki başını da kaldırarak, ardından gelenlere, ‘’Fırlayın davranın salmayın sıraları!’’ Diye de bağırdı.
         Sanki kendisi de gömülü olduğu içindeki hazinesinden bir şeyler de çıkartıp bizlere tek tek sunar gibi her hareketinde davranışında onun arkasından da gitmemizi ister gibi.  Biz de onun arkasından gittik uzun yıllar bisküvi topladık sonra yoldan geçenlere baktık onlar da bizim önümüzde şapka çıkartıyor. Bir bana bir yanımdakilere bakarak her birimiz de çalışkandık hiçbir zaman işimizin ardı sıra küfretmedik. Sabrettik terbiyeli davrandık ve çalıştık. Birbirimize baktık ellerimizi birbirimizin elleri üzerine koyduk. Bir diğer ellerimizi de birbirimizin omuzuna koyduk yukarı çıktık.
          Nasıl çıktınız oraya?  Biz de çalışabilir  fabrikan işçisi olabilir miyiz? Bu iş köylerimizde ki gibi imece usulü işlere ödünç birbirimizden aldığımız kap kaçağa da benzemez, elbette girip çalışabilirsiniz. Çıkarın üzerinizdeki ben yapamam, ben çalışamam hırkasını giyin ben yapabilirim ben de çalışabilirim hırkasını peki kimden alacağız nereden bulacağız bu çalışkanlık hırkasını? Birden kendisine baktı yanındaki arkadaşlarına baktı. ‘’Bak’’ dedi. ‘’Kadınların güçlü iş birliği biz bir gücüz. Hepimizin üzerindekiler çalışkanlık hırkası hiç birimizin üzerinde pazar giysileri bayramlık giysileri yok. Bizler hiç birimiz de çalışkanlık hırkasını üzerimizden çıkarmadık kendi aşımızı kaynatıp evimizin çatısını yapana dek de hiç ara vermedik. Sıcakta soğukta saat altıda o merdivenler de ki hala bizim ayak seslerimiz ve bedenlerimizden sızan ter kokuları.’’
         Bizler işin sonuna geldiğimizde bazıları ise hala evlerinin duvar diplerinde oturuyordu. Bazıları da beyaz çoraplarına olan alışkanlığını hala bırakamamış onlarda kendi kendilerine dayanmış duruyorlardı. Basamakları tek tek çıkanlar kendilerini serinletenler ise yüz kişi kadar vardılar.  Hızlıydılar çalışkandılar ve yürüyorlardı durmuyorlardı üzerlerindeki mavi iş önlükleri ile de oturanlara el ediyorlardı onlara tembel iş beğenmeyenlere çalışmaktan üşenenlere ‘’Gelin, gelin,’ diyorlardı.
              Oturanlarda onlarda ‘’Çok çalışmayın terletmeyin kendinizi,’’ diyorlardı. Her iki düşüncedekiler de evlerine girince kıyafetlerini çıkarıp tek tip olunca koşan yürüyen ve oturan o zaman belli oluyordu.
               Yürüyen koşanın evinde katlanmamış yataklar, yarım pişmiş yemekler aman Allah’ım yine mi kahvaltı? Onlar işleri ile boğuşurken diğeri de evinin duvarına sırtını vermiş oturuyordu. O kişi kendisi ile birlikte koşan yüz kişilik ekiple tekrar koşmaya başladı birlikte çalıştığı iş arkadaşları birlikte koştu tek başlarına oturan kadın duvar dibine sindi. Kör gibi hiç etrafına da bakmıyordu. Tepeye doğru yanan ışığı lambayı dahi görmek istemiyordu. Ondan uzaklaşan çalışma isteği çıplaklaşan sırtı bir an durdu çalışanlara baktı sanki hiç de acelesi de yokmuş gibi kendini kapattığı kafesinde kendisi de içe dönüktü tıpkı dünkü gibi geçmiş günler gibi. Onu da aramıza alsak bir delikten sokar gibi zorla getirip işe soksak. Düşündüler. Bu kadını nasıl şaha kaldırabiliriz? Birden bire kadının göğsünde parlayan bir ışık bir şey oldu sanki o kadında kalktı ve o ipi göğüsledi. Dört bir yana bakan havada da fır fır dönen gözleriyle sanki altında da yeleli bir de atı varmış gibi de hızlıca geldi işe başladı. O üzerindeki karabasan kalkmış, altından da birdenbire işin üzerine atlayan tuttuğunu koparan bir kadın çıkmıştı.  İşinin üzerine öyle bir saldırışı vardı ki ateş eder gibi şimdi akşam ki yemeği, acaba ne pişirsem? Düşünen kim?
          Kadın diğer çalışanları bizleri dahi aşarken başını daha yükseğe kaldırıp da yükselmeye çalışırken   başının dumanlı olduğu zamanları da anlatmaya çalışıyordu. Kocası evinin kadını ol, çocuklara bak, yemek, ütü yap demiş onun çiçek gibi kokmasını, süslenmesini püslenmesini evinde oturmasını onu beklemesini istemiş,  bir de fabrikalılar için kocasının kulağına giden bazı kötü söylentiler varmış onlardan söz etmiş.
           Ama buradakilerin hepsinin yüzü birbirine benziyor hangisi benim yüzüm ha onu da sana baştan demeliydik. Her ne kadar saf salak, beceriksiz donanımsız olsan da yolda sokakta kimse tanımaz olsa da burada herkes bir olur bir güç tek tip sabrın taşınca basarsın narayı, argoda konuşabilirsin. Yoksa o işi boynuna geçiremezsin iş sana ağır gelir. O terlikleri giyip o iş önlüğünü göğsünü gere gere de kendini gösteremezsin topallaya topallaya evine gider mecburen koşa koşa da işe gelirsin çizdiğin yola rotana dikkat et gerisi ip gibi çözülür gelir. Ayrıca bir daha çocuklar var, ev var gibi bahanelere de kanma koş bakalım ambar boş mu? Dolu mu? Sen asıl ona bak mutfakta aş kaynatacak erzak var mı? Asıl sen ona bak.
         Kadınların gücünü çağır, kadın güçlerini yüzünü de yukarıya doğru çevir, inek sağar gibi tıpkı işini sağ, kendine yemeklik sağ, her yorulduğunda da kendi kendini tekrar kamçıla, kendi sinene vur, yüzüne bir şaplak at ama kimsenin görmedi yerde sonra eğ başını işinin başına, çalış. Burada herkes birbirinin elinden tutuyor herkes birbirinin kurtarmaya çalışıyor.
         Kim iş bırakmak yarı yoldan dönmek isterse ona da işi bıraktırmadık. Bir kadın çok zayıf ve güçsüzdü ince vızıldayarak sesler çıkartıyordu ama biz bir güç olduk onun etrafını sardık onun etrafında o an da işini bıraktırmadık şimdi onun da bacası tütüyor.  Oysa onun evi de yangın yeriydi şimdi git gör başka şeylerin sesi duyuluyor, müzikli melodili, belki onun da evi aynı sesi çıkartıyordur. Sırtında yük o da iş peşinde o da evinden çıkmış bize doğru geliyor yüzündeki ifade bir önceki kadının ifadesi penceresi açık olup da gördüğümüz kadın. O da direnmeye çalıştı uykulu gibiydi bizim de göremediğimiz bir şeyler vardı o kocası yüzünden korkuyla bakıyordu onu da duruttuk burada işyerinde ‘’çalış,’’ dedik. Çalış o da çalıştı.
        Ya sen de mi gidiyorsun? Evet ben özgürlüğe doğru gidiyorum emekli ettiler beni mavi meleklerden biri kendisini özgür ilan etti. O emekliliğin keyfini sürecek. Ben yine de buraya aitim. Bisküvinin kokusuna evet doğru o gümüş rengi gücünden arkasındakilere verirken buraya da aitti. Sen kim oluyorsun da başkalarına da güç veriyorsun? Bir zamanların evinden köyünden çıkmamış köşe bucak saklanan kadın. Sen kim oluyorsun da başkalarına gümüş rengi gücünden veriyorsun? Bunu bana sen mi soruyorsun? Neden bisküviyi savunuculuğu sor ona, o adı kim vermiş? Onu karanlıktan gün ışığına özgürlüğe çıkaran bisküvi, o bisküvi ki bize bakıyor öyleyse biz de yolumuza devam edelim. Bisküvi durmasın çalışın çok çalışın seni, beni açlıktan sefaletten kurtardı. Evet doğru o benim işim ve bedenen ben de çalışmak zorundayım
       Yollarımız devam etti. Geri dönenlerin ikisi de arkamızda duruyordu. Bisküvinin kokusu ağır ağır yükseldi ortalık gümüş rengi bir toz bulutu gibi kadınların güçleriyle güç birliğiyle kaplandı. Kadınların ayak izleriyle ayaklarını her kaldırıp indirdiklerindeki tozlarıyla sonra ağır ağır yürüdüler ki o sesler yükselen sokak dedikoduları bastırıyordu ki onlar yollarına devam ettiler.

         Fabrikalı kadınlar, bisküvi işçisi kadınlar, yaşasın kadınların gizli güç birliği. 

27 Aralık 2017 Çarşamba

ÖZGÜRLÜK

  KADININ ADI YOK
      Atlı karınca dönüyor bakın her şey geri dönüyor. Biz de bisküviyi bıraktığımız yerden tekrar alıyoruz onu yere düşürmeden o kokusunu üzerimize hücrelerimize yapı taşlarımıza sinen kokuyu ne de olsa bir çırpıda silip atamıyoruz. Çünkü o bizim yapı taşımız olmuş besbelli içimize sızıyor bizim kimliğim olmuş bizi tanımlıyor.
           ‘’Ben sokağın dışarının bir parçası değilim. Hayır hayır ben sadece sokağı dışarıdan  gözlemliyorum bu yüzden bir yanım eksik bu yüzden insanlardan kopuk, örneğin Arka Sokaklar dizisi  altı yüz bölüm olmuş oyuncuları kim? Hangi kanalda? Hangi gün? Konusu ne? Bilmem. Karşı bina müteahhide verilmiş yıkılmış yenisi yapılmış satılmış içine oturanlar olmuş kim gelmiş oturmuş? Kime satılmış? Bilmem. Şiddet mağduru kadınlar her gün bir iki kadın kocası tarafından öldürülüyor. Kadınların gözleri mor dudakları şişmiş veya patlamış kim ne için yapmış? Benim burada yapabileceğim bir görevim var mı? Onu da bilmem.’’
         ‘’Ben de sadece iki bisküvi arası yollarda gidip gelmekte ve bisküvi koklamaktayım.  Ve çevremde gözlemlediklerimle yaşadıklarımla geliştiriyorum kendimi farklı kılıyorum kendimi diğer çalışanlardan onların yanlarından geçerken dip dibe çalışırken sürtünürken aynı servise yan yana otururken şu kadına bak şu kıza bak onda bir hikaye var diyorum mesela içimdeki ses söylüyor bunu bana, bir kızın gözlerinde anlam bulmakla yükünün ağırlığının hafifliğini hissedebilme yeteneği keşfediyorum kendimde. Birinden ötekine giden bir ip oluyorum her şey arap saçına dönmeden birbirlerinde yol bulmalı.  Birbirlerine el omuz sırt vermeli diyorum kendimce’’
            ‘’Bir de servislerde arkalarda iç dünyalarında kendi kendine konuşanlar var. Onlarda çok geçmeden yorulur. O kişi de gelgitler evi ile fabrika arasında gidip gelmekten yorulur çöker biter tükenmişlik sendromu yaşatır o git gel onun şekil almasını da engeller. Her gün aynı yemeği ısıtıp ısıtıp yemek gibi bir şeydir bu onun için. ‘’Ben kendime her gün aynı yemeği ısmarlayamam içimi dışımı bisküvi kokusu ile dolduramam hayatın içine atılacağım.’’ İçindeki küçücük bir umut ışığı onu söylettirir ışık onun içini aydınlatır kendine farklı bir hayat farklı bir alan yaratmak için ancak özgür olur da yapabileceklerine inanır onu ikilemden kurtaracak şey sadece özgür kalmaktır. Yaptıkları eserleri de bitince o resmi hemen buruşturup kendisi yol kenarına atıverir çünkü gerçekler ve hayaller arasında kalın bir buz tabakası vardır. ‘’
          ‘’Benim de bir dinleyiciye ihtiyacım var der bir diğeri o hiç konuşmayan. Bu onun dilinin ilk çözülüşüdür. Ve her zaman ailesi veya eşi tarafından bir paçavra gibi buruşturup yol kenarına atılan kadın o onu engelleyenlere inat dili çözülür.  Günbegün aynı yaşadıklarımı tekrarlayamam bütünüyle tek bir acı ile dolduramam içimi bu hayatla bir anlaşmam var benim bir tek de canım. Gerekli cümlemi kuracağım ve kendime yeni bir başlangıçla yeni bir hayat kuracağım orada kendi kendimi aydınlatır kendi kendimi ısıtırım. Fakat bu dünyayı yaratmak içinde benim cesarete ihtiyacım var. Başka insanların gözlemlerine gözlerine ihtiyacım var. Başka insanların ayak izlerine benim bir rol modele ihtiyacım var. Kendim olmam için ben kendimi kaybediyorum bulamıyorum. Kaybolmuş benliğim ben ne haldeyim.  Ben kendimden tam da emin olamıyorum. ‘’
         Kişiler sadece yalnızken kendilerine ait özgür ortamlar yaratırlar ve özgür olabilirler. Öyleyse kendinize evinizde, evliliğinizde özgür ortamlar yaratın eşler birbirinize bu fırsatı verin o zaman çok daha mutlu ve huzurlu olursunuz.  

    

26 Aralık 2017 Salı

BENİM CANIM TATLI

    Arkadaşı işten ayrılmış. O işten herkes o yol üzerinde ilerlerken arkadaşı işten ayrılmış. Sen de gördün duydun dili neler söylüyordu leylim ley umarım aradığı o işi bulur da sonra da tekrar geri gelmez. İşinden neden ayrıldı peki? Burada işi hızlı kendisi yavaş gidiyormuş yani biraz daha geniş açılabilmek için onun yaktığı çıradan ateş çıkmıyormuş. Nedenini sorarsanız o varıncaya kadar o şartlarını hazır edinceye kadar geç kalmış. Neredeyse gün akşam olmuş Üstüne üstük bir de başka şehirden taşınmış gelmiş iki iş değiştirmiş üstüne üstük bir de uykusuzluğa dayanamıyormuş. Bir süre gece vardiyasız bir iş aramış gündüzlük bir süre inşaatlarda kazma kürek çalışmış sonra mezar kazıcılığı yaptığını söylüyor. Sırf gece uykusunu kaçırmayayım diye uyudu mu da tokmak gibi uyuyormuş iki büklüm ayaklarını karnına çekerek.
   Çünkü can onun canı, uyku onun uykusu, o da çok tatlı ve o uykusunu iyi alamazsa kötüleşir  uzun süre kahrı da çekilmez.  Küçük çocuklar gibi vızıldar. 
  İş beğenmeyenler gece uykusuzluğu çekilmez diyenler buraya gelsin. Korkarak ürkerek kendilerine bir takım bahaneler uydurarak sözde destek buldukları bahaneleri de bir ceviz kabuğunu doldurmaz. Çalışma isteği ev reisliği bilgelik ister benim canım onunkinde tatlı  olamaz yok öyle bir şey, herkesin canı tatlı hangimiz elimizi ateşe tutunca uf demedik ki?  Bana göre hayat kitabını tam okumamış çalışma isteği tam gönlüne yerleştirmemiş.  Ya da dişin kesmedi senin bu işi terk edip gittiğine göre ya da başka bir bit yeniği var bu işin içinde ya iş buldun bir yerlerden iş değişikliği yapacaksın yine de ondan. Aman evini idare et de nasıl edersen et sanırım esas olan da bu evini geçindirecek kadar iş.   

    Niyetleri esas ev geçindirmek olanlar iş beğenmemezlik de etmezler buldukları işe yapışırlar ve sanırım gerçekten kendisi ve ailesi için en doğru olanı yaparlar.

25 Aralık 2017 Pazartesi

KAÇ YIL KAÇ AY KAÇ GÜN

         ''Kaç ay kaç yıl daha bu merdivenleri çıkacağız.'' Dedi Nurgül, hastalıkta sağlıkta kışın karda yazın sıcağında daha kaç kez daha? Şimdi bir adım daha atıyoruz merdivenlerde kimimiz bir günlük kimimiz bir aylık kimimiz bir yıllık, sürtüne sürtüne de çıkıyoruz bu merdivenlerden. Ben yedinci yılıma merdiven dayamışım arkadan gelen arkadaşlarım Meryem ile Katibe onlar da iki kardeş ve üç yıllıklar.  Ben basamakları tek tek sayıyorum tam yirmi basamak var her basamağı bitirince de tamamlamış olacağım.  Her yıl biten bir basamağı gönlümden gözümden ve aklımdan çıkartıyorum. Unutuyorum o yılları yaşadıklarımı dahi aklımdan çıkartıyorum kendime yeniden format atıyor gibi yeniliyorum yeniden başlatıyorum kendimi bunu kendimi yeni hissetmek için yapıyorum. Geçmişim benden öç almadan zaman benden bir şeylerin kopardığının intikamını almadan bu günden bu günkü hayatımdan güç alıyorum geçmişime yok oldun geçmişte kaldın sen diyorum, bir de bol bol da dua ediyorum kendimi yeni hissetmek adına. Fabrikada kalabalık bir ortamda çalışıyorum giysilerini değiştirmek ve çalışmak,  yemek, yemek için çalışmak, sonra tatile gitmek sinemaya gitmek alışverişler etmek için çalışmak .
           Acele etmemiz gerek öncelikle ben acele etmeliyim üzerimizdeki elbiseleri çıkarmalıyım. Bak beyaz çorapların burada, yeni terliklerinde burada, saçlarına taç yaptığın beyaz başörtün, o başörtüsünü başında tutturmak için de iğnelerin maalesef iğne kullanmak yasaklandığı günden beri o başörtüsünü başında durdurmak için saatlerini veriyor aynanın karşısında iğnesiz durmadan çözülen başörtüsü dağılan boynuna dolanan o da daha gevşek bırakacak o da tam yerinde duracak o zaman. Saçının tek bir teli dahi gözükmemeli,
           Bak şimdi de beyaz çoraplarımı giyiniyorum nasıl da kendinden emin fabrikada kendi işine koyulmak sırf kendisine verilen rolü oynamak için. Çalışırken beyaz çorap giyen kızlara da hayranım doğrusu bu tarzları hoşuma gidiyor terliklerinin ucundan beyaz çoraplarını göstermeleri çünkü çok  kararlı bir başkaldırı  farklı olmak farklılığı seçmek ve farkındalık yaratmak aynı zaman çalışırken dahi beyaz çorap giyinmek veya çalışmayı kafaya takmamak gibi de bir şey  ben hem çalışır hem de tarzımı uygularım demek gibi de bir şey beyaz çoraplar.  
         İş bitti demek yani oyunu kazandım demek ve ben kendimi kazanmış sayıyorum evet sıra sizde demek gibi  de bir şey,
         Benim yirmi yılda o merdiven basamaklarını saymaktan bedenimin her noktası da koşmaktan ekmeğimi kazanmaktan yoruldu törpülendi inceldi sanki kanım da eskisi gibi deli değil belimde yerinde durmuyor sanki o da törpülenmiş kaburgalarım küt küt kütlerken onlara da bir şeyler olmuş sanki ayak parmaklarım karıncalanıyor ayaklarımın içindeki ince telden sinirler bir geriliyor bir yumuşuyor sanki bel fıtığı başlangıcı diyorlar. Kafamın içinde bin bir hatıra öyle de berrak ki hepsi de kafamın içinde dans ediyor hepsini de görüyorum. Ve ben yine hayaller kuruyorum içimde bazı şeyleri kıpırdatmaya canlandırmaya çalışıyorum.
             Her şey mücadele her şey zafer. Ama bu iş kolu bizim üzerimizde iken bu kır topraklarda tek başına bir iş kolu gibi uzanıp giderken fabrikalar siz de bize de bu güzel oyunu oynamak düşer o oyun için seçilmiş birer işçi olmanın verdiği gururla ve işe çağrılmış o işe gitmiş çalışmış ve o işten çıkmış olmanın verdiği bir birikimle işte benim de çekiciliğim buradan geliyor. İşsizlerin kızların çekiciliğine kapılan çevremde bir çiçek gibi çoğalan etrafına kokular salan o çiçek gibi kokan giysisiyle gelip yaldızlı turuncu koltuğa yanıma oturan yanıma gelen bana tekrar beni hatırlatan, ben olduğum için benim adımla seslenen o sesi duymanın arzusu. Ve eski işçi ve yeni işçi yan yana oturarak sohbetler ediyoruz.

        Şimdi işçiler çoğalıyor hepsi de şu kuzey tarafındaki bisküvi fabrikalarından geliyor. Sanırım benim bedenimdeki yorgunluğumu belime vuran o sert damarı da onların varlığı yumuşatıyor. Ve kalbim yavaşça süzülerek yeşil güverteye inen bir gemi gibi demir atıyor. İş bitti son, artık hep birlikte çay demlemeli bisküvi yemeliyiz.

22 Aralık 2017 Cuma

YALNIZLIK BENİ BOĞUYOR

  KADININ ADI YOK
        Ben tek başıma iken sıkıntı basar ve bilirim biraz sonra arkadaşım Feride gelecek ve benim sıkıntımı alacak. Benim içimdeki sıkıntılarımı bir süpürge gibi gelecek süpürecek ve alacak. Bazıları da yalnız kalmaktan hoşlanır yalnızken yalnız değilmiş gibi kendi kurduğu kelimeler içinde dolaşmaktan sadece kendi kurduğu kurgularla sadece kendi ayak izinde yürür. Kalabalıktan korkar çünkü kalabalıkta asıl o kişi yalnızlaşır. Bakın nasıl kendi kendini strese sokuyor nasıl bakışları değişti elbisesinin önünü nasıl da çekiştiriyor. Onun da elindeki en güçlü silahı önündeki işi. O iş ki onu o yalnızlığından çıkarıyor kalabalığın içine o da başkalarının kalabalığı olmak yerine kendi kendine bir yer edinmeye çalışıyor. Onu orada harekete geçiren hız, makineler, sıralar, acemi çaylak kızlar, usta söz dinleten vurduğu yerden ses getiren kızlar, birbirlerine bağıran karşılıklı kahkahalar atan kızlar,  yüzleri hafif tebessüm hafif kızaran kızlar, pişkin pişkin bakan kızgın bakan kızlar bir yığıntı insan kalabalığı onun orada ne işi vardı? Sözünün yerine onun da orada bir yer edinme mücadelesinde kimlik arayışındaki mücadelesi girişimi eylemi bir işin ucundan tutuşu işin onun elinden tutuşu. Öyleyse o da orada harekete geçmişse ondan her şey olur köyde olur kasaba da o zaman o kızın çıkardığı ses çok daha güzel olur o kızda yükselir kolunu daha yükseğe uzatır kımıldar meyveler toplar kendini eğip büğüp bir kimlik edinir ve kendini o boşluktan acemilikten kurtarır ve ustalığa bürünür.  Ama bakın o kız ne kadar da görkemli kendine güveni olan bir kız oldu o kendi kendine kurduğu dünya o karanlık yalnızlık nasıl da aydınlık oldu. Meğer isem bayat bir bahaneymiş o arkasına sığındığı yalnızlık, bakın üstelik nasıl da birbirlerine dönüştüler. Bakın nasılda o kızın karakteri de kısmen de olsa diğer arkadaşlarının izlerinde onların ayak izlerinden gidiyor. Yani ben benken ben değilim, ''Sen açken sen değilsin,'' reklam sloganında da olduğu gibi. Onların zayıf kalan yanları da var elbet kaçınılmaz hat çizgi hareket halinde düzensiz bir damar, huy, dürtü, nefis denen şey, Feride’yi kızdıran biri onu o olmaktan çıkarıyor bunun kaynağı ne?
        Kocaman kalabalık bir işyerinde servislere binip aynı tek tip önlüğü giyip aynı tek tip başörtüsü ile birbirlerine karışıp bazıları da gece ve gündüz birbirleriyle de uyum içinde iken hatta işyerine gelmeden önce Nesibe, Katibe, Emine Feride hep birlikte aynı müzik etrafında birleşip birlikte kahvaltı edip çay içtik birlikte yemek yedik birlikte iş önlüklerini giyindik. İşte bu yüzden ben bu işyerini çok sevdim. Çünkü tıpkı ben de olan onlar da var. Üstelik benim ben olmamı da sağlıyorlar. Bu yüzden ben onlardan ayrılınca treni kaçırmış ya da yoldan çıkmış gibi oluyorum. Çünkü onlar var iken kendi varlığınızı da hissediyorsunuz onların yanında o umursanmayan hissedilmeyen başkaları tarafından göz ardı edilen hor görülen ben belki sırf para makinası gibi görülen sırf para kazanmaya odaklı o yöne yönlendirilen ben, kaynanamın gözlerini dikip dikip bana baktığı ben, hep göze batan gergin ip üzerinde yürütülen ben, hep tavşan kaç tazı tut oyunu oynatılan ben. Ama ben o arkadaşlarımın yanında bunların hiç birini hissetmiyorum. Çünkü onlarla birbirimizi farklı gösterebileceğimiz bir sebep yok birbirimizi farklı gösterebileceğimiz bir alan birbirimizin konuştuğu kelimeleri bile anlıyoruz  ben bir kelime konuşuyorum ve kelimemi tamamlamadan bir başka arkadaşım lafı alıyor ağzımdan bundan büyük bir mutluluk anlaşılma anlaşma duygusu olur mu?



21 Aralık 2017 Perşembe

CEP TELEFONU

     Dedim ki insan şehre gelince bazı şeylere izin verebilir. Bazı şeylere göz yumabilir.  Hayata daha farklı bir gözden bakabilir. Yani gözünün birini kırparak bakabilir.  Biraz daha normalleştirerek hayatı, genişlerler rahat hareket ederler.
   İstediler, istekleri de hiç bitmez ki kimi ihtiyaçtan kimisi beklentiden kimisi özentiden. Kimisi de arzu ve hevesten,
   Sen babaları değil misin? Ne demeye göz yumuyorsun? Üstelik sen şehre bunun için mi gittin ? Bak demedi deme ‘’Suistimal kapısı aralamaya gelmez, ardına kadar açılır.’’  
     Çok göze batıyorsunuz çok, köy yerinde çok göze batıyorsunuz.  ‘’Ben hiçbir rahatsızlık görmedim. Yani altı yedi yıl şehirde kalınca doğrusu çok normal geldi.’’ ‘’Demek bu kızın giyim kuşamı seni hiç rahatsız etmedi. O kız başını örtüş şeklini değiştirmiş üstelik büyüklerine nasıl davranacağını bile bilmiyor eline bir de cep telefonu almış şimdiden iki elini de bağlamış kelepçelemiş bu da mı rahatsızlık vermedi sana?’’ ‘’Ama şehirde köyde yeni neslin hepsinin elinde var şu blok blok evlerde oturanlarda da köyde ahır diplerinde oturanlarda da her gencin elinde var.’’
     Yaşadığın sürece tek ayak üzerinde seksek sekeceksin bunu bilesin. Nereden biliyorsun? İki ayak üzerinde yürüyebilmen için arkanda doğru düzgün bir nesil bırakman gerekir.  İyi huylu büyüklerine saygılı hem kendi ayağını hizaya sokan hem de senin ayağını, bak bu yeni nesil sana hiç bakmaz bak şimdiden söyleyeyim sana. ‘’Büyüyünce düzelir o, şimdi genç,’’ ‘’Şimdi hizaya sokmazsan bazı şeyleri de kafasına, büyüyünce de biraz zor sokarsın, büyüklerini ailesini bilsin.  Nerede o eski anne babaya hürmet saygı. ‘’
     ‘’Ne yapıyor gene ne işler karıştırıyor gene neden gülüyor öyle?’’ ‘’Telefona bakıyor,’’
  Tamam işte al o telefonu elinden ödünç gibi emanet gibi al önce, yazık öyle sokmasın kafasını şimdiden o çukura acıyorum şimdi ki nesillere fazla değil iki bakar göz yuvarlak yuvarlak iki bakar göz yarın onlar da kurudular mı? Bir daha yazı da yazamaz göremez de   gözlükte işe yaramaz. Ayaklarını da hoplatamıyor bu çocuk, ayaklarını kaldırmıyorlar ki yerden, birde hoplamasını öğrenseler bir de hoplasalar o zaman işte ben burada rahatsız olmam fazla ileri geride konuşmam.
  Hani derler ya nerede o eskiler diye nerede o eski çocukluk diye ileride sen de öyle deme.


20 Aralık 2017 Çarşamba

BİR ANLIK BOŞ BULUNMA

Nurgül parkın buz gibi bankında oturmuş servis bekliyor üstelik gelip geçenleri de seyrediyordu. Ne işe gitmek ne de eve gitmek gelmiyordu içinden. Kaçmak istiyordu uzaklara çok uzaklara herhangi bir yere sonsuza kadar gitmek kaybolmak istiyordu.
          O günün anısı altında eziliyordu. O hayati hatayı yaparken kendi kendine aldığı kararla sevdiği sandığı kişi üstelik bir de bunu makine başında boş bulunmuş çok az tanıdığı bir kız arkadaşına anlatmıştı. Henüz en kötü taraflarını anlatmamıştı ama düşünmesi onun daha ilerisini merak etmesi bile onun canını sıkılmasına yetiyordu.
        Cep telefonunu karıştırıyor kayıtlı isimlere bakıyor. Nereye gidebilir? En iyisi hastayım desin fabrikanın tuvaletinde yatsın sabaha kadar da bir yere gitmesin. Kadınlar zaten tuvalete gece vardiyalarında kağıt sermişlerdir oturmak için onların üzerinde uzanır. Konuşulanları da duymamak için uyuyormuş gibi yapar. İşçiler onu uyandırmaya çalışsalar onlara kontrolsüzce yakalanmamak için oflayıp puflar. Bankın üzerinde kendi kendine bunları düşünürken bir taraftan da gülüyordu. Çünkü kızlar anlar onun üstüne üstüne gelirler sonrada üzerinde ne varsa fırlatıp atarlardı.
           O mutsuz anısını anlatmasaydı makinadaki arkadaşına hiç bunları düşünmeyecekti.
          Belki çavuşu başka bir makineye verir. Birbirlerinden uzakta laf lafı açıp lafta başka  konuları açmayacak uzaklıkta. Kendisine kızıyor boş boğazlığına bir diline hakim olamadın saklamadın şu içindekileri şu dilini.  Ne kadar aptalca bir düşünce hem şöyle bir söz vardır. ‘’Söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir ağızdan çıktıktan sonra sen onun esiri olursun.’’ Nereden bilebilirdim ki sanki bir filmin içindeymişim de film anlatıyormuşum gibi anlattım işte üstelik o filmde başrölde bendim.
        Kim gördü? Kimse görmedi. Kim duydu? Kara kedi duydu. Sanki mecburmuş da anlatmaya.

     Servis geliyor her zamanki koltuğuna oturuyor.  İşyerine geliyor. İşyeri üstüne abanmış gibi sanki onu boğuyor o ilerliyor merdivenlerden çıkıyor makinasının başına kadar geliyor kızların bağrışmalarına kavga seslerini duyuyor. O kendi dünyasıyla uğraşmaya fırsat bulamadan arkadaşı başka biriyle kavga ediyor bağırarak ona bir şeyler sayıyor. O ağzını açmıyor. Dalaşıyorlar her ikisi de kendisini savunuyor. Konuşmalar kesiliyor suratlar allak bullak sesi sinirden titriyor o arkadaşını sakinleştirmeye çalışıyor. Arkadaşı birden ağzından kaçırıveriyor senin lafı yetiştirirken aslında ben kendime hata yaptım kendi kendime tokat attım.

19 Aralık 2017 Salı

FARKLIYIZ

Farklıyız, üstelik açıklanamayacak kadar da birbirimizden farklıyız. Ama gelin görün ki bu kapıdan içeri girer girmez üstelik farklı olmayı da umarak ellerini üstünü başını düzeltme farklı bir bakış açısıyla olayları gözlemleme. Gövde gösterisine hazırlanma, sesini yükseltme kötülüğe taraf olma. Ama beceremezsiniz yapamazsınız çünkü burası bir birlik yuvasıdır. Çünkü burada bütün kızlar tek tip içindedir. Değişik bir hava vermek hayat vermek de boşunadır. Her gün aynı şeyler küçük değişikliklerle aynı tipler, değişik bir hayat değişik bir yaşam tarzı da yoktur burada ki kendini farklı kılıp farklı gösteresin. Bir şarkı patlat sen de öyleyse eskilerden kalma zincire vurulmuş isyankar kadınların tepinmeleri olsun, o şarkıların nameleri bir erkeğin bir kadına yaptıklarının kalıntıları izleri olsun. İsyankar tavrınla isyan şarkıları olsun eskilerden kalma eskimiş küllenmiş bir şarkı sadece.
Oysa yanındaki arkadaşın Gülay muhteşem bir kız ya Hülya o dilindeki şarkı sen şimdi onların dilindeki şarkılara kulak ver. 
Hayır hayır ben inadım siz önce benim şarkılarımı dinleyin.
  ''Ben kendimin prensesiyim. Bakın benim hareketlerime genç yaşımla gençliğe özgü hareketlerimle en büyük şair en büyük modacı en büyük görsel resimlerimle kendimi dizilerdeki villalara köşklerdeki kızlarla yarıştıran ve oralara layık gören. Çok da kendimi beğenmiş kendime fiziğime de oldukça fazlaca güvenen erkeklerin de bana bakarak iç geçirmelerini öyle de arzuluyordum ki belki sizler tombul kızları daha çok sever bana iskelet gibi de diyebilirsiniz. Ama kim bilir belki içinizden biri bana merhemini sunar benim gizli kalmış bir derdime dermanda olabilirsiniz. Ama ben kendimi tek bir erkeğe beyaz atlı prensime sırf o beni beğensin diye hazırlanıp sokağa çıkıyordum içsel bir arzu ile hazırlanıyordum.  Ne kadar da kendime hayran ama bir diğer taraftan da ben bu davranışımı onaylamıyorum.  Çünkü saatlerce ayna karşısında süslenmeyi maskara sürmeyi sırf o beğensin diye saçlarımı düzleştirip aksanımı değiştirmeyi gizlemeyi. Aslında ben çok kötü karakterli bir kızım en küçük şeyleri sorun eden ceviz kabuğunun içini bile doldurmayan konular üzerinden kavga eden o çantamın içinde neler gizli neler bir bilseniz ya kafamın içinde dolaşan gezenleri. O sokaklarda sokak sokak gezen parlak çantalı yüzleri cilalı kadınlar gibi evin içine pasaktan kirden girilmez öyle de pasaklı ben aynı zamanda kendini gizleyen kafese tıkılmış bir vahşi kaplanım her an her zaman saldırabilirim yeter ki bana bir dokunun o bam teline ben asıl dört bir tarafımda bekçilerimle kendimi zar zor zapt eden bir sinir delisiyim. Manyağım. Demek istiyorum ki sizlerden daha farklı ve güçlüyüm. Beni uzaktan görünce imrenir yakınıma gelince uzaklaşmak istersiniz. Sizlerle ben burada bisküviyle fırın ve makine hızına karşı yarış ederken öyle ya üzerime atılmış her söze dayanamayıp tek dişi kalmış bir kadına dahi yükselerek kavga edebilirim. Sizler şarkılar söyleyip birbirinize kuvvetlerinizi verip kendi etrafınızda çelik bir halka yapmaya çalışırken ben de bir de bakmışsınız ki sizler arasında eriyip tükenip sizlerden biri oluveririm.
           Ama şimdiden söz verin bana,  benden nefret etmeyeceksiniz. Bana merhamet de etmeyeceksiniz sadece benim yanımda benimle birlikte yürüyüp günümü güzel geçirmem işin benim üzerimdeki ağırlığını hissetmeme yardımcı olacaksınız.''
           O farklı kız birkaç gün sonra işe gelip giderken kızlar arasında motifin bir parçası gibi kıpırtısız duruyordu. Kızın içinde biriktirmiş olduğu sözler birikimler hepsi havada asılı kaldı o da kızlarla birlikte fırın ateşinde eridi pişti kıvama geldi.


18 Aralık 2017 Pazartesi

NE İŞ OLSA YAPARIM NE İŞ OLSA TUTARIM


                            VASIFSIZ İŞÇİYE İŞ 
       Aslında burada bir iş var ama. Sistemlerini çok güzel oturtmuşlar iş düzenlerini çok iyi kurmuşlar. Orada çalışabilirsin ekmeğini oradan kazanır oradan testine su doldurabilirsin.
      ''Peki,'' diyor elini kolunu sallaya sallaya duruyor o çeşme başında elinde kovasıyla. Allah biliyor o işten korkmaz gocunmaz çekinmez ne iş olursa yapar.
     Yeter ki iş onun dişinin govuğuna yetsin biraz gelir getirici olsun kabı dolsun. Onu attan indirsin arabaya bindirsin. Maalesef o iş umduğu gibi çıkmadı. Hatta işe giderken elindeki işinden de oldu. O iş ki şöyle bir esti geçti yaşantısından bir ara taksimi gibi ama gürleyerek geçti yıktı da geçti işe giderken az kalsın evdeki bulgurdan dahi oluyordu.
     Yorgun üzgün hareketsiz eski günlerini yad ediyor eski günlerini özlüyor anlatıyor o bir kızgınlıkla bir el hareketiyle siliverdiği işine o yankılanan ses, ''Evyah ki, ne eyvah,'' diyor. ''Ben ne yapmışım ben kiminle sidik yarıştırmışım. ''Gün batımına dek süren kendi içindeki kavgaları kendine kızıyor kendine, neden yaptın ettin üstelik gelecek zor günleri de bile bile. Takas etiğin iş, takas etmeyi düşündüğün iş, gittin gördün işte nasıl bir iş olduğunu oysa nasılda için kaynıyordu değil mi gitmek için şimdi de için yanıyor evyah ki eyvah.
    Allah biliyor ben işten gocunmam ne iş olursa yaparım ekmeğimi de taştan çıkartırım. Aileme karşı ve hiç kimseye karşı da borçlu kalmak istemem elimden geleni yaparım
    ''Öyleyse kendi işini kur,''
    ''Öyle köşeyi dön kabını doldur. Biraz da hayat yolunda iş hayatında öyle yürü.''
     Duruyor bekliyor. Bir kendine bakıyor bir de yaşadığı hayata bir de anlatanların yaşam öyküsüne sonra hayır, hayır riske girmeyelim. Burada bir fabrika da çalışabilirim. ''Hani yükselmek istiyordun refah seviyem yükselsin diyordun hani attan inip arabaya binmek istiyordun.''
       Yarın bir gün bu işi de bulamayız atı eşeği dahi bulamayız. Gözleri solgun yorgun duraklı dikkatli ve kararlı. Biraz da acımaklı bakıyor hayata, ''Sabırla çalışırsam sabreder dayanırsam bunların hepsi zamanla olur ki dayanırım ben.''
      ''Rabbim her zorluktan sonra bir kolaylık vardır.'' ''Sabreden derviş muradına ermiş,'' diye de bir atasözümüz var ayrıca hepimiz nice zorluklardan geçtik ne mücadeleler verdik de öyle bu günlere geldik. Sürüne sürüne derler ya onun gibi. Sen de boş boş beklemeyi bırak beklemek boşuna zaman kaybetmektir çalışmaya başla çalışırsın, dayanırsın, yaparsın biliyorum. 
    ''Benim öyle sıska küçük bir şey olduğuma bakmayın dayanırım ben çalışırım ben. Özellikle fabrikalarda yüklemede benim gibilerine çok ihtiyaç var, beli yere yakın olanlara, dayanırım ben çalışırım ben o un şeker çuvallarını kaldırırım ben. Ve hatta hamur haznesinde un yağ şekeri birlikte karıştırır bisküvi kalıbının yanına kadar getiririm ben.''
      Hamur teknesiyle hamur taşıyor, günlerce sonra evine gelince sırt üstü yatıyor. Sıska küçük adam iş hayatına karşı nice koca cüsselilerin bir kaç gün dayandıkları ve işten güçten el etek çektikleri işle birlikte yüzünde de derin bir anlam var evine ekmek götürüyor. O kişi evet o küçük adam işten korkmuyor.
      Bazen eve ekmek götürmek için çok şey istemez veya şöyle söyleyeyim çalışmak için sadece tembelliği bırakmak için istek azim ve kararlılık azmetmek sabır güçlü bir irade başka da bir şey istemez. 
      Evdekiler ekmek ister su ister götürmek gerek.
      İstek ve talepleri çok mu?  Çok mu pahalı şeyler istiyorlar?
      Biraz çeşni olsun diye yemeklerin üzerindeki buhar kokusu biraz değişsin diye biraz aromatik bir şeyler de bulabilsen sofraya getirebilsen iyi olur. Onlar da biraz sabır etsinler emeklime az kaldı. Artık emeklisine az kaldı işi de eskisi gibi acı vermiyor. Çünkü yolun sonuna geldiğini hissediyor. Kazandıklarının şıngırtısını kovadaki suyun şırıltısını duyabiliyor. Doldurduğu o kovaya döktüğü alın terlerinin kokusunu, ''Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik yine de sonunu iyi getirdik sona geldik. ''Diyor.
          Bu da iyi mi?
        ''Tabi ki iyi Çalıştığıma sabrettiğime şükrediyorum Bana çalışma gücünü veren Rabbime teşekkürler ediyorum.''
     ''Ayrıca ben vasıfsız bir işçi iken çalışmamın bir değeri yok iken hatta özürlü duruşuma göre bana saf salak benzetmesi yapılıyorken işyeri benim çalışmama bir değer biçti. Emeğimin hiç bir önemi yok iken emeğimin karşılığı olarak emeğime verilen bir değer ve önüme konulan iş. Ben de değerlendirdim. Çok şükür buna da şükür gerek. Ben vasıfsız eleman iken hayatta yaşam alanımı genişletti ekonomik gücü elime verdi o iş ki içime bir ferahlık gönlüme bir güneş gibi doğdu. Ömrümde hiç görmeyeceğim yumuşak yatak, mobilya, telefon, bilgisayar bu işyerinin varlığı ve emeğimin değerinin karşılığı eden kazanç ve önümdeki iş sayesinde gördüm. Kendine güven veren iş. Bu da şükür gerek.''
       Şimdi yavaş yavaş attan inip arabaya binmeyi düşünebilirsin. Dikkat et yavaş yavaş ayağını yorganına göre uzata uzata zamanında sırtından dökülen terleri de unutmadan.
       Nasıl emeklilik?  
      İyi çok iyi. İnsan geleceğini önceden göremiyor zamanın içinde gençlik çağında dolanıp dururken bir bilebilsen geleceğinde bir gün geleceğini bir düşünebilsen de zamanın etrafında dolanmadan içinde yaşayabilsen işte o zaman taşı tam gediğine oturtursun dalgalarla boğuşmazsın hayat ipini kendi elinle dolaştırmazsın iyi ile kötüyü kar ile zararı birbirine karıştırmazsın. 
      Hayatı sımsıkı tutum bak şimdi salmıyorum işte niye? Çünkü hayattan yeterince darbe yedim feleğin çemberinden bir kaç kez geçtim de o yüzden.
        Hepimiz feleğin çemberinden geçiyoruz ama bazılarımız yine bildiğimiz gibi hayatın ipine sıkı sıkıya sarılmıyoruz bir aşağı bir yukarı debelenip duruyoruz hala bazen de  hayali yel değirmenleriyle boğuşuyoruz niye? Çünkü onlar içlerinde gömülü olan hayal, istek, arzu ve temennilerine en kısa yolda kestirme yoldan ulaşmayı akıllarına koymuşlar gün bulup gün yiyenler, belki bir gün amaçlarına ulaşırlar o beklemeyi tembelliği seçenler belki toprağa gömülünce karşıların çıkar bekledikleri şey
     Hayat yolu bu inişli çıkışlı yokuşlu engebeli hepimiz de hayat yolcularıyız. İneceğiz çıkacağız yokuş tırmanacağız ve nihayetinde bir yerlere geleceğiz bazılarımız apalayarak bazılarımız yürüyerek bazılarımız koşarak bazılarımız uçarak. Ama önce hareket harekette bereket vardır beklemekle oturmak olmaz bir tas tuzlu çorba bile önüne gelmez.

15 Aralık 2017 Cuma

KADININ ADI YOK

               BEN KİMİM
       Bakın o işyerlerini kötüleyenler nasıl da geri dönüyorlar. Çünkü o koku onların üzerilerine yapışmış silkinip atamıyorlar. O koku öyle bir koku ki damarlarındaki kan gibi içlerine sızıyor o artık o değil onlar olmuş beni de etkilemiş. ‘’Ben de değil ben de değilim bir ben vardır benden içeri,’’ dediği gibi onun içinde de başkaları var. Ayşe Fatma Fadime Hülya var. Kendinde onlardan izler görüyor onlar gibi yürüyor onlar gibi gözlemliyor hayatı oysaki o onlardan kopup ayrılalı yıllar oldu. Örneğin  bir zamanlar fabrikaya girip de o kalabalığa karışan kız nerede o kız? O ürkek şaşkın acemice bir hikaye konu olan kız kim? Şu fabrikaya vinçle getirilip yerleştirilmiş gibi okkalıca duran kim? Sonra yüzü morlu gelen kadınları kırklı yaşlarda karnı burnunda karnı patlayacakmış gibi işe gönderilen kadın? Koştur koştur ter içinde servise yetişen ve servisin içine atlayan her biri de bir hikaye her biride bende bir iz taşıyor. İçimdeki anılar işte o zaman baloncuklar halinde sözcüklere üflüyor. Ve anılar bir anda aklıma gelirken kendimi de farklı kılıyorum kendimi de geliştiriyorum aslında onların yanından geçerken onları izlerken onlarla konuşurken onlarda bulduğum anlam ve kendime yüklediğim kimlik birinden ötekine doğru bir ip ilmek ilmek de geçerken her şeyi derleyip toparlayan ruhum ve bedenim ama ben işyerinden çıkınca işten ayrılınca onlarda içimdeki cazibesini yitirir sanıyordum Ben tekrar ben olurum ve kendimi dinlerim. Bu benim kimliğim. Benim iş önlüğüm benim dikişim benim elbisem.Her zaman son sözün bana ait olduğunun fikri kendimin de biçim alması için ama geçmişin anıları dünden bu güne geçişi engelliyormuş işte. Gün be gün aynı yemeği tekrar tekrar ısıtıp ısıtıp yemek gibi ve her gün kendine aynı yemeği de ısmarlamak gibi bütünüyle onlarla bütünleşmiş bu hayatta tek başıma kendi başıma bir cümle dahi kuramamışım meğer. Kendime ait dayalı döşeli bir odam bir gönül otağım bile yokmuş benim. Her yerde evde odamda gönlümde bir mum beni ancak onlar aydınlatır. Benim kendime özel fırfırlı elbiseler dikmeme ve o elbiseler içinde dönmeme kendime bir kimlik yaratmak ve benim kendime dönmemde yine onların gözlerine sözlerine duruşlarına ihtiyacım var. Kendim ben olabilmem için. Başka insanların Ayşe’nin Fatma’nın Fadime’nin Hülya’nın gözlerine gözlemlerine ihtiyacım var. Bu yüzden ben tam anlamıyla kendim olamıyorum. Kendine özgün kız olamıyorum mesela Nil gibi. Bir de insanlar sadece yalnızken tek iken kendine özgün kendi kimliğini yansıtırlar. Başkalarının ışığını da yansıtmazlar ikilemde de kalmazlar. Ne kadar hayır ben başkalarının ışığını yansıtmıyorum ben ne isem oyum deseniz de mutlaka üzerinizde bir başkasının kalıntıları izleri duruşları hisleri vardır. Sözcükler kalemime biraz ağır vurgu yaparak çıktıysa birazda dünkü yazılarımdaki yorumlara bakın. Nasılmış bir başkasını eleştirisi bile benim yazılarımın ve sözlerimin ağırlığının üzerinde bir etki yaratıyormuş kullandığım sözcükleri değiştirebiliyormuş. Öyleyse bir başkasını eleştirmeden önce o yazıyı akıl süzgecinizden geçirerek ve Allah’ın düşünmüyor musunuz akıl erdiremiyor musunuz? Ayeti kerimesini ışığında okuyun düşünün ve öyle yorumlar yapın burada fiziki bir görüntü söz konusu değildir. Sadece kimlik arayışı ve benim kadının adı yok yazı serisinden bir yazı buraya aktardıklarım.


           

14 Aralık 2017 Perşembe

EVLENMEK İSTİYORDU

           Oturmuşum paketleme makinasının önüne keyifle seyrediyorum hayallerimi. Kutuya doldurduğum paketlere bakarken nedense duyduğum büyük mutluluk bir evlilik bir nişanlılık hayal ediyorum birden de evlenmeye ikna oluyorum. Hoşgörü sevgi, itaat, güven evliliğin sağlamlığında bütün direkleri oluşturmuşum, evlilikle uyuşmuşum evleneceğim kişiye bey efendi diyebileceğim veya efendi öyle de değer biçmişim öyle de huzurluyum mutluyum hemen de bavulumu çeyizimi hazırlamış da evden çıkacakmış gibi. Neden başınızı hep o kasvetli havanın içine tıkıyorsunuz? İllaki evlilikler kötü mü olsun? Mutsuz boşanma ile sonuçlansın veya şiddet? Ne yapsak ne yazsak yararı yok böyleleri de var çünkü ama ben şimdi evliliğin arifesinde, evlenme düşüncesi içinde sanki parlak bir fikirmiş de gelmiş kafamın içine yerleşmiş harika bir evlilik, harika mutlu bir yuva özlemi içindeyim.
          Bisküviyi selefon sarıp sarmalarken o da çalışırken aklı, fikri düşüncesi de bu fikri sarıp sarmalamış bu fikirle yuva yapmış hayal etmiş onunla işini ilerletmiş onunla büyümüş irileşmiş. O hayali ile kendine evlilik törenleri yapmış onunla kendi havasına girmiş sanki devasa bir rüya sanki kanatları var ruhunda ve kanadının ucu da az biraz yanındakine dokunmuş güzel renkli bir hayal hepsini etkilemiş, kızlar tek tipleşmiş çünkü her genç kızın rüyasıdır evlenmek ve tek bir arzuları da varmış gibi o durağa varmak o mutluluğa kavuşmak.
        Elbette sen de evliliğe giden yolda birini bulacaksın insan sadece yalnızlıktan bekarlıktan beslenemez. Evlilik sevgi sadakat güven ve fedakarlık ister. Evlilikte en güzel örnek kendi anne ve babası en canlı örnek hala birbirlerine gülüm diye hitap ediyorlar, birbirlerinin gözlerini içine bakınca adeta kanları yeniden ısınıyor. Birbirlerine tekrar tekrar aşık oluyorlar. Birbirleriyle elli yıllık bir ömür geçirmişler hayatlarını paylaşmışlar, her yeni çocuk beraberinde sorunlar yumağı getirse de yeni bir mutluluk kaynağı her bir çocuk onların elinde onları hayat bağlayan yaşam pınarları olmuş. Acaba kendisi de annesi ve babası gibi elli yıllık bir evliliğe onu bekleyen hayallerinin ötesinde bir erkeğe böyle bir bağla bağlanabileceğine söz verebilir mi? ''Zaman gösterecek,'' diyor. Kesin kuşak farkı var. O da annesi gibi kanaatkar, sabırlı, rıza gösteren olursa, annesinin üzerindeki elbise kendisininkinden çok farklı üstelik annesi sabırlı o sabırsız. Annenin kaderi kızına çeyiz olur mu? Annesinin kaderinin iyi taraflarını kendi üzerine işlenmesini diliyor.
          Hayallerimin duraksamasını ve o sarsıntılı kötü haberleri de duymak istemiyorum. Evleneceğim kişi ile bütün gün ve gece karşılık oturup sohbet etmeyi konuşabilmeyi aramızda oluşan bağın daha da kuvvetlenmesini ve kopmamasını istiyorum. Çünkü evlilikler genellikle iletişimsizlikten birbirini anlamamaktan dinlememekten kopuyor. Sevginin yerine nefretin sevgisizliğin egemen olduğu veya karşılıklı restleşme rekabet ortamı hayırdır, ringe mi çıkıyoruz? İkimiz de ellerimizi dişlerimizi sıkmış bekliyoruz. Hayır, hayır ben duyguları da hissetmek istemiyorum daha farklı arzuların da olduğunu hissetmek. Hızla giden bir trende, ömürde hızla tükeniyor tek bir şey arzuluyorum mutlu bir evlilik bir yuva yan yana oturmak göz göze konuşmak ne hoştur. Bakın hayallerim gerçek oldu arzuma kavuştum. Evlendim.
         Henüz cicim aylarında başka kapılardan giren kargaşa karmaşa, evde ilk söz dinleten benim sözüm geçecek ağır basma isteği açıkça belli eden o sözü geçiren taraf olmak, sözü geçen eş ama bunu da açıkça belli ediyor. Ama ben ilk söz geçirilen olmak hem de evliliğin yükünü sırtlanmak istemiyorum. Evlilik teklifi ettiğin günden beri ve evlendiğimiz günden beri ne değişti? Kimlik duygusunu tamamen kaybetmiş olan ben ve benim her bir hücrem üzerinde söz geçirmeye baskı uygulamaya kalkan sen, bir gün yemek yapılmadı diye birlikte mutfağa girip de yemek yapmak yerine sofraya bir çelme takıp siniyi ters çeviren sen. Bir gün kapıyı geç açtım diye kapıyı açar açmaz tokadı yiyen ben,  bir gün dişlerimi fırçalıyorken istediğin suyu zamanında önüne getirmedim diye küfür yiyen ben. Her sözüne emme basma tulumba gibi ‘’evet veya hayır’’ diyerek benden onay cümlesi bekleyen, benim olumsuz yorumlarıma tahammül gösteremeyen sen. Karmakarışık işlerin düzensizliğin ağresif hareketlerin ve olur olmaz yerde beni öteleyip aşağılayan sen. Şimdi ellerimi açıp sahip olduklarımı yere bırakmak sadece burada işyerimde bana destek çıkan, kol kanat geren işimle birlikte iş arkadaşlarımla birlikte hiçbir şeye katılmadan, hiçbir şey arzulamadan, kıskanmadan, özenti duymadan, sadece işe gitmek işten gelmek, servise binmek servisten inmek ve bazı yaşayanların olaylarını uzaktan seyretmek istiyorum. Çünkü zihnim hala isabetli düşünemiyor. Ben isabetli düşünemiyorum. Evlendim o tadı aldım evet kabul edildim birisi tarafından tamam, tamam bitti, şimdi artık hiçbir şey istemiyorum.
                  Artık sütten kesilmiş bir bebek gibiyim.  Demlenmiş demini almış dibe çökmüş bir çay gibi,  derinlere gömülmüş gitmiş gibi. Aslında şöyle de düşünüyorum, önümden gelip geçenlerin her zaman her yerde var olan olaylara genel yaşama evliliğe ne kadar bağlı kaldıklarına ve insanların yazgısına duyduğum merak. Evlilikte en güzel örnekler anne ve babalarımız eski evlilikler zeki akıllı insanların eski püskü elbiseler fistanlar içinde ki çiftlerin bağlı olduğu evlilikler, kesinlikle olmaz dedikleri elverişsiz bir durum onlar için yok muydu? Vardı ve her sorunun mutlaka bir değil birden fazla çözüm yolları da vardı.
         Kadının asansör kapısında kocasına bağrışını duyuyor musunuz?  Tuhaf duraksamaları şu tarafa mı? Yoksa bu tarafa mı? Yoksa öbür tarafa mı? Sonra eğosu ağır basar. Her biri kendi yoluna. Çünkü her birinin de giderilmesi gereken ihtiyaçları vardır. Sanki randevuya mı yetişeceksin ne bu acele nedir? Bu acınası acelecilik nedir mesele? Ya da alışverişlerde bir kıyafet yüzünde dükkan dükkan gezmelerde basit bir satın alma işi onca yıldır birlik içinde olan evlileri güzel insanları dahi birbirinden ayırır.
        Tekrar kendimi genel akışa bırakıyorum zihnimin yüzeyinden geçenleri yansıtan soluk gri bir evlilik aklımın ucunda geçmişi hatırlıyorum. Burnu kırılan gözlerinin rengi değişmiş sadece acil durumlarda yol kenarlarında bekleyen polisleri, bir evde, bir kaldırımda, bir kavşakta, bedenini korunma arzusunda olan kadınları kızları düşlüyorum. Onu yakalayan korku durakta otobüste veya evinin önünde.
             Yaşamakta da ısrarcıyız.
             Nedense faturalar da hep kadınlara çıkıyor zaman hep kadınların aleyhine işliyor
            Görünüşe bakılırsa sonuçta yine evlilikler çöküyor boşanan ve boşanmak için nara atan kadınların uğultusu mahkeme koridorlarını inletiyor. Bir o yana bir bu yana her biri bir nedenle birbirinden farksız suratların geçişi geçmişin hayalleri ve bu an, geçmişin bu zamandaki yeri nedir? Kendi içimde hapsettiğim duygular bu gün bir olay gün yüzüne çıkarmışsa kötü giden evliliğin homurtusu küçük kavgalar tartışmalar, her evde olabilir her çalışan kadının evinde her akşam yemek olmayabilir.  Bir aslan kükremesi mi hayır bir hayvan kükremesiyle zamanın tekerleğini gıcırdatan ve beni geçmişe gerileten biraz ilerlemek istiyordu oysaki o da iptal oldu. Kadın bedeni aslında her daim çıplak her daim hedef sadece kıyafetlerimizle örtülmüşüz sadece kaldırımlarda servis bekliyoruz. Kadınlarımız kemikli bel kemiği üzerinde duran bir sessizlik sadece.


           

13 Aralık 2017 Çarşamba

BEN KİMİM? SAFİYE Mİ? MELİKE Mİ? CEMİLE Mİ?

         Bir kapı açılıyor bu bir iş kapısı o öyle de bir kapı ki açılmaya da devam ediyor her o kapıdan girenin de hayatı değişecek diye düşündüğümüz, gelen kim? İşe yeni giren vasıfsız donanımsız bir işsiz mi? Bir köylü mü? Bir garip mi? Çaresiz mi? Dul mu? Evli mi? Genç kız mı? Okumuş mu terk mi? Sadece bir işçi yaşlıca bir işçi, Safiye onun yanında çocuk kalıyor fakat o kişi de acemi, Safiye’de onun yanında usta, işyerinde Safiye’nin yaşında kızlar var usta yaşlı kadınlar var. Yaşlı acemiye, saygın bir iş kuşatmasıyla birlikte birbirlerine karşı değiller daha çok yardımlaşma çünkü onlar büyüğümüz. Zamanında bisküvi işçiliği vardı da onlar mı gitmedi? Bizim çağımızda bize denk gelen bizimle akran bisküvi üstelik her türlü öğretici var burada sen hangi dersi almak istiyorsan bin bir türlü kitap, bin bir kapı, sen hangisini aralamak istiyorsan. Gel bakalım, kapımız açıktır girene girip de çalışmak isteyene.
          Birbirinin arasında yabancı hiç tanımadıklarının arasına sokulup gidenler. Tanımadığı kimselerle aynı servise binip aynı işyerine gidenler, gözünü kaldırıp gözünü ucuyla birbirlerine bakanlar, umudun esintili heyecanı, kapılar açılıyor kapılar kapanıyor. Kızlar işletmeye dalıyor kapalı bir alana bir telaş hengama ve kargaşa ortamı gibi ben kenardayım gizlice kenarda unutulmuş gibi onlardan ayrı tarafta onlardan ayrı tutulmuş gibi gözlerimi o kargaşa içine kalabalık içine daldırıyor onları gözlemliyorum. Çavuş çağırıyor orada bana da bir iş veriliyor. Kızlar yanıma geliyor. Sevgi ve iyimserlik havası içinde işin yoğunluğunu ve ilk günün heyecanını örtmek istermiş gibi gülümseyerek yatıştırıyorlar beni. Ellerimi tek tek bisküviye elliyorum bisküviler tek tek değil sıralı bir biçimde yanımdan geçiyorlar onu tutmalıyım yakalamalıyım, salmamalıyım ama nasıl yakalayacağımı bilmiyorum. Öğreneceğim. Bedenim uyumsuz ellerim yanacakmış gibi kayıtsız kalmış gibi bisküvinin gidişini izliyorum.  Sonra çavuşun sözlü saldırısına hedef olmamak için kollarımı kaldırıyor bisküvi tutmaya yakalamaya çalışıyorum.
           Gece üzerimizdeki acemiliği alıyor biraz daha işe doğru öteliyor. O dolambaçlı gibi görünen işler onu boğan floresan lambasının ışığı, onu boğan üstüne üstüne gelen yük, onu boğan binlerce iş gibi onu kendine getiren gecenin ışığı ve gecenin yansıttıkları onu harekete geçiren, burada bireysel hareket yok ortak hareket edilecek, ortak birbirimizin eylemlerine ve yine birbirimizin hareketlerine tutuklu kalmış gibi birbirimizin ayak izini izlemek zorunda olduğunuz bir iş modeli üzerimizde ki o ağır yükü baskıyı da hemen kaldırıp atıveren bir birlik içinde.  O üzerimizdeki ağırlığı o bilindik acemiliği üzerinizden çekip çıkaran bizim kaderinizi yazgınızı değiştiren, bizi kımıldatan önümüze yeni kapılar açan göğsünüzden, aklınızdan geçenleri dahi bir 
başkasına aktarabilen bir güç elde ettirebilen o boğulmaya ramak kala bir anda size neşeyle sarıveren ki o katlandığınız şeyler içinde buraya mıhlanır kalırsınız. Her kapı açılıp kapandığında her girip çıktığınızda bir kırbaç yemiş gibi de olursunuz dillerden şakıyan ve sırtınıza vurulan bir kırbaç içinizde kıpır kıpır durmaz yerinde konuşmak karşılıklı ve size atılan sözlere karşılık vermek onları kendinden uzaklaştırmak. Kırgınım kırılıyorum. Burası bir işyeri mi? Yoksa savaş alanı mı? Bir sıcaklığın ardından gelen serinlik bin bir suratlı insanların gövde gösterisi hangi suratımla görüneyim size hangi suratımı görmek istersiniz ayrıca.  Her bir bisküviye adlarını yazdırmış kızları kadınları düşünüyorum, eteklerinin dizlerinin altında neler sakladıklarını veya dilleri ile dişleri arasında çok cepheli ve dimdik anneleri düşünüyorum, saklayın beni ya da ben size karşı hangi yüzümü takınayım söyleyin bana akıl verin. Saklanıyorum öylece korunuyorum. Çünkü ben acemiyim hayatın içine yenice fırlatılmış bir top. Benim henüz yeni bir elbisem yok. Ben de burada sizler gibi ekmeğimi kazanmaya geldim savaşmaya, dalgalarla boğuşmaya beni usta olmaya, ustalığa çevirin alın üzerimdeki acemilik hırkasını. Ben tek başına iken oraya buraya sallanıyorum kendimdeki donanımlarımı da göremiyorum.  Ama burada kızlar akranlarım etrafımı çevirirken ben artık tek ben değilim aynı zamanda parçalara bölünüyorum, bildiklerim de bana ait değil öyleyse onlar kimin? Sahip olduğum ustalık kimin Safiye’nin mi? Melike’nin mi?  Cemile’nin mi?  O floresan lambasının ışığı altında eğilirken doğrulurken iğneden ipliği geçirip de birbirimiz üzerinde işleme işleyen birbirimize uygun kumaştan elbiselere diken kim? Bazı şeylere evet bazı şeylere hayır diyen kim? Bir silkinebilsem kendimi bulabileceğim ben kimim?
        Benim bir hedefim var emekli olmak sırf bu amaç için bisküvi fabrikasına girmişim aynı hedefe birbirimizin ışıldamasıyla da hafifçe tüylenmiş palazlanmış olarak geleceğimi görebiliyorum. Kendimi meydanlarda parklarda şehrin her yerinde benim olmayan bir suratla, demek ki onlar benimle, demek ki mekan değişikliğe onlardan ayrılmama rağmen onlar ben de bağışıklık yapmış tenime işlemiş elbisemi süslemişler ben onlar olmuşum. Beni bıçakla kesen titreten, birleştiren, bölüştüren kıyama rükuya eğiltip doğrultan sonra da dilimi söylettiren görüntüleri yok hatları silinmiş ama aslında benim içimde içime işlemiş benimle bütünleşmiş olan beni donatan güzel insanların izlerini de görüyorum. Onların yüzlerini buluyorum kendimde emekliler bir emekli evinde toplanmış çalışanların başında bir diğeri de nöbet tutuyor. Burada değişikliğe uğramayan kimse yok burada birbirine bağışık bağımlı insanlar var. Ama ben hala bisküvinin yanan fırınlarının ateşinde kavrulurken son nefesini verirken dahi bisküvinin ateşinde de kavrulmak yanmak istermiş gibi o kapıların açılmasını ve kapanmamasını diliyorum. Şehrin en kıyı ucunda evinin en ücra köşesinde oturan dahi buyursun gelsin bu bisküvi kokusunu içine çeksin kendi şalvarının uçkuruna bir anahtarlık yapsın onunla açmak istediği kapıyı açsın diye.
          Şimdi de tembellik ve umursamazlık çöküyor üzerime çarşı pazar yerinde insanları umursamazsa sürtünerek geçiyorum aranızdan kimse kimseyi tanımak zorunda değil veya bedenleri içindeki kimlikleri bilmek zorunda değil. Mavi sarı yeşil kıyafetliler. Ben illaki önlüğümün rengini ararım o renkten hoşlanırım.



12 Aralık 2017 Salı

KREMALININ YAPILIŞI

      Kızlar işletmeye giriyorlar. Konuşmaları birbirleriyle fingirdeşmeleri havalı işitiyoruz. Kıkır kıkır fıkır fıkır geliyorlar konuşmaları fabrikanın duvarlarında makinelerin demirlerine yankılanıp geri geliyor. Erkekler makine başlarında duruyor. Onlarda kimi konuşuyor kimi makine ayarı yapıyor. Merhabalar selamlaşmalar bu gün ne çıkacak? Kremalı galiba evet kremalı hiç şaşmaz kremalı hafta içi her gün çalışır makinesi de oldukça hızlıdır arkanı dönemezsin. Kızlar hemen olukları doldurmaya başlıyor. Ustalar olukları temizliyor teker teker dişlilerin arasını bazen sert bazen yumuşak sözlerle, kendilerinin buldukları yöntemlerle makine arızalarına kutu kesip deliklere aksaklıklara çözümler üretiyorlar. Kimse bilmez anlamazdı o an aklından geçirdiklerini ve buldukları çözümleri.  Bazıları da aldırmazdı zaten çünkü onların işi değildi.  Bir demir parçasının üstünde saatlerce elinde hiçbir alet olmadan eli o makine üzerinde işleyen kızlar. Usta bazen de uzanıp kenarlara düşen birkaç bisküviyi yerden toplar bunları kullanmak yerine ıskarta çuvalına atar.
     Ayar işi bitince de işçilerin en önünde makine başında makineyi üretime hazırladı.  Kızlarda makine kenarlarına ilişmişler hepsi ayaktalar bazı makinelerde toplamacılar oturuyor.  Ve Kremalı geliyor.  Krema makinesi kremalıyor şimdi evet olukları dönerek geliyor daha dikkatli kızlar ellerini ayaklarını da kullanarak daha hızlı hareketlerle kremalı bisküviler paletlere girsin diye ve paletlerinin birbirlerinin önlerine gelsin diye bekliyorlar. Hiç biri oyalanmıyor hepsi de makinenin önünde toplamacı makinenin sonunda duruyor onurlu gururlu ve durgun eliyle paketlenmiş ürünleri çağırıyor ‘’Gelin, gelin ‘’onlara yol göstererek kutulara dolduruyor son kontrol birazda ondan soruluyor sorumluluğu var. Iskarta ürün, ağzı açık ürün, selefonu kayık, tarihsiz ürün onun da biraz dikkatli olması gerekiyor.  Mallar ters düz gelmiş paketi şekilsiz yapmış selefon kaymış hemen ustasına haber veriliyor bazen de kızlar el atıyor, ekler ve bağlantılara eğimlenmiş bölümlere değil sadece derli toplu gelen selefon bobinin kenarlarındaki ayarlarıyla oynuyorlar.  Makinenin önü de derli toplu derin dondurucu gibi boylu boyunca yatırılmış makineler bisküviler önündeki paletlere yayılmış sıralanmış dizi dizi paletlerin içinde selefonun içine girince de görünmüyor zaten
      Palete girmiş ürünlerle kızların elleri de kremalanmış oluyor bu ne büyük bir mutluluk hemen yala o parmaklarını hayır o çok hızlı hareket ediyor makineden hızlı akışkan olması ve kremalı bisküvileri paletler arasında yüzdürmesi için. Ayrıca kendisini esirgediği bir de makinenin selefon kestiği bıçağı var.
      Dört ayaküstünde duran makine, durduğu yerde paketleme yapıyor. Hiç biri oturamıyor altı kızın hepsi de ayaktalar.  Ne zamandır ayaktalar mesai başladı başlayalı. 
     Bazıları bir yıldır bazıları on yıldır.
     Kremalının yapılışı dur bakayım hatırlamaya çalışayım çünkü üstünden on beş yıl geçti. Hatırlıyorum.
    Un yağ, şeker vanilin, lesitin, koruyucu, ürün çeşidine göre aroma ve boyası bu hammaddeleri belirli bir oranda yoğurduğunda ve o oluklardan bisküvi arasından geçirdiğinde kremalı bisküvi oluyor.
     Kızlar gülüşüyor birden bire üstelik çok sesli. Bir daha o kremalılar arabalarla gelmeyecek bu oluklardan geçmeyecek tam otomatik sistemli makinalar gelecek doğru benim anlattığım on beş yıl önceki benim hatırladığım.  O kremayı arabalarda taşımak paketleme makinalarının yanlarına getirmek ilkel bir yöntem gibi ama yine de illa ki ben bu şekilde çalışacağım diye inat eden makinalar var. 
     Evet Karaman da bisküvi sanayisi yaşadığı sürece bu işi oluruna bırakmayan idealist genç girişimciler işin araştırma geliştirme ARGE bölümünde çalışanlar ve onların yardımcıları genç mühendisler araştırmacılar daha önümüze pek çok makine ve çeşitte lezzet ve tat sunacaklar.  Günün birinde herkes bin bir zorluklar işyerinde de çalışma koşullarını birbirlerine anlatırken onlar da o zorlukları kolaylaştırıverecekler.
  Girişimci işverenlerin ve Allah’ın yardımıyla yoksa her yiğidin atından kalkacağı işler değil. Allah yardım eder kul da cesaretle üzerine gider vazgeçmek yok yola devam der sanki işi ile konuşuyor gibi sanki Allah ile konuşuyor gibi Allah da onları yarı yolda bırakmaz.
      Patronlar yurt dışı gezilerine çıkıyor artık temiz giyimli saçları temiz ve düzgün taralı başları dik. O havayı havalı duruşu biliyorsunuz değil mi?



11 Aralık 2017 Pazartesi

DAYANIRIM BEN ÇALIŞIRIM BEN

       Çalışmak istiyor musun?  Gözleri sorgu dolu acaba çalışabilir mi?
      Dayanabilir mi? Dayana bilir miyim ki ben?  Denemekte fayda var hem ne kaybedersin ki buralarda sürünmekten de iyidir.
   Yüklemede indi bindi yapacaksın. Çuvalları veya kutuları aldın mı sırtına,
       ''Dayanırım ben çalışırım ben, yapabilirim.
       Komşunun cılız oğlu bile yapıyor konuşmaya bile değmez.''
     İşe gelince o kurşun gibi ağır çuvallar sıska vücudunda, yüzünde renk kalmıyor.  Konuşamıyor arkadaşına sadece gözleriyle soruyor çuvalları nereye koyayım? Un ve şeker çuvallarını karıştırma ikisinin de yeri ayrı ayrı
    Vücudundan ağır sulu sulu terler akıyor gözlerinin önünde halka halka birleşiyor ayakları yine de onu gideceği yere götürüyor. 
    Evine gelince sırt üstü yatıyor sıska vücudunun üzerinden geçen çuvallar aklına geliyor  tam hayattan elini eteğini çekmiş gibi yüzündeki o derin anlam. Dayanabilir miyim? Dayandım işte siz de gördünüz. Çok su içmen gerek. Su mu? Evet çok su kaybettin.
     Birkaç gün daha dayanabilirsen kendiliğinden, bedenin kemiklerin acı da vermez üstelik.Ertesi gün yükleme bölümünde çuvalların yanına geldiğinde çuvalları indi bindi yaparken vücudundaki terler bu kez yavaş yavaş dökülüyor. Yine ‘’Dayanabilirim,’’ diyor.
       Bu da iyi dayanabilirim diyor demek ki acı vermiyor işi ona
      O işi çözdü bedenini nasıl kullanması gerektiğini bütün iş gücü bacaklarda toplamakta dikkat et bacakların bükülmesin.
    Oluyor sen bu işin ilmini almışsın oluyor deli kanın henüz vücudundan çıkmadan bedenin bir kağıt gibi yırtılıp kenara atılmadan henüz ayaklarında yürüyorken o alnından akan terleri siliyor.
     Nasıl şimdi?
     İyi diyor çalışmak iyi geldi.
  Bana bir güven geldi içime de bir serinlik sana da iyi gelir. ‘’Beni bağışla ben gelip oralarda hamallık yapamam ben kendimde o gücü göremiyorum.’’
     Zamanın içinde dolanıp gidenler zamana akranları arasına karışmayanlar bir karışabilseler iyi olurdu aslında. Taşları tam gediğine koymak için hayata sıkı sıkıya sarılmak için yeşil yolda yürüyebilmek için dalgalarla boğuş cesaretinle güreş kaderinle yüzleş.
   O anlamlı bakışlar, ‘’Bak ben sımsıkı tuttum hayatın ipini.’’
   Evet diyor o önünden giden arkadaşlarına teşekkür ediyor. 
   Sonra diğerleri de hepsi birbirlerinin ayak izlerini takip ederek ilerliyor. Arkadan gelenlere bakıyorlar yollarda sıralı sırıtanlar, gülenler, somurtanlar, tahta gibi sert olanlar, bedenlerinde sadece kalçalarını ve aşağısını oynatanlar, tek gözleriyle etraflarına bakanlar, tek kelime konuşmayanlar, soluk ve sert bakışlılar, somurtkan yüzlüler, suratları gülenler, sırlarla gömülü olanlar hepsi yollarda sıralı gelen servislere biniyor. 
     Önümüz de uzun bir yol var galiba hepimiz ama hepimiz bu yolun yolcularıyız.