26 Şubat 2018 Pazartesi

İŞE BAŞLAYACAĞIM


                                                              
            Evet, yarın işe başlayacağım. Sabah erkenden saat altıda kalkmam gerek. İçim neşe dolu işe başlamayı istemek çalışma şevki ile dopdolu içim. Oğluma bir şeyler alabileceğim. Yeni koltuk kanepe eski perdelerimi de değiştireceğim. Karanlıkta herkes uyurken de ben işe gideceğim. Bir günlük yevmiye kazanmak için tekkeyi bekleyeceğim.  Bisküviye soğutma bandı üzerinde iken ilk ben dokunacağım. Çocukluğumdan beri özlemle tattığım tatları orada ayrı ayrı tadacağım. Tatlı tuzlu. Peki bir işten beklentilerin bu kadar mı? Senin iş denince aklına gelen, anladığın şeyler?  Bak sevincime gölge düşürme yaşadığım ana, çalışmak zorunda olduğumu biliyorsun. Hayatta kalabilmek bazı şeyleri de alabilmek için bazısını da bırak içimde kalsın. Yüreklendir beni hassas duygularımı uyarma, uyandırma. Dudaklarımda işe başlayacak olmanın verdiği sırıtışı durutma. Bırak duygularımı, makinelerin çarkı nasıl döndürüyorsa bu devranı beni de döndürsün. İşi bana sevdirsin. İşin kasvetli yorucu havasını bana getirme duygularımın yaydığı hava şu an bana enerji veriyor. Keyfimi kaçırma bırak içimdeki duygularım çocukluğumun özlediği tatların isimlerini bana söylesin.  İşe odaklanmışım oraya sabit, çalışma gücüme de inanıyorum.  Çünkü annem de çalışkandı. Onunda gençliğinden bisküvi fabrikası ve arkadaşları ile ilgili resimleri var. Ordu gibiler kalabalıklar, yolumu kesme beni caydırma, o iş ki bize armağan.
         Bu iş sanki yıllardır gözlemlediği yoluna hasret çektiği bir işmiş gibi birden de öyle göründü gözüne. Her şey iyi olacak biliyorum. Sabah sabah çorabı ters mi düz mü giydim? Derken hayat bir ilmek de ben atacağım. Sabırsızca acelece de giyeceğim o çorabı. Sabah işten gelince de gözlerim tıpkı bir lamba gibi parlayacak gecenin floresan lambasının ışığı gecenin uykusuzluğu yorgunluğu gözlerimi öyle yapacak.
      Üstelik işe gitmeden neden işi düşlüyorum biliyor musun? Kendimi işe hazırlamak için, bir de işe gitmek istemeyenlere neşe ve eğlence olsun diye.  O beklemedekiler de organizede sağlı sollu duran fabrikalara gelsinler diye. Herhalde onlarda benim gibi sıkıntıdan patlıyorlardır. Hayatları dağınık parça parça bir yığın eski defterleri de karıştırıp karıştırıp birbirlerine anlatıyorlar. Peki onlara bir tas tuzlu çorba ile biraz da tütünü kim verecek? Bir ay çalış kazan. Bir aylık bir sürede öyle uzun sürmez üstelik ay dediğin nedir ki hemen de gelir. Senin korktuğun gözünde uzattığın bir ay. Karaman kırının tepesinde kurulmuş olan bu fabrikalar ki içine tıkılmış o kadar insan da nasıl dayanırsa sen de dayanacaksın. Bir mektup bir haber bir koku getirmez mi sana yanı başındaki komşun? Üstelik görüşebileceğin konuşabileceğin hemen de karşı komşun. Hele bir de evliysen çocuklarında varsa üstelik karnınız aç çocuklar da istemezler mi? İstekleri de hiç bitmez. Bir de hastalandılar mı? Bilmem bilemem. Öyle çaresiz düşünmektense uzayan kol bizden olsun der kolumu kınından çıkartırım. Çalışırım. Bir ay boyunca da çalışır evimdeki o kasvetli havayı da dağıtırım. Gelecekte bir gün gelecek. O kasvetli hava o kötü günlerin cama vuruşu, fırtına öncesi sessizlik bütün bunları görmektense kuşlar gibi kanat çırpar gözlerimi lambanın feriyle açarım. Henüz yaşımda daha genç iken ayaklarımda yere basıyor iken. Denize düşen yılana sarılır da derim. Bak bu cümleyi de söylerim. Burnumun dikine dikine gitmektense, artık ben çalışmam işe gitmem de demem. Ben de bu denizin dalgalarına kapılıp ben de o denizde yüzeceğim. Bisküvi toplayacağım düşman çatlatacağım. Ben işe başlayacağım. Çalışacağım. Bu bir çarpışma bazılarının burnunun dibindedir o koku burunlarını dahi kaldırıp o kokuyu koklamazlar. Bazılarının ellerini uzatınca yakalayacakları uzaklıktadır o balık gibi ellerini uzatmazlar. Sorarım sizlere kızlar siz nasıl başardınız da o işlere başladınız?  Kızlar hep birlikte gönüllü olarak koro halinde bildik ses tonuyla ''Gel bize katıl bize hem oyuna hem söze, gel bizimle seni de götürelim.'' Dediler. Kuzeyden esen rüzgar sen sadece kollarını aç ve o işin seni kucaklamasına izin ver.


8 Şubat 2018 Perşembe

TEMBELLİK


GAMSIZ HAYAT
İnsan doğuştan çalışmaya aşık doğmamışsa
sırf safi çamursa yontulmamış işlenmemiş doğranmamış ve belli bir beceri kazanmamış ise vasıfsızdır yani hala şekilsiz çamurdur. İnsan böyle şekilsiz iken saf ve temiz kalabilmişse makuldür ya saf ve temiz kalamamışsa hiç kimse kalamaz ki öyleyse bu ayrıştırma niye?
         İş var ve işsizlik artıyor, iş ve işsizlik birbirine karışıyor. İşe gidenlerin yüzleri gülüyor. İşe gitmeyenler ise rüzgarda bile hareketsiz yapraklar gibi kımıldamıyor. Keder yağmurunda olumsuzluklar kervanında beklemede hareketsiz bereketsiz duruyor. Gözlüklerinin camları dahi puslu karanlık isli uluyan dilleri de sadece iki bacak arası, ayakları da çarpık bacaklı
         Yine çalışanlardan neşeli sesler geliyor. İşyerinin kapısında işyeri de onlara ''Hoş geldiniz sefalar getirdiniz,'' diyor.
                Tembel serseri, tesbih yapmış hayatı ağır ağır çevire çevire tesbihiyle oynuyordu. Onun görmediği hayal bile etmediği kaybettiği şeyler. İçini dolduran tembellik hengamesi serserilik budalası onu nitelendiren utancı, Yaşamak mıydı bu? Ne hakla başkalarının sırtında ne hakla? Oysa onda da vardı el kol ayak bel ne etmişti şimdiye kadar ne etmişti? Bunca yıldır eline bir kazma kürek mi almıştı yada poşete sarılı bir ekmek mi getirmişti koltuk altında. ‘’Onu bir gün çalışırken göreyim bir fakire sadaka vereceğim.’’ Diyordu annesi. O serseriliğine işsizliğine sevinirken. Belki o öyle başkaları böyle hayatın ipine tutunmuşken. Belki o tutunmamıştı hayatın ipine, hayat onun ellerinde tutulmaz şekilsiz bir haldeydi.
          
Onunla aynı görüşe sahip olmadığından ona karşı bakışı da sadeleşemiyordu.
            İş  görmemiş elleri  zoru görmemiş hayatı ve yorgun tavrı
       Benim sözlerim ona bir bıçak gibi keskin geliyor onun serseriliği gamsızlığı da bana, bir vesile arıyorduk birbirimize çatmak için.  Bu sefil kemiriciler asalaklar başkalarının sırtından geçinenler için benim tek silahım manevi gücüm ve çalışma şevkim. Onlardan o kemiricilerden iğrenmeme ve kolayca ittirivermeme sebep. İşsizlik bazı kişilerde utangaçlık yapar utanır o kişi de ise işsizliği bir soyluluk ibaresi gibi o ve onun gibilere göre bin bir türlü bahaneleri de vardır işsizliğe ve işe gitmemeye. Dillerine tutkalla tutturdukları bir türkü gibi sığındıkları mazeretleri.
     Serseriler tembeller emekleriyle para kazanan işçi sınıfından da uzak basit insanlar. 
     Üstelik ruhen de yorgundurlar hep yorgunum terenennisi içinde tam işe gitmek üzereyken de bir bahanesi vardır işe gitmemek için tıpkı iş değiştirmeye yol değiştirmeye kararsızlıkla olduğu gibi bahaneleri de vardır sürekli kararsızlıkla,
        ‘’Hazırlanıyorum hazırım tam işe gideceğim öyle ki özlemini çektiğim iş çalışmak istediğim iş içimde bir huzursuzluk. Bana gitme, gitme o işe,’’ diyor.
         Onun içini yeyip bitiren kemiren içine yerleştirdiği yeşertip büyüttüğü tembellik onu bırakmıyor tam o işe gitmek istiyor elini kolunu bağlıyor onu atalet hale getiriyor yapamıyor edemiyor gidemiyor.
       Böyle bir kararsızlık hali gülümseyişi serzenişi iş ile alay edişi acınacak haline gülüşü ben inatla, ‘’İşe gideceğim ipin ucundan tutacağım,’’ diyorum o ise işin alayında.
       Onun ellerini bağlayan benim ise elimle tuttuğumu elimi bağlayan işim.
      Tembellik onun kanının ağırlaştırdı o hep yan yattı en yakınları da ona yardım etti. Sonra Allah da ona yardım etti.
       Cebinde üç lira parası ve sigarası sırtını yerleştirdiği yastığı dilinde mırıldandığı şarkı, ‘’Bir elimde cımbız bir elimde ayna umurumda mı ki dünya,’’ istediği hayat yaşamak istediği dünya onun özgür olduğu alan onu böyle hafif ve yüksekte tutuyordu. Ama zaman nelere gebeydi elbette zaman ona da bir ayar geçecekti.
      Şimdi çok erken karar vermek için çok erken. O her eğilip doğrulduğunda huzursuzluk başladığında nasıl olduysa olmuş başının üstündeki iki gözü de açılmıştı birden arkasına döndü baktı zaman şimşek hızıyla geçmişti. ‘’Yeni bir iş yeni bir ben bana yeni bir mucize lazım yeni bir hayat gerisi bayat benim bir iş bulmam lazım.’’ Aldanmıştı gençliğine uzun boylu yakışıklılığına koltuğunun altına sıkıştırdığı diplomasına.
        Ona en çok hava veren şey. Tembelliğini bahanesi elindeki diploması ve o huzursuzdu bu kez alaycı küçümseyerek bakan gözleri üzgün bir şey arıyor bir iş arıyor gibiydi. Aradığı iş nasıl bir iş?
       Bakışlarıyla aradığı iş  tüm şehrin bildiği inandığı yaptığı veya  yapmaya çalıştığı iş. Bisküvi fabrikaları, kararlı bir tavırla o işe elini uzattı iş onun elinden tuttu. Fabrika ona bütün kapılarını açtı. O da hızlı bir yürüyüşle turuncu masalardan bir tanesini kaptı. O tembelliğin favori adamı kıvırcık saçlı iri gözlü, ‘’Neden ben de çalışmamayım? Eller çalışıyorlarken benim neyim eksik? Dedi, atladı işin üstüne. O yıllar önce omuz silktiği işe neden çalışacakmışım neden dediği işine. Şimdi yüzünde güller açıyor keyfi yerinde. Keyfi olarak çalışıyormuş gibi keyfi ehil  de
         O tembel kişi üstünü başını temizliyor üzerindeki tembelliği kendisinden el hareketleriyle uzaklaştırıyordu. Olsun buna da şükür.

     Gülüyordu gülmeye başlamıştı beni görünce çünkü iş çalışmak hoşuna gitmişti kendi kazancıyla içtiği çorba hoşuna gitmişti. Çorbanın iyisi kötüsü olmaz işinde iyisi kötüsü olmaz ‘’İş iştir,’’ diyordu. Tavuk suyuna çorba tadında gülüşler.

         İnsanı ölçmek için bir terazi var mı hayır yok. Öyleyse insanı görünüşüyle veya zamana yaymadan değerlendirmemek lazımmış bu da benim hatam bu da benim kulağıma küpe olsun.

7 Şubat 2018 Çarşamba

KAYBOLMUŞ BENLİK

Kızlar arasında kaybolmuştum. Her birinin gölgesi arasında gölgelenen de ben olmuştum. İçimdeki gürültüler de susmuş sükûnet bulmuşlardı. İçimdeki düşmanlarım beni lime lime etmiyor dışarıda da horozlar ötmüyordu sadece benim tenim hareket ediyor benim yük trenim yük çekiyor. Ama ben de kendim değilim ben kimim? Bu fabrikaya ve kızlara yaslanan beden, ben kimim? Canlı mı ölü mü? Kızlar benim içimdeki umutsuzluğu hayal kırıklıklarını silip süpürüp alıp temizlemişlerdi arkadaşlarım o harika insanlar her biri de elleri çalışkan, işlek çalışkan kızlar, fırının kenarında bisküvi toplayan, bazıları bir bulut bazıları bir gölge bazıları da hayalet gibi onlarca kız bir azalıp bir çoğalan pembe kırmızı yüzleri zamanla beyaza dönüşen dışarıyı bilmeyen bir eve bir işe yollanan kendilerini bazen yükselten bazen kabartan öylesine nafile bir insan gibi de hayattan gelip geçmeyen kızlar.  Değişen zamanda aklımda not defteri gibi kendimle bile anlaşamazken, bir tek cümle kuramazken kendimde bir gölge iken onların arasında onlarla birlikte hamaratça nasıl da ilerlemişim. Kendim geleceğimi bile göremezken bu dünyadan bir fani gibi gelip geçecekken nasıl da kendimi onlar arasında görebilmişim. Nasıl bu işyerinin ve kızların bana verdiği ağırlık nasıl? Bana verdikleri güç istek, talep, isteme arzusu kendim olabilmek söz söyleyebilmek nasıl? Bir şeyler de varlığını hissettirtmek bu dünya da ben de varım demek nasıl?
       Beş dakikalık ara Gülden Karaböcek'ten Dilek taşı şarkısı. Dinle.      
       Öyleyse dünya dönüyor atlıkarınca dönüyorsa bir tek dönmeyen ben mi kalacaktım? Elbette ben de dönecektim bu devranda. Bu bir buluş bir mucize değil narin incecik bir çizgi hepimiz bir kürenin  içinde bir kafesin içinde asılı duruyoruz işte. Birlikte soluk alıp veriyoruz birlikte yürüyoruz kimimiz mavi kimimiz yeşil, kırmızı mor, sarı farklı tonlarda yollarda yürüyoruz. Zamanla yeşilden maviye kırmızıdan mora da geçiyoruz ansızın bir ışık yakalıyor birden aşkın şarabını da içiyoruz. Ağır ağır bu merdivenlerden de çıkarken ömrümüz de tükeniyor kanımız çekiliyor yavaş yavaş yüzümüzün de rengi değişiyor ağırlaşıyoruz hantallaşıyoruz yaşlanıyoruz daha sonra ince uzun yere yatıyor o toprağın üzerinde öylece de kalıyoruz. Ölüyoruz. 

6 Şubat 2018 Salı

UYU ARTIK UYU

                        ÇOCUK ÖZLEMİ
    ''Uyu,'' diyorum kendi kendime gözlerin göz çukurların içinde yan yatmış, uyu artık. Hala çömelmiş beklemelerdesin ''Uyu'' diyorum, kendi kendime uyu.  Akşamdan sabaha kadar aynı önlükle aynı terlikle ayaklarını da birbirine vura vura ayakta dikildin, ''Uyu artık'' diyorum, uyu kendi kendime, odanın içinde berduş gibi dolanmaktan, odadan odaya toz bezleri gibi dolanmaktan bıkmadın mı? ''Uyu artık uyu'' diyorum uyu. Bak kuş tüyü yorganın yatağın seni bekliyor, senin o sıska vücudunu sıvazlayarak örtmeyi  hayatın senin üzerindeki darbelerinin izlerini de gizleyerek örtmek için seni bekliyorlar, ''Uyu artık uyu.''
       Bak uyursan hayatın seni şimşek gibi delip geçmesine de mani olacaksın. Bedenin içindeki o küçük çocuk ağlamayacak onu da uyutacaksın. Bir yuva sıcaklığı haline getirdiğin sen yorgan ve yatak hep birlikte, uyu artık uyu.  Pencereden bir haber bekler gibi kuşun cama vurmasını bekliyorsun. Bak gözlerin kapandığında rüyan onu da sana gösterecek o gözlerinle görmek istediğin şeyleri de bedenin burada olacak ve ruhun dışarılarda gezinecek sana her türlü haberler, ganimetlerle geri dönecek. Bedenin hala burada ayakların yatağın içinde olduğu halde. Sahip olduğun şeyler de çoğalacak, uyu haydi uyu sende. Bak arkadaşların çoktan uykuya daldı sen de onlarla birlikte akşam tekrar işe gideceksiniz. Onlarla birlikte gri önlükler giyeceksin onların yanında gözlerinin altı mor mor üstelik yorgun yorgun olmak istemezsin herhalde o halde uyu lütfen, hemen uyu.  Gece olsaydı gece gece yıldızları seyredip uykuya dalması güzel olurdu belki ama şimdi gündüz gündüz, gündüzü gece yapmak mümkün olsa keşke. Gözleri uykusuzluktan yanıp kavruluyor midesi de ekşimiş yanıyor. Kendini serin tutmalısın bu yüzden de hemen uyumalısın, haydi uykuya.
          ''Uyu'' diyorum uyu bak çaydanlığın fokurtusu sobanın cızırtısı sana ninni gibi gelsin haydi soluğunu yavaşlat kendini uykuya yoğunlaştır. Ağzın fosur fosur sigara içerken hayat damarlarını doldurduğun o pis zehirde senin ciğerlerini dolduruyor tüm bedenine de yayılıyor. Haydi uyu uykuya. Böylece de yatağın içine doğru itekleniyorum geceden kalma gündüz ve kocamın bedeni de üzerimden geçerken yeter artık yeter doğanın kanununu da yerine getirdin uyu artık uyu diyorum. Ama daha fazlasını da istiyorum hayatımda bir çocuk istiyorum. Neden bir çocuğum yok? Diye de bir çocuk onu da avutabileceğim ninniler söyleyip başucunda uyutabileceğim. Neden beni yatağımın yanında bir beşik yok? Neden? Mutlaka olmalı olgunlaşmış yaşım evliliğime bir meyve vermeli, pırıl pırıl evim ocağım onunla neşelenmeli, bereketlenmeli. Fırtınada savrulan bir yaprak gibiyim kah orada kah burada uykusuzluğum da bu yüzden uykuya dalamayışım eksik kalan yanım, gözyaşlarımla yorganımı yastığımı ıslatıyorum sanki iğnenin içinden geçirilen iplik gibi ağlamaktan boğuluyorum. Gel uykum gel artık bu doluluğumu benden al, gel uykum gel, bunu da istiyorum. Uykum gelsin ve benim üzerimdeki bu ağırlığımı da alsın. Gözlerim alev alev yanıyor uyku gözlerimdeki alevi tutuşturuyor gözlerim kapanıyor rüyamda beyaz bir zarf görüyorum içindeki kağıtta da ‘’Sınavı kazandın Rabbin seni bir çocukla müjdeledi yazıyor.’’ Bu sesi duyar duymaz uyanıyorum. Kesik kesik ağıtlar sevinçler, ‘’Oldu oldu dualarım kabul oldu diyorum’’ 




5 Şubat 2018 Pazartesi

KIZLAR FABRİKAYA GİRDİ

       Kızları fabrikaya getiren servis durdu. Kızlar işyerlerine geldi.Yaşlı çalışan kadınlar da geldi. Onlar da kendi evinin ocaklarını tüttürdükleri gibi burada da borularını öttürüyor. Birliktelikleri sağ duyu motivasyon ve enerjik halleri o kadar belirgin ki elleri de birbirlerinin ellerinde. Kapı önünde ara sıra birbirleriyle vedalaşanlar oluyor. Arkadaşlarına ‘’İyi çalışmalar yarın görüşürüz,’’ diyenler. Sonra işyerlerine girdikleri an tekrar o coşku neşe başlıyor ne dırdır ne kavga sadece o bayrağı alma ve taşıma. Vardiyalar arası görev değişimi yapılıyor. Bisküvinin ışığı her bir kızın üzerine vurmuş onları üst katlara çıkaracak ışık, kuru kuru kızlar o kaldırım boyunca dizilen kızlar onlar değil sanki her biri birer lamba, birer ışık bisküvi sanayisinin üzerinde parlayan birer meşale. Her biri de evler için sokak için birer aydınlık. Bir anlığına bisküvin kurucularını da unutuyor kızlarımızla gurur duyuyorum.
         Hayatın kükreyen o teşbih sallayan hallerini de geçmişler  kendilerine yeni bir yol çizmişler. Bir  fener alayından geçer gibi  de dizilmişler bu görsel şölen de çok güzel uzaktan amir odasından kuşbakışı seyredene. Acemi çaylak işçilerin renkli dünyası henüz ustalığa geçişte bir tanımlama yapılamıyor.  Nasıl bir işe sahip olduklarını kendi beceri ve çabalarıyla biçimlendirdiklerini kendileri yaşayıp görecekler. Nasıl da ağızlarında kıtır kıtır bisküvi çiğneyerek yollarını ilerletiyorlar. Ölçülü adımlarla işlerine yaklaşıp hemen de bir mücadelenin içine giriveriyorlar. Upuzun uzayan gri önlüklü kızlar soğutma bandı boyu serilmiş kendilerini de süslemiş püslemiş kızlar iş, aş, ekmek, sohbet hepsi burada. Süslü erkekler de bir başka bölümden makinelerin fırınların arasında, dünya telaşı evlerine ekmek götürme telaşı onların yüzlerinde daha fazla belirgin. Yüzlerinde küçümsenmeyen gülümseme ve kırışıklıkları da gördüm. Kendilerine de bakmaya çalıştıklarını bakımlı hallerini de gerçekten çalışmaktan zevk alan o çalışmayı kendilerine kolaylaştıran bazı şeyleri de kendilerini evlerinde hazırladıklarını sanki buraya işe çalışmaya değil de eğlenmeye de gelmişler gibi. Her biri de bir işin ucundan tuttukça o iş küçük dilimlere bölünecek kolaylaşacak o kalabalık işçi ordusu da bir ışık gibi parlayacak kuşlar gibi de şakıyacaktı. Her birinin beklentisi bu yönde her biri birbirleriyle karşılaşacak ve birbirleriyle işi bölüşecek sonra şakalaşacak, sırlar bölüşülecek şehrin içindeki fırsatlardan mevsimlik indirimlerden konuşulacak, uygun yerlerde uygun buluşmalar için sözleşilecek buluşma yerleri ayarlanacak, yemekler batırıklar yapılacak. Hayatları bu şekilde devam edecek. Pazartesi haftanın ilk günü Salı sallanır Çarşamba çarşafa dolanır Perşembe perişanlıktır Cuma mübarek gün hayatları böyle de devam edecek.


2 Şubat 2018 Cuma

ELLERİMİZDE ÇİKOLATA

   Ellerimizde tane tane çikolata inanılmaz bir hızla eğilip doğrularak o paletler de hızla önümüzden akıp geçip gittiler. Bir tünelin içinden geçer gibi edalı bir şekilde gelen çikolatalı tabletler fırsatını bulduğumuzda bir tanesini ağzımıza attığımız açlığımız yatırdığımız fakat o fırsatı da bulamadık tünelden gelen malların önünü henüz kesemedik. Bir bakkal dükkanı gibi onlarca çeşidin içinde başını ne tarafa çevirirsen çikolata ama sen de oraya o işin başına mıhlanmış kalmışsındır. Bedenin orada sabit gözlerin görebildiğin kadarıyla her biri de karşında duruyorlar.  Sen onlara onlar sana bakıyorsun. Sonra o ürünler seni umursamaz bir şekilde depoya doğru yol alıyorlar. Sen ayaklarını bir ileri bir geri hareket ettirirken o soğuk binanın soğuk demirlerin içinde soğutma tünelinden de çıkmış ürünün geliş yolunu izlerken onun geliş hızını durduramayacak kadar da kendini güçsüz hissederdin. Demek ki böyle de kesilip biçiliyoruz lime lime ediliyoruz. Böyle soğuk bantın bir tarafında tek başına bırakılarak ellerin yorgun düşmüş gözlerin nemli incecik her biri bir filiz gibi diğer kızlarla da kollarımız yan yana, yardımsız iki çift gözde üzerimizde, o çalışma şartlarında çalışmak zorundayız sadece özgürce soluk alıp verdiğimiz yemek saatleri kuş ağzı gibi ağızlarımızda o yemeklere sürtülürken yaprak gibi sallanan bedenlerimiz, günde sabaha doğru ağarırken ama çalışmak zorundayız.  Yorulduk yorgun düştük ama çalışmak zorundayız.

      Bunca hareket halindeyken uyuyan uyuklayan gözleri uykusuzluktan kıpkırmızı yanıyorken o duygusuz dünyanın da çevreninde bir parçası olmuşuz. Konumumuzdan kendimizden vazgeçtik ve şimdi de yatağımızda uzanmış upuzun yatıyoruz.  Ne kadar da çabuk uykuya daldık. Ne kadar da çabuk unuttuk yorgunluğumuzu bunun üzerine gözlerimiz üzerine çekilen perdeler ve göz ucuyla ilgini çeken sokak ne de çok şey varmış görmediğimiz ne de çok duymadığımız şeyler.