29 Eylül 2017 Cuma

CUMARTESİ


          Yarın pazar tatil, ve bugün iş çıkışı sen de öyle yorgunsun ki söylenecek tek şey var o da çok yorgunsun ama dilin söylemiyor yorgun olduğunu susuyorsun. Susmak ve yorgun olmak hep kime yorgun olduğunu söyleyeceksin ki öyle değil mi? Yorgun ve uykusuz olmak hem kime  anlatacaksın ki öyle değil mi? Hem de yorgun uykusuz ve başında çatlayacak gibi ağrıyor olmak hem kime söyleyeceksin ki öyle değil mi? Hiç, kim senin derdine derman olacak ki? Ben bir şey söyleyeyim mi sana bu gün kendine bir iyilik yap. Büyük bir yatağa uzan sana sevgi gösteremeyenlere sana bu gün nasılsın tatlım demeyenlere inat, bugün sana günün aydın olsun demeyenlere inat. Sonra bir güzel uyku çek uyanınca da keyfi ehil kendine bir çay yap kendi kendine içinde en mutlu anılarının gezinmesine de izin ver. Hayal kur bir anlık en çok mutlu olduğun yerlere gidiyormuşsun gibi gitmişsin de oradaymışsın en çok sevdiğin kişi de karşındaymış da birlikte çay içiyormuşsun gibi çok kısa bir an, ha bu hayale geçmeden önce kalbine sevgiyi yerleştir önce onu oturt kalbine sonra hayal etmeye başla. Mutlu musun? Ellerin gözlerin kalbin bileklerin ve kafan hala ağrıyor mu? Zavallı bedenine çok mu acı çektirdiler. Zavallı bedeninin sana söylemek istedikleri de çok doğru ama sen de bedenini nasıl çalıştıracağını bilmemişsin. Gülünç bir beceriksizlikle kötü özentilerle  belki de kendini daha çok ön plana çıkarmanın özentisiyle bedenini kızdırdın iyice yordun. Ve elinden geldiği kadar bedenindeki bütün uzuvlarını bu iş için kullandın buna davranışlarını da ekledin tabi koca beden makinesi yorulur. 
        Şöyle yani iki türlü yorgunluk vardır  birincisi beden kendisi işe boyun eğer ruh bilmez nasıl yorulduğunu, ikincisi zavallı beden hiç ummadığı yerden gelen emir ve beklentilerle kendini yorar. Yorgunluk hiç de bedenin üstüne vazife olmayan işlere kalkışması kendini hem ruhsal hem de bedensel yormasıdır.
      Bu bedenin  dinlengin olması da çok zordur hep yorgundur  onun için dinlenme bile bahanedir çünkü dinlemez ki  dinlenmek onun işine yaramaz ki tekrar eski yorgunluğuna geri döner enerjisiz haline. Benim sana asıl anlatmak istediğim sözümün özü fiziksel yorgunluk kısa bir dinlenme ile geçer, ama psikolojik ve zihinsel yorgunluk kısa bir dinlenme ile geçmez. Hep yorgun oluşunuzun uykudan uyandıktan sonra bile dinlenememiş olmanızın sebebi budur. Çoğu da seni ilgilendirmeyen şeylere üstüne vazife olmayan şeylere kafa yorduğun için asıl seni yoran işten çok kafa yorduğun şeyler için.  Bırak  boş ver kafa yormaya değmez türden dediğimiz şeyler için.  Fabrikadaki  fiziki eylem asıl olan eylem sana para kazandıran eylem aslında seni yormuyor. Tamam, pekala yoruyor diyelim  ama kısa süreli bir dinlenme ile iş arası kısa bir mola ile kendini dinlendirebilir yenileyebilirsin hatta gücünü yeniden kazanabilirsin, seni asıl yoran işyerinde kafana taktıkların ve onların ruhsal ve psikolojik olarak sana yaşattıkları. 
    Farklı bir bakış açısı ile  şimdi ne yapmak istiyorsun? 

BABAMIN ÇİKOLATA FABRİKASI YOK


              EKONOMİK ÖZGÜRLÜK NEDİR
          
           Ekonomik özgürlük önce paraları toplamak için çalışacaksın sonra da o paraları harcamak için hastalanacaksın. Belki de varını yoğunu satacaksın. Derdin birinden kurtulup bir diğerine bulaşacaksın. Bir taraftan da tutsak gibi yaşayacaksın. Sırf başkalarının ailenin soyunun mutluluğu için kendini feda edeceksin. 
        Ekonomik özgürlük bir hastalığa yakalandığında başındaki hastalığı savacak olan paralardır. Sonra hastalığı yenip ayağa kalktığında tekrar para toplamaya başlayacağın tutsaklığındır. Hastalığın birinden kurtulup birine başlamak gibi bir şeydir de. 
         Ekonomik tutsaklık bunun adı, özgürlük değil ki  
       Sen ne anlıyorsun peki ekonomik özgürlükten? Ekonomik özgürlük diye bir şey yok çalışmak var mücadele etmek var. Peki bunlar ne için, özgürlük için değil mi? Niye acı çekiyorum öyleyse? Hayat böyle.Yorgunluktan, ve emekten kazançlar doğar ve o kazançlardan da birilerinin karınları doyar. Her kazanç bir emektir. Emekler de birer çiçektir. Her biri bir başka kokar. İyi ama o çiçeklere tohum veren benim, benim halim  ne olacak? Bu tohumu kim doyuracak kim besleyecek? Tam orasını bilemem ama herkes besleyebilir herkes kimi kan verir kimi can. O kişi çalışan kişi ekonomik gücü elinde tutmak isteyen kişi bağırıyordu makine mıyım ben? Şayet makine isem ben, benim de  alet ve edavatlarım kol ve kanatlarım var peki onları kim onaracak?
        Ekonomik özgürlük için bunca eziyetler çalışma gece mesaileri gerekli mi yani? Çünkü kazandığım bu parayı otursam bir gün bir lokantada yesem hemen tükenir. Sonra  de için ürperir. Sonuç ne çalış ve ye. Tam yemek istiyorum bakıyorum maaşın hepsi bitmiş tükenmiş,
         Bırakalım şimdi ekonomik özgürlüğü de Allah ne verdiyse ona kucaklarımızı açalım. Kır zincirlerini iş ile kopar bağlarını, vur lambaya ışık vermesin, söndür ocağın altını, hastalanınca gitme eczanelere, şimdi ne anlıyorsun ekonomik özgürlükten? Eğer varsa rızkında yemek o da sen çabalamayınca gelmeyecek.
       Yani ekonominin paranın tutsağıysak işimiz de bizi zincire bağlamışsa bizim ne yapmamız gerekir öyleyse? İşimizde mutlu olmak, halay çekmek, dans etmek gülmek neşelenmek. Nasıl olsa sonu gelmiyor öyle düşününce de böyle düşününce de, ancak işimizle mutlu olursak ipin ucunu yani özgürlüğün ipin senden taraf yönünü tutmuş oluyorsun. Kendine özgürlük hakkı veriyorsun öyleyse halay çek, dans et, raks et oyna elinden alan mı var? Al sana özgürlük. Sen zincire bağlı işinin tutsağı olmuş kişi.  
       Sen unu elemiş eleğini asmışsın da ondan böyle konuşuyorsun çiçekli dallı güllü elbiseler içindesin de bol ağaçlıklı yeşillik yerde testini ters çevirmiş kafana dikmiş testinden de su içiyorsun yani boynunda zincir yok.
         Herkes kendi kafasına konan sineği kendisi kovar. Kısacası sana söylemek istediğim şey şu ekonomik özgürlüğün olduğu sürece kralda sensin paşada, top da alırsın tüfekte, sahile tatile gider kıyısına da ayak basarsın işte özgürlük budur. Sen hiç parasız özgürlük gördün mü? ''Hayır.'' Öyleyse patronda sensin işverende. Ki böyle olması gerek ki hayatın süslü olsun süslü geçsin. Benim cennetim çok süslü atlı arabalar  çiçekli balkonlar yemyeşil kırlar. Dolunaylı geceler kırmızı panjurlu evler. Sen de cennetini kur senin de cennetinde bir sürü renkler cisimler yürüsün.
      Bir bardak soğuk su, bir bardak sıcak çay mesela, 
      Sonra çene çalmak şarkılar söylemek mesela,
       Dünya ah bu dünya ölümlü dünya bu dünyada çok büyük ün yapsan kime ne? Boşu boşuna yaşasan kime ne? Sonuçta ağlayanda gülen de sen değil misin?
         ''Neden ağlıyorsun?''
        ''Babamın çikolata fabrikası yok.''
        ''Al sana bir lira git karşı marketten kendine çikolata al.'' O kişi mutlu oldu, mutluluk budur işte sevinç budur, ekonomik özgürlük budur.

27 Eylül 2017 Çarşamba

SABAH İŞ ÇIKIŞI SENDROMU


           Bayan işçiler sabah gruplar halinde servisten indi. Kalabalık kızlar her biri bir sokağa girdi kızlar seyrekleşti. Kızların sesleri tek tek  seyrekleşti. O kişi ise de hayata karşı ilgisiz bir tavırla kendinden de geçmişken birden karşısına çıkana ilk ''Günaydını'' da o dedi. Canı oynak ve mutlu olmak istermiş gibi birden neşeleniverdi sonra içinde bulunduğu hava onu boğuyormuş gibi küçülttü gözlerini açtı açtı kapadı. Vücudu taze ve uysal kendisi de hayallerinin onu avuttuğu yerde, birden aniden kendisi oluveriyor sonra da içindeki dalgalar onu sertleştiriyor içine kapanmış kuvveti kesilmiş sinirli bir  hale geliveriyordu. Düğüm düğüm bağlanmış işi ile arasında ki bağ çözülmüyor çözemiyordu kendisini.  
      Mevsim sonbahardı birden kendisini sonbaharın mis gibi temiz havasının serinliğine bırakıverdi. Sonra ellere varda bize yok mu? Gibisinden canı sıkılmaya başladı ellerinin ayaklarının yorgunluğunu hatırladıkça yavaş yavaş hırçınlaşmaya kaba kalın ve karanlık sesler çıkarmaya başladı. Bu ses neyin sesiydi yalnızlığın sesi. Yalnız kalınca kalabalıktan ayrı tek başına yalnızlaşınca içindeki istekler adlandıramadığı daha henüz adını koyamadığı istekler ona baskı uyguladığında onu dengede durutmayan ona şiddet baskı uygulayan ve onu içindeki benden korkmuş vaziyette kükreten bağırtan sesler. Ürkek ve bağırgan. İçindeki benden kurtuluş bekler fabrikada grup halinde arkadaşlarıyla olan beraberliğini özler. ''Bu hayat beni boğuyor bilmem bana neler oluyor?'' İçindeki sesleri duymamak için çok çabuk kendi benliğinden uzaklaştı yol arkadaşı, fabrika arkadaşı, kader ortağı arkadaşını bulması onunla keder birliği etmesi gerek acil. Çok acil. Onu kuvvetten düşüren içindeki benden, içindeki kurtlarından kurtulması gerek hemen facebook da sayfa çeviriyor rastgele sayfalar dışa dönük sayfalar, ilahi, dini yazıların olduğu sayfalar, kendisi de sanki cehennemlik olmuş gibi bağırıyor o sayfalar arasında gezinirken hemen çıkıyor o sayfalardan ruhu hala onun bildiği yerlerde gezmiyor canı çok sıkkın ruhu çırpınırken ona eziyet verirken o da birine çatmamak için özel çaba sarf ediyor.
       Ya o mutluymuş da mutlular gibi çayırda çimende gezenler. Kaderin hangi kapısından dünyaya giriş yapmışlardı acaba? Sanki o da bu dünyadan değilmiş gibi sanki cehennemde kendisi de cehennemlik gibi dolaşıyordu. Duyduğu acı ve karamsarlık tablosu içinde gezinip durmaktayken kendisi de bomboş sokaklar da yollarda gezinmekteydi
         Uzaklara baktı çok uzaklara ''Ey ömür, Dante gibi ortasındayız ömrün.'' Şehrin orta yerinde bir parkta sırtını banka dayadı. Oturdu. Vücuduna sabahın serinliği çarpıyordu hafif serin havada güneşte yeni çıkmış terlikli ayaklarını ısıtıyordu diline birden sevda şarkıları geldi. Müzik onun dilinden anlıyordu. Sesi uykusuzluktan kalınlaşmış üstelik kısıklaşmış bazen bir horozun sesine benzerken o da müziğin ritmine kendini kaptırmıştı bile.
        Yıllarca önce duyduğu bu şarkı şu an onu coşturuyor yeni bir güne hazırlıyordu. Şarkının  söz ve melodisine göre o da kendisini hayata hazırlıyordu. Herşey yavaş yavaş onun içinde şekil alıyordu içindeki tutsaklığı onu boğan hayatını karartan karanlık düşler onda özgürlüğe kanat çırpan bir yelkenliye dönüşüyordu. 
        Ani bir hamle yaptı ve kendi kendine güldü. Birden bire yüksekten yuvarlanarak aşağı düşen bir taş gibi kendi kendine, kendi etrafında  dönen bir dönence ile birden döndü arkasına da baktı kimsecikler yoktu. Çünkü arkasına da baksa önüne de baksa her yerde kendisi vardı.
      Nedir bu ya nedir bu? Saatlerdir içimde dolanan bir türlü kendimi bulamıyorum kendi benliğimi.
          İşini mi düşünüyorsun orada yaşadıklarını? 
        Sinirden gülerek ''Başka ne olacaktı? Yarın yine iş her gün iş, başka hesap kitap yapmama gerek yok, hep iş,'' gözünün ucuyla da yoldan gelip geçen insanları gözlemledi onları düşündü. Sonra sustu çünkü hala kendisini tartıyordu neredeydi? Ne yapması gerekiyordu? Neye inanması?  Neyi hala yapması gerektiği bir türlü sonunu kestiremediğinden bu hesap işlerinin içinden de çıkamıyordu. Nasıl bir sonuç bekliyorsun? Kaç yıldır çalışıyorsun?
        Çalışmam lazım çalışmam daha çok çalışmam lazım, masraflar, ederler, gelirler, giderler bunları söylerken de huzursuzdu peki ama neden hep hesaplar ederler masraflar üzerinden düşüyorsun ki neden hep rakamlar üzerinden hayatına şekil veriyorsun ki
       Bu rakamlara bulaşmak hesap kitap işleri insanı deliye çevirir. Sen en iyisi bu hesap kitap işlerine kör bak fazla o taraflara kaydırma gözlerini başka şeylere de çevir o zaman o sayılar, ederler, fiyatlar aklından uçup giderler. Yani şu senin canını sıkan seni kızdıran rakamlar. Üstelik senin karnın da aç aklını toplayacak güçte değilsin.
         Çalışmam lazım çalışmak diyorsun ya aslında geleceğine de milim milim yatırım yapıyorsun kendini geleceğe hazırlıyor kendini ölene kadar varlıklı  hale getiriyorsun. Bu yetmez mi kafi değil mi? Senin rakamlarla mücadele etmen için. Hemen bırak işi bırakmış gibi düşün öyle davran bakalım yarın işin yokmuş gibi, o zaman ne yapacaksın? Kendisi, kendi kendine zafer kazanmış bir edayla ''Doğru,'' dedi. Bunu o söyledi bu ses ondan çıktı. Tekrar sustu önündeki gideceği yol çok çetin ve sabır isteyen bir yoldu. ''Kim bu sarp yokuşu çıkmış da kim oradan meyve yemiş ki hepsi yorgun üstelik ölü gibi hareket ediyorlar veya ölmüş de ağlayanı yok gibi,''
       Bir de şöyle bak hayata  bu taraftan benim baktığım taraftan bak. ''Üzüm üzüme baka baka kararır,'' bak o üzümlere de üzme kendini, bak eğer fazla bakmazsan o üzümlere işte o zaman hayatın ipini kaçırır hepten üzülürsün. Bulamazsın. Yiyeceğin yemekleri tavuk dürümü ve üzerine koyacağın közde pişmiş biberi, soğanı piyazı, marulu, turşuyu, düşün şimdi karnın açta ondan bunlar burnuna buram buram tütüyor. Önce yemek yiyelim sonra hangi safta duracağımızı düşünelim. Aklımız karışık iken yemek yemeden de olmaz. 
       Yarın önümüze konulan iş, yine yarın herkes işten koşuşacak meyve veren bir ağacın (fabrikanın) altında durup yavaş yavaş işten güçten konuşacak. Orada o ağacın altında   
       Kendini biraz daha sessizleştirdi  işten çıkalı henüz bir saat olmuştu. Onun içinde kaynayan ateş de sönmüştü  kendi kendine ''Zavallı,'' dedi. Neden bu duygular içindesin? Karnın aç da ondan hemen burnuna gelen tavuk dürüm kokusuyla da tekrar kalp dilini konuşturarak aç değil misin? İyi ama dün akşamdan beri bir şey yemedin. Vücuduna bu işkence yapıyordur. Vücudunu besle o da yesin yazık ona, kendine eziyet etmen bu yüzdendir. Yemek yemezsen vücudun senin yükünü nasıl çeksin, hem bedensel hem de ruhsal eziyet etme kendine, yemek ye yemek de yemezsen o vücut seni yarı yolda bırakır. Sen bedenini düşünmeyip can sıkıntınla ilgileniyorsun oysa o can sıkıntısını veren de senin bedeninin açlığıdır. Onu besle doyur onu. Hemen bir dürümcüye gir hemen ye, ayıp bir şey de yapmıyorsun ki el içinde yemek yemekle, gizli yenecek yerler de var ama olsun, sen hemen şu karşında duran masaya otur ve ye. Ye ki iç sesin sana daha çok bağırmasın. ''Peki'' dedi ve en yakın bir masaya yumuldu.

BANA UYKUYU ANLAT





                        EN TATLI ŞEY UYKU  
ÇARŞIDAN ALINMAZ  MENDİLE KOYULMAZ ONDAN TATLI BİR ŞEY OLMAZ.
                           
        Saat gecenin üçü uykusu ağırlaşıyor. Fırının üstünden geçen bisküviler ve ardı sıra  gelen makinenin paletleri. Uykusu bir şimşek gibi gözlerinin içine gelip gelip gidiyor  neredeyse uykusu tüm gözlerini gönlünü ve  kalbini de uyutacak şekilde  ama onun önünden de tat tak sesleriyle ilerleyen paletler var onu bekleyen bisküvi sıraları kendini uykudan çeke çeke uyanıklığa doğru ilerletiyor, kendi kendine yavaşça gözlerini açıyor  tekrar uykusu tıpkı anne memesine yanaşan bir bebek gibi gözlerine yapışıyor. Sadece uyuklayan kendisi de değil üstelik diğer kızlar da en az onun kadar uykulu.
        Dışarıda şehirde, evlerde, yataklarında, beşiklerinde çoğu insan en derin uykularında  en düşsel rüyalarını görmeye başladılar bile. Onu uykusuz yapan ve uykulu bir şekilde ayakta tutan ise üzerine geçirdiği iş önlüğü. O uykusuzluktan patlamak üzere şuraya bir yatak ser yavaş yavaş türküsünü söylüyor dili hemen gözünün ününden hiç gitmeyen yatak  şöyle bir uzanıverse ve uykuya dalsa. Yanındaki sıradaki bir başka arkadaşı yüzünü yıkamaya gidiyor.      Fabrikayı koca koca sıralı floresan lambaları aydınlatıyor. İşçilerin gözlerine o parlak ışıklarını yerleştiriyor. Ve koca fabrikayı ve bisküvileri aydınlatıyor. O parlak ışığın altında gözlerinden akan uyku ve kollarını ellerini işletirken etrafı aydınlatan floresan lamba,
      Uyku onun üzerinde iken o işte onun ellerindeyken o karanlığa uykuya doğru yol alıyor. Karanlıkta süzülen elleri şimdi makinanın üzerinde o geçitlerde, sıralarda paletlerin  üzerinde karanlıkta bildik hareketleriyle süzülüyor. O şimdi uykuda
         Onun uykuya dalmış gözleri ışığın loşluğunda sadece karaltıları görüyor kızların ellerini yüzlerini birbirine karışmış şekilde, makinenin bisküvi sıralarının kızların siluetleri gözünün önünde, onlara gözcülük eden çavuş amir ve operatörün seslerine de kulaklarını dikmiş beklemede kulakları da onların seslerinde, o derin bir uyku çekerken birden bire bir ses yükseliyor. O bildik çavuşun sesi, onundan yorgunluktan ve uykusuzluktan sesi çatallı çıkıyor, onunda gözlerinin içi kızarmış, makinedeki sıradaki kızlar hepsi de birbirlerine baka baka uykusuzluktan sere serpe yayılmışlar. Bazılarının ağzını açıp konuşmaya takadı yok bazıları hemen uyudu uyuyacak. Yorgunlukta var tabi sadece birbirlerinin yüzlerine bakıyorlar.
        Yorgun ve uykusuzlar bir tek amirleri, uykusuzlara musallat olmuş uyumasın kızlar diye aralarında dolanıp duruyor. Kendisi de bir daha gözleri kapanmadan uyuklamadan sabahın olmasını istiyor. Çünkü bu günü de sabaha kadar sorunsuz atlatmak niyetinde ne amirle ne çavuşla sorun yaşamak istemiyor. Çünkü, onlar ne kadar işine sadık ve sorumluluk sahibi iseler kendisi de öyle işine sadık ve sorun istemiyor.
         Uyuyan kızlar maalesef sıraların bazılarını kaçırıyorlar. Sonra hepten sıraları kaçırmamak için çavuşları uyarıyor. Arkada bekleyen acemi çaylak kaçan sıraları yakalıyor. Neyse ki çavuşları acemi kızları makina ve fırın arkalarında eğitiyor.  Sürekli hızlı el hareketlerine makina fırın hızına yetişmeye alışkınlar. Alıştırıldılar.
        Uyuyan işçiler ne kadar kendilerini savunsalar da gece herkes uykuda iken onlarda  uykuda iken, sıralar kaçtı. Onlar uykuda iken önlerinden akıp giden sıraları göremedi. Uyuyorlardı çünkü. Uzun bir süre de uyurlarsa o sıralar kaçar ve kaçan sıraları geri getirmek imkansız telafisi olmayan bir kaçış gibi. Ama çok uykuları var ve de yorgunlar  gözlerini ne kadar da açık tutmaya çalışırlarsa çalışsınlar saat gecenin üçü ve üçü çeyrek geçe uyumamayı başaramayanlar, resmen uyuyorlar.
     Uykusu tamamen üstüne çöküyor. Gözleri süzülüyor. Onun üzerinde uykunun ağırlığı çökmüş iken o hiç bir şeyi göremez şimdi tepesindeki lambalar bir ışık hüzmesi şeklinde süzülüyor. Amirleri onları gözlemliyor bazende yanlarına yaklaşıyor hem öyle yaklaşıyorlar ki gözlerindeki uykuyu görebiliyor. Onun elleri otomatik olarak bildiği işte işlerken fabrika makine ve fırınla irtibatı kesildi duyuyor ama konuşamıyor. Her an bir iş kazası olma ihtimali yüksek  fakat o yüksek ve acı bir ses duymadıkça gözlerini de açmayacak. Makine düzgün rotasında yol alırken diğer işler, önündeki kazan da dolmuş mal alırken, diğerleri de kendinden geri kalır gibi değil hepsinin gözleri pusulu yeterince uykulu sanki bir ses yüksek bir ses duyulacak ve hepsini uykudan uyandıracak. Üstelik fırın da normal hızında makineler de, o dehşet verici tehlikeli anlarda üstelik çok yakın onlara o herkesi korkutan ve şehrin içine yayılan korkulu anlar,  yeni kopan eller yeni parmaklar 
       Çavuşlarının ''Uyanın gözlerinizi açın,'' sesi ile uykudan uyanmış gibi irkiliyorlar. Bildikleri rotada ellerini işletiyorlar. Biraz kestirdiklerini de bile bile sonra gözleri açılıyor.
     Böyle bir anısı olan var mı? veya yaşamış olanların size anlatıkları bir anısı?
    Anasının karnında iken işe gelmiş gitmiş ve o anılarla doğmuş büyümüş birisi inanıyorum diyor bu anlatılanlara,'' inanıyorum  çünkü kendisi de uyurmuş. ''Çünkü hiç kimse uykusuz kalamaz,'' Diyor. 


26 Eylül 2017 Salı

TEMBELLER

      Tembeller işe gitmek işe girmek için her ortamın olgunlaşmasını bekleyenler.  Pencere pervazlarından dışarıyı seyredenler, cep telefonun içinden çıkamayanlar, kendilerinin elinden tutup işe götürecek bir el bekleyenler. Ya da bir yol, yön gösterici bekleyin bakalım bir yıl iki yıl gelecek olan bir işareti tutacak olan o eli bekleye durun bakalım. Sonra o işe başlayanlar yeşillikler arasında yürüyenleri de görünce diyeceksiniz ki o bekleyişler boşu boşuna. O atı alan Üsküdar'ı geçmiş diyerek
   Bütün işler onun için yok olmuş işler kurumuş sanırsın ki koca fabrikalar kurumuş onun  için iş yok. İstiyor kendisi öyle istiyor gerçekten işe gitmek çalışmak istese o göre de çok iş  var. O kendi eteğiyle kavgalı işe gitmek çalışmak için daha çok erkenmiş yeni okuldan çıkmış, ardından da askere gitmiş gelmiş daha çok erkenmiş işe gitmek için biraz daha beklemesi gerekiyormuş.  
        Kendi kendine öyle söyleyip dururken diğerleri de ona bakanlar ihtiyaçlarını görenler de ona söylenmeye başlıyorlar onu döl yatağında tutan sonra da salıveren annesinin ağzından çıkan sözler kendi kemiklerinin sızladığını çok yorulduğunu acı ve yorgunlukla geçen yıllarını anlatmaya çalışıyor. Tembel gencin başı dönüyor o bir iki yıl çalışmama taraftarıydı. Annesinin solgun başını durgun yorgun halini izliyor öylesine ki ruhsuz duygusuz bakıyor. Annesi köşeyi dönemeci dönüyor gözden kayboluyor. 
      Kendisi, kendisi ile baş başa kalıyor gözlerinden yaşlar süzülüyor. Henüz başı da gövdesi üzerindeyken ayakları da yere basıyorken. Giyecek elbiseleri yatacak yatağı bile var iken.  
      Birden üzerindeki tembellik elbisesini aniden bir çırpıda çıkarıp atıveriyor. Çabalama devresine giriyor çabalıyor, çırpınıyor kendi etrafında dönüyor kendi dediklerinin tersini yaparak. Ne yapacak? Oturduğu yerden kalkacak pencereden baktığı o boşluğu, cep telefonunun içinde geçirdiği yıllarına kızarak kalkacak, anasına ona neden çalışmıyorsun tembel diyenlere de kızmayarak kalkacak ve çalışacak. Yine kendi istedi kendi istediğini de yaparak. Hayatta kanacak, kandırılacak, kazanacak, kaybedecek ama hep çalışacak. Eskiye geriye dönüşü asla istemeyecek çünkü o ayağa kalktı oturuyordu önceleri çünkü şimdi ayağa kalktı zamanı hatırladı geçip giden zamanı. 
       Uykudan uyandı uyuyan ruhunu uyandırdı. Geçmişine uyukladığı döneme ''Kabus gibiydi,'' diyor. ''Hiç önümü geleceğimi göremiyordum ben neredeydim ne haldeydim sezemiyordum.  Nasıl neden o haldeydim bilmiyordum.'' Her şey adım adım gizli gizli işliyor. Uyumak isteyen biri isterse uzun süre de uyuyabilir uyanmak isteyen birisi de hemen tez bir zamanda uyanabilir. Sadece onun bam teline dokunacak ince bir doku, hafif bir sızı bir dokunuş gerekli bu dokunuş bir tüf hafifliğinde de olabilir bazen de bir kaya gibi sert. Kişi aynı bedeni üzerinde aynı beden yine ayakları üzerinde. 
         Havası serin gökyüzünden gelen temiz hava da serin Allah’a inancı da var Rabbinden diliyor bazı şeyleri de 
     Yollar uzayıp giden yollar ve sonra ahirette kesişen yollar.  O çalışmalar hak yemeler haksızlıklar kandırmacaların uzantıları hepsi boş bir tıs koca bir tıs pamuklu şilteye sarıldığın an her şey bitiyor.  Kazma küreklerle kazılan o çukurda her şey bitiyor dünya boş bir tıs. Biz sadece gelip geçerken dünyaya el kaldırıp el sallayan birer fani. 
         Fani bakıyor arkasında bıraktıklarına iki göz çukurlarına koyulmuş gözlerini kaldırarak bakıyor 

25 Eylül 2017 Pazartesi

OLUKÇU BIDIL FATMA


ISKARTACI KIZ
Olukta kadın, elleri dizlerinde, dizlerini ovuyor. Önlüğü de üzerinde solmuş eskimiş lime lime olmuş yıpranmış. En iyi   şartlarda kazanlara fırın demirlerine sürtmese bir yere takıştırmadan bir ay kadar daha idare eder. Ama onun işi kazanlarla kremalı oluğunda besleme yapıyor kazan indir, kaldır, yaptığı iş her kadının yapacağı iş de değil ya da her işçinin. Dizleri ağrıyor, ''Her diz, her bel, dayanmaz bu kazanları kaldırmaya,'' diyor. ' Bir ay boyunca sadece asgari ücret için ben olsam kaldırmam.'' ''Bakarsın bir gün kaldırırsın hiç de büyük konuşma,''
     Kadınların çalışma şartları gerçekten de çok zor. Bazı kadınlar için özellikle, hem annelik hem iş bir de yaşları kırkın üzerindeyse daha zor hele bir de uzun yıllardır çalışıyorlarsa daha da zor. 
      Bıdıl Fatma, çocukluğundan beri her gün çalıştı evlendi çalıştı üçüncü çocuğunu doğurdu yine çalıştı. Şikayeti hep dizlerinden başka da şikayeti olmadı ara sıra da belinden. Ama bir gün ''Ben yoruldum hayat gelme üstüme,'' şarkısını da söylemedi, hep şen şakrak neşeli hiç içine de kapanmadı ağzı konuşurken eli de iş yaptı.
    İnsan evine ekmek götürmeye niyetli olsun Allah bir yerden o kişiye çalışma gücü veriyor.
       Bıdıl Fatma beş yıldır ikinci fırının kremalı oluğunda çalışıyor. Asort kazanlarından her gün onlarca indirip kaldırıyor. Neredeyse kendi boyunun iki katı boyunda oluğa asort dolduruyor. Bir gün dahi olsun asortları bir öfke patlaması ile oluktan fırlatıp atmıyor. Sadece kendi kendine söyleniyor omuz hizasından her kafasını kaldırdığında her kafasını kazanın içine gömdüğünde kendi hızından da hızla giden oluğa kendi kendine söyleniyor. Homurdanıyor. Kazandaki bozuk sıraları da gördükçe kendi kendine daha çok homurdanıyor.
       Kazandaki mallara kızıyor nedir bu ya göz göz hepsi birbirinin üstüne abanmış hani nerede bunun sırası?
     O kazanı öyle bırakacak mısın? Kullanmayacak mısın?
    ''Çavuşa göstereceğim,'' diyor  makinenin yanına bırakıyor. Çavuş da az ilerisinde  gelen seslerle karışık onun sesini de duyuyor. Iskartacıya hemen, ''Çek arkaya,'' diyor.
     Iskartacı kızların bozuk sıralı asort kazanlarını görmeleri hoşlarına gitmiyor. Bir şey demiyorlar sadece kapıya doğru bakıyorlar acaba daha gelecek mi? Iskartacı kızların elleri de parmakları da çok hızlı oynuyor suratlarından kopan bin parça ama elleri oynuyor gözler kapıda. Daha ıskartacı kız kazanlardaki asortları düzeltme işini bitirmeden çavuşları başlarına dikiliyor, ''Hızlı olun çabuk olun düzeltin şu kazanları.'' Kızlar ıskartacı kızlar duruyor. Tam sen düzelt öyleyse diyecekler. Diyemiyorlar. Gerisin geri ellerini parmaklarını daha hızlı işletiyor yere düşen bisküvileri alıyorlar. Şu ıskartacı işi, birisinin başı sıkışsa kendileri koşarlar ama onlara hiç yardıma gelen yok. Fırından ne zaman bozuk mal geldi hep onlar ilk önce koştu ama şimdi onlara yardıma hiç gelen yok. ''Bir gün gelirler,'' ''Bekle gelirler.'' ''Bırakıp gideceğim vallahi.'' Bırakıp da gidemiyor. Kızlar çok yoruldu neredeyse ağzı açık gözleri de bisküviyi çift görüyor tozlar da göz kapaklarının içine saklanmış tekrar çavuşları geliyor elleri belinde ıskartacı kızların başında duruyor. Iskartacı kız kucağında dolu asort kazanını tutmuş kremalı oluğuna doğru ilerliyor çavuşu da kuyruğunu sallayarak arkasında neredeyse her ikisi de aynı yaşta
        Sen de başka bir bölümde çalışsana yani herkesin gelip geçerken görebileceği bir yerde. ''Bu ıskarta işine benden gayrisinin bir hafta bile dayanabileceğini sanmıyorum.'' ''Öyleyse sende boş boş dur ağırdan davran.'' Kendi kendine zavallı benzetmesi yaparken bir diğer taraftan da dolu asort kazanı içeri taşıyor.
         ''Ne yapacaksın?'' İki yıldır ıskartadasın çok yoruldun sanırım senden başka kimse de bu kadar süre dayanmaz. 
          ''Bana da öyle geliyor,'' 
         ''Üstelik çavuş senden daha iyisini de bulamaz çavuşun, vardiyanın yüz akısın sen. Sen de olmasan vardiyanın arkasını önünü temizlemesen,'' ''Her halde bunları burada kimse görmez,'' diyor  Düzeltemediği ıskarta kazanlarını depoya bir yerlere sokuşturuyor. Sanırım diğer vardiyanın ıskartacısı da oraya kazanları sokuşturmuş gizlemiş. Çünkü sayısı birden fazla eh bir gün sayılır ve bir gün ister istemez temizlenir orası da
     Çalışan işçi kızların bilekleri de sıvalı, tam mesai bitim saatleri gitme zamanın geldiği saatler. Hızlı davranın ayaklarınız daha hızlı kızların terlik tıkırtıları çoğalıyor. 
    Artık gitmeliyiz. Iskartacı kız dolu ıskarta çuvallarını alıyor her gün yaptığı iş ıskartahanenin yolunu boyluyor. Biraz değişiklik olsa, ne gibi mesela? Çuvalları taşımaya hiç gerek kalmasa. Umarım bir gün o işi de çözerler o çuvalları taşımaya hiç gerek kalmaz.


23 Eylül 2017 Cumartesi

ESKİLER


                                         BİSKÜVİNİN SAVUNUCUSU

           Eskiler de olsa korumuş eski olduğunu, o yüceliğini ve onurlu ağırbaşlı duruşunu, gerçeklerle yüzleşmeye kalktığında eskilerin de yüzü olurmuş yürüyebilmesi için sokaklarda. Bu ne büyük bir tevazu, bu ne büyük bir gurur, bu ne büyük bir mutluluk, tüm hayatı şekillendiğinde. Yerleşmiş kök salmış iki yerde evde ve işyerinde. Ne bir nefret ne bir kırgınlık ne de bir ihanet yediği ekmeğe, öyle bir buluşma ki nerede karşılaşsalar nerede duysa ismini gererek göğsünü, kaldırır başını, verir sırtını yediği ekmeğe. Daha çok başını kaldırtır göğsünü kabartır bisküvi fabrikasının adını duyduğu her yerde. 
        Yıllarca onlar yoluna o yoluna devam etmişler, ona mutluluk ve gurur veren bir edayla birbirlerinin kollarında ta ki emekli olana dek o karanlık yoldan aydınlık yola o yeşil yola varana dek, bilinmezmiş dile getirilmezmiş adı, ta ki yaşlılık gelip dayandığında o kel başlar, ak saçlar, etrafını saran o kocamış insanlar ve düz yolda zor yürüyen ayaklar sadece benzetme yapıyorum. İleride sizler de bizler gibi bir gün yaşlı olursunuz diye.  O yaşlılık ki şimdi sizlere yabancı size uzak gibi uzak diyarlardan ses veriyorum gibi gelir.
        Uzun yıllar özel sektör idaresi altında kazandığı bir hakla şimdi kendisi de paşalar gibi mesut bahtiyar döndürüyorsa devranını sen de kabul et öyleyse.  Eskinin işçisi şimdinin kraliçesi evinin hanımı olduysa eğer al eline işini sıkı tut elinde gevşetme dizginlerini sabret saldır var gücünle sahiplen işine önündeki bisküviye. Bu hepimizin işi hepimizin ekmeği öyleyse hep birlikte koro halinde öncelikle eskiler, emekliler yaşlılar bu sürüden ayrılanlar bu günün gençleri genç işçilerin yanında tüysüz tüyü dökülmüş kazlar gibi yürüyelim birlikte.   
         Her yaşam savaşının başlattığı ve erittiği insanlar vardır ve o insanların eğittiği nesilden nesile süren bir insanlık vardır. Sen ekmek kavgasına düşmüş kişi seni baştanbaşa değiştiren yenileyen işinin önünde ölçülü gittiğinde, seni tüketen hayat gücünü hem de ekmeğini sana geriverdiğinde ve baktıkça geçmişine neler gördüğünü neler yaşadığını, nelerin senin üzerine çullandığını, sonra bir çekirge sürüsü gibi kazançlarını çekip götüren senin çektiklerini kazandıklarını bitiren ve senin emek ve çabalarını tüketen sömürücüler ve senin filizlenen yeni neslin çocukların refahın geleceğin, sen ey yakalanmayan el değiştiren gençlik, sen ey üretilen pazarlanan el değiştiren bisküviler. Bak gördün mü? Hepsi de nasıl el değiştirdiler. Tüketildiler.
         Uzun yıllar boyu yiyeceğiniz o yemekleri yaşayacağınız onca mutluluğu bir düşünün.  Düş gibi gelir şimdi sizlere ama sabrın azmin ve Allah’ın nasip etmesiyle sen de erişirsin bir gün o selamete. Gördün mü hazır bekleyenlerin sonunu onlar hala ateşli levhalar önünde bekleşiyorlar hala da beklemedeler. Senin göze aldığın, cesaret ettiğin, çalıştığın hak ettiğin,  büyük balığı yakalamanın hazzıyla şimdi sen güçlüsün sen hükümdar, sen kral, sen patron, sen ki o muhteşem çalışma gücünle. 
       Azarlamak büyüklerin hakkı görmüş geçirmişlerin öyle ya, yeni nesil daha çok sevsin saysın, sahiplensin diye işlerini kendi görgüsü ve düşüncesiyle. 
       Ve çalışan kadını övmek övgüye değer bulmak onu yermek yerine o dünya telaşesinin kuşattığı bin bir iş gücün içinde, kadınlığını kendisinden başka hiç kimsenin düşünmediği iş güç içinde sabırla da gösterirdi o kadın gücünü çalışırdı herkesle.    
       Şimdi yine o neşeli ayaklar gezer terlikleriyle ayaklarını sürüyerek ne olduğunu, ne olacağını, kimin için çalıştığını, bilmeden emeğini ekmeğini koruyabilmek adına kendi kraliçeliğiyle övülmek adına ama zaten kadın önde gidiyor erkeği arkadan geliyor.  ‘’Çekilin yoldan geliyor kaptan,’’ Der, gibi bu da kocası tarafından ona verilmiş bir ödül galiba. 

22 Eylül 2017 Cuma

UYKUSUZLUK VE İŞ DEĞİŞTİRME FİKRİ


              İnsanlar henüz uyandıklarında o da işten geliyordu. Her çalışanı uykusuz kılan gece vardiyaları, uykusuzluk çekilmezdi herkes gibi o da eve varınca yemek yeyip uyumak isterdi. Hemen de birden akşam oluvermesini beklediği şey sadece uyku. Onun gözlerinden dökülen onu yatağa sürükleyen uyku ve boyunduruk gibi boynuna taktığı işi, ayaklarının onu götürüp getirdiği işi. Göç yolu ile gelmişti.
       Buralarda bir sürü ev ve bir sürü fabrikaların birinde, herhangi bir ev ve herhangi bir fabrika fark etmezdi. Hepsi olabilirdi o çalıştıktan sonra gece vardıyalarının kahrını çektikten sonra hepsi olabilirdi. 
        Her fabrika  her ev bir olmaz nereden biliyorsun da hepsini de aynı kategoriye koyuyorsun. 
        Ne yani hepsi bir değil mi? 
       ''Git sabaha kadar çalış fırına yakın çalış.''
       '' Benim işim zaten fırına yakın işler,''
     Ama bitmeyen bir serüven fırınlar arası hem de çok stresli daha başka bir iş de bilmiyorum. Bilmiyorum deme öğrenirsin. Deneyebilirsin. Başka fabrikalara gitmeyeceğim de deme onları da deneyebilirsin. Hayır insan bir kere bulunduğu ortamı işini seviyorsa eğer, doğrusu ne kadar diğer fabrikalar haber yollasa da ben bilirim işimi der ben böyle bilirim. Der. 
        Benim işimi mi değiştireceksin? İstersen gündüzlü bir iş bulabilir maaşını farklı alabilirsin. Diyorum Eline biraz daha fazla para geçer. Arkadaşı hala onun yüreğine dokunan cümlelerle vuruyor ona başka kapılara giden ışıklar fenerler gösteriyordu hızlı değil ama sürekli aynı sorunlar varmış gibi tam uykunun en derin yerinde tam da uyanacağında rüyasından hangi arkadaşının olduğunu da kestiremedi. Uyanıp gözünü açınca gözünün önünde hiç kimsecikler de yoktu.
    Kalktı iş önlüğünü giyindi. İşi onu kabaran boğan sıkan dört bir koldan saldıran bir canlı gibiydi.
   Rüyasında gözlerine ışık tutulmuştu o iş nerede acaba gidip bulmalı o iş buna ''gel gel,'' diyor. Kendisini iyice karanlıkta savruluyor hissediyordu.
    Sonra işyerine geldi. Onu içeri çeken işine o ona bakarken sanki boğuyormuş gibi gelen işi sanki boğulacakmış gibi, ''Söyledim ona söyledim git hazırlan başka işlere,''
    Ama demedin ki hangi iş?
    ''Suyun aktığı yön,'' 
    Her suyu oraya gidenler pis veya temiz yapar. Sular damla damla birikir insanlarda öyle iyi insanlar birikirse bir yerde iyi, kötü insanlar birikirse kötü olur, ha bir de her insanın içinde nefis ve şeytan vardır o fiili uygulatacak eğer sen de o ortamı bulamazsan  çünkü o ortamları hazırlayanlarda işte bu iyi veya kötü insanlardır.
    Sen buradasın bu işyerindesin mesela sen iyiliğe hazırlanıyorsun ortamda iyiliğin tozlarını görüyorsun birden iyilik bereketleniyor ve çoğalıyor. Kötü giden bir şeyler dahi iyiliğe dönüşüyor.
     Üzüntü can, sıkıntısı sinir stres, tasa kaygı her işyerinde var nereden vuracağı belli olmayan şimşek gibi hızla gelen sözler her işyerinde var. Bence en iyi sığınak kişinin en iyi bildiği yerdir. Başına bir yığın sorup alıp ilerletmektense. Burada sorunun veya işinin başını sonunu biliyorsun nereden başlayıp nerede biteceğini. Demek istediğim o ki solumak istediğin hava sana daha yakın. Eğer bir şey olursa başına bir iş gelirse sana haklı  veya haksız diyen insanlar ya da haklı görenlerin sayısı daha fazla olur haklıdır,  hem böyle olmasaydı o da şöyle yapmazdı derler. Kurtlar sofrasında çırpınmaktansa karnın doyuyor mu doyuyorsa yeterli, bu en büyük mutluluktur.
     İnsan zaman zaman düşünüyor iş değiştirmeyi pek sık değil ama zaman zaman, bu da iyi bir şey hiç olmazsa elindeki işin kıymeti artar. Anlarsın. Allah insana düşünme yetisi vermiş muhakeme gücü düşün taşın, işin makineler koca fabrika sana işkence ediyorsa düşün kendince en iyi düşünceyi doğru işi bulana kadar. Bu da günlük yaptığın işlerin bir parçası gibi düşün, çalışma gücünün bir parçası imiş gibi düşün, kendini daha fazla yıpratmamak için kendi düşüncelerine çekidüzen vermen için. Haklısın ben de düşünürdüm bir başka fabrikayı umutsuzca kendi çıkarlarımı gözetlerken  kendimi kurtarmak adına
    Tekrar eve döndüğünde aynı düşünceler yine kafasındaydı. Ama o iş önlüğünü çoktan çıkarmış geceliğini giyinmiş uykuya dalmıştı.

21 Eylül 2017 Perşembe

GECECİLER VE BATIRIK


Öğleye kadar uyudu evin içinde sesleri fazla bularak uyandı. Hepsi de kalabalık gelmişler evin içine çökmüşler, çömelmişler, oturmuşlar onun işe gittiğini gece çalıştığını düşünmeyerek misafir gelmişler.         Uyurken konuştuklarını işitiyor duyamadıkları hakkında merakı uyanıyor  kavrulmuş tahinin kokusunu da duyarak ve koklayarak uyanıyor. Zamanı kestiremeden, onların da onun uykusunu çalıp çalmadığını bilmeden oysa o kişi de akşam işe gidecek.
       Böylece onlar batırığı yapıp edene kadar yataktan çıkmadı. Hazır olduğunda da birbirlerini çağırdıklarını duydu anladı hazır olduğunu sonra ona döndüler, onu çağırdılar. O da odadan çıkıp batırığa o kokuya doğru yürüdü. O kahvaltı bile etmemişti fakat herkes ondan önce de aç gibi batırığa saldırıyorlardı. Ah şu Karaman'ın kadınlarını anlayamazsınız batırığı gördüler mi dayanamazlar hemen saldırırlar.
        Her yörenin kendine has yemekleri vardır onu bilmiş onu sevmiş o tadı benimsemişlerdir, değiştiremezsin onların zevklerini o ağız tatlarını o damakta bıraktığı lezzeti. Eğer ki ''tahin yok gel kısır yapalım,'' de bir dene istersen ya azar işitirsin ya da suratlarını ekşiterek sana marketin yolunu gösterirler.
        Madem ki gece işe gidecekti misafirler erken kalkarlar her halde, hayır erken kalkmıyorlar yarın gündüz uyurmuş o zamana kadar tam yirmi saat uykusuz kalacak bu süre onlar için sorun değil. Onlara ne düşündüğünü hissettirtmek istermiş  gibi ''On yıldır çalışırım bir gün ev kadınlarının çalışan kızlarının uykularından çalmadıklarını görmedim.'' Der gibi bir bakış gönderdi.
         Nasıl kadınlarsınız ya tam yemek saatinde gelir yemek yemeden de gitmezsiniz. Bir kere ''Hoşgeldiniz'' desen iyi olur. Öyleyse onlarda ''Rahatsızlık mı verdik?'' ''Özür dileriz,'' desinler. Aynen böyle işte
        Annesi bir de ''Gir mutfağa yardım et,''diyor o kadar kaşık çatal arasında o kadar insan arasında ''Rabbim bendeki uykusuzluğu alsın da onlara versin.'' Uykusuz işe gitmek ister misin?
        Uyusam iyi olur ne fazla ne de az.
         ''Benden uykumu çalamazsınız.'' Hemen çay dolduralım ve içip gitmelerine yardımcı olalım.Hepsinin karnı tıka basa doydu gitseler iyi olur. Bence de iyi olur, bak sana hepsinin de keyfi yerinde, sizler gelmemiş olsaydınız ben uyuyor olacaktım benim uykumu çaldınız demek geçiyor içinden. Hiç kimsenin işine gelmiyor. ''İnsanlara saygım vardır ama bu ne saçmalık ya çalışanlara çalışan kızlara biraz daha ilgi, alaka, hürmet, saygı her ne ise gösterilmeli.'' Tek yol var kovmak, annesi  ''Ayıp olur,'' diyor ''Doğru olmaz,'' diyor. Onlar hiç oralı değiller. Bekleyelim belki çocuklar sıkılır gitmek isterlerse hemen  hiç esirgemeden lafı çevirmeden gevelemeden anne sen de ''Aman biraz daha otursaydınız demeden kaldır onları.'' Peki öyleyse sen de deki ''iyi edersiniz.'' Onlar da  kızmış gücenmiş bir hal ve tavır içine girerek çocuklar da uyudu zaten diyerek kalktılar. Zorla çağırmıyorduk kendileri geliyordu peki gelin öyleyse ama yarın bir gün gelin gün mü bitiyor.
     Hala o batırığın tahinin kokusunu duyar gibiyim o kokuyu duymak değil batırığı yapabildiğini bilmek hani arada bir canı ister ya insanın. Ama ben fabrikaya girdiğim günden beri o işi batırık işini grup arkadaşlarımla hallediyorum. Onlarla yemenin tadının daha güzel olduğunu biliyorum. Onlarla birlikte içine kattığımız şeyler katık yanında iyi giden şeyler. Ermenekliler şöyle yapardı bizim oralarda Mutlular böyle yaparlardı gördük her yörenin nasıl yaptığını biz hepimiz Karamanlıydık aynı yörenin çocukları. Çevresine bakan kendini görürdü kendi yöresinden fabrikada birbirinin bacakları onları birbirlerine götürürdü.
        Çevresine bakındı fabrikada işyerinde ayrık ayrık bacakları onu en çok sevdiği arkadaşının yanına götürdü bir diğeri de sürüklerken ayaklarını omuz omuza birbirlerinin boyunda.

19 Eylül 2017 Salı

BİR ZAMANLAR BİSKÜVİ FABRİKALARI YOKTU



           SENİN ADIN 
           SENİN     HİKAYEN
          Öyle zamandı ki o yıllar Karaman her yönden de gerideydi. İnsanlar kadınlar unutulmuş donanımsız zırhsız tarlalarda tohum serpiştiriyordu. Bir tek fabrika levhası bile yoktu yollarda yol kenarlarında. Bu bahsettiğim fabrika  Karaman'da bisküvi fabrikalarının ilk örneğiydi. Yiğit cesaretli girişimcilerin de ilk örneğiydi. Bu girişimcilik örneği yeni girişimlerin de önünü açacaktı. 
        Eğer ki biz de boğuluyorsak sıkışıyorsak bir şeyler bize dar geliyorsa  eğer ki yokluğa boyun eğecek kadar da salak değilsek bu fabrikaya girip çalışacak ve gelecek nesillere de örnek olacaktık. Gerçekten de salak değilmişiz girmiş çalışmısız ve bizler  de farkında olmadan gelecek nesillere öncü olan bir kuruluşun türünün devam ettirmesine de öncü olmuşuz. Hak ediyor muyuz bizde Karamana bisküvi fabrikalarının devamına verdiğimiz değeri. Hak ediyoruz. 
         Şimdiye kadar fabrikalara uyum sağlayamayanlar işten çıkanlar, evlerinin köşe başlarında oturanlar hepsi silindi unutuldu gitti. Ama çalışkan azimli kararlı kızlarımız kadınlarımız bu işin ucunu bırakmadılar, kendilerini silahlandıran gelinlik kızlar gibi kendilerini süsleyen işlerinin ucunu bırakmadılar, çoğu unutulup giderken çoğu da örnek oldu gelecek genç nesillere, işte Karamanlı kadınların kızların bisküviyle bütünleşmesi burada başladı eskilerle yenilerin bütünleşmesi de değişmez galibiyet bisküvinin can verdiği bir galibiyet. Bu Allah'ın kırında bir tek otun bile yetişmediği şu kırsalda bozkırda,
         Ama bütün bunlar müteşebbislerin onların girişimleri sayesinde, yeni kurulan bir fabrika derme çatma bir depo gibi bir yerde. Ama o zaman ki fikir şimdi şahane bir fikir gibi şaha kalkmayacaksa, bu fikrin bu girişimcilerin elinden Karamanlı kızlar kadınlar  tutmayacaksa, bu fikir  yirmi yıl elli yıl sonra da geçerliliğini koruyamazdı. Fabrika hikayeleri yazılamaz anlatılamazdı. Bisküvilerin sarıp sarmaladığı hikayeler eskiler ve yeniler ve eskilerin eski kalmasına yenilere yenilerin eklenmesine sebep. İnananlar. 
        Bunu  şimdi ne diye söylüyorum hayattan dersini almış hayat sınavını vermiş biri olarak fabrikaları eskiyi ve yeniyi görmüş biri olarak bunca yıl sonunda gelinen nokta hiç de küçümsenmeyecek gibi değil. Ne kadar çok şeyler yaşamışsak yaşayalım hepsini de unutturacak türden aynı zaman da senin benim eserim olduğunu da düşünürsek böyle bir yaklaşımla romantik bir dürtüyle belki de o zamanların yaşananların ışığında büyüyen senin eserin senin hikayen bütünüyle gerçek olan. O senin fabrikan. Olaylara tek taraflı bakmayalım resme o büyük resme tam ve bütün olarak Karaman Organize Sanayisinin resminin karşısına durarak parçalara ayırmadan bakalım.
        Ama o zamanları hayal meyal hatırlayan bazılarında ise iyice belirsizleşen bazılarında ise bildik savunmalarla derinleşen hapsedilmiş yaralar kanını deli eden yaralar vardır içinde
       Belki bazı şeyler unutulabilir bazı anılar hatta unutmak da gereklidir bazı anıları içimizdeki yaraların tekrar deşelenmemesi kazımamak canlı tutmamak için ama yine de gereklidir geçmişin anıları, bazılarından da ders çıkarmak için.
        Ama gerçek şu ki şu bozkırın ortasında Karaman'a hayat veren bisküvi fabrikaları var. Sebep sonuç acı ve sevinçleri ne olursa olsun orada bir yer var orada yaşanmışlıklar var doğan büyüyen çoğalan bir nesil var.
         Yeni bir fabrika açılmış kızlar kadınları işe alıyormuş ben de gittim çocukken büyütülmüş  yaşımla ben de çalışıyordum çocuk yaşımla annemin babamn geçim zoruyla yolladığı okumayı okulları çoktan unuttuğum çocuk yaşımda gözümün önündeki görüntülü anılarıyla 
          Ama işte fabrikalar olmasaydı şimdiki yeni nesillere söyleyecek anlatacak mazimizde olmazdı çünkü eski ile yeniyi karşılaştırmak gerek geçmiş ile geleceği bizler eski nesiller unutturmayalım, eskileri unutturmayalım ki yeni nesiller ellerindekilere daha sıkı sıkıya sarılsınlar bir daha yokluk ve sefaletin bulamacına bulanmasınlar.

HAYALLERİNİN PEŞİNDEN GİT


       Şimdiye kadar gördüğüm en tatlı hayalimdi. Bir daha da göremeyeceğim gibi. Ama birileri de bir daha benim böyle hayaller görmemem için aşağılara doğru çekiştiriyordu. Çünkü kendileri de benim de o dala o hayale uzanamayacağını biliyorlardı. Her zaman söyledim çocukların önlerine engel koymayın dedim. Belki bu çocuk farklıdır yapar, belki bunun hayali farklıdır peşinden gider. Belki bu çocuğun doğuştan gelen kabiliyetleri vardır.
         Çocuk anne karnında sıkıştırılmış gibi sıkıntı çekiyordu. Bir diğer taraftan da hayalini sevip şımartıyor kendisini huysuzlandırıyordu. Günlerce surat asarken aile fertleri de onu yatıştırana dek türlü nasihatlerde bulunurdu. Onun ise türlü şeytanlıklarla fikrini kabul ettirmesi hayalinin peşinden gitmesi ailesine hoşçakalın demesi içten bile değil. Çocuğun ne yapacağı belli değil. Anne ve babasının elini öpmesi birer ayrılık öpücüğü alması, haftalık harçlığından vazgeçmesi, kendi parasını kazanması iş görmesi çalışması bu da onun yapacağı iş değil. Ama o da sapına kadar erkek, sevmek sevilmek başka şeyler bu da onun  hayal kurmasına engel değil. Babası biraz daha beklemesini istemiş. annesi neredeyse diz çökmüş yalvarmış peki çocuğun ailesinin bu durumda, bu kadar zorlamasına sebep ne? 
         Çocuk haftalık harçlığından vazgeçmedi başka türlüsü de beklenemezdi. Bu çocukta tıpkı diğerleriyle bir tutulmaya, benzetilmeye aldanmıştı. Nasıl olsa annesi babası onu sever en iyisini işin en doğrusunu onlar bilir onu kayırır desteklerdi. (Yani annesi babası dövse zehirlese işkence etse bile yeridir.)Haftalık harçlığı hiç esirgenmeden o çalışmadığı halde her hafta veriliyordu. Boş kalsa çalışmasa da veriliyordu.
      Ah şu aileler, çocuğu yüreklendirecek birileri,  o büyük kocaman bilinmeze karşı gelinmesin diye o büyük hayale. Bundan dolayı kendime övünç payı çıkartmıyorum çünkü aynı şeyleri ben de yapıyorum. Sırf çocuğum yüzünü daha fazla görebilmek için kendi canım kanım etim çünkü mutluluğu onunla buldum, evimin eksik tarafı onunla doldu, o bana hiç sıkıntı getirmedi sorun getirmedi ama...
          Tek başına nasıl yaşar yabancı memlekette ya vururlarsa, döverlerse biricik oğlunu gözünün önünde türlü türlü senaryolar onun gidişini zora katlayan gözyaşlarını saklayan çünkü henüz daha o onun küçük bebeği.
        Ama çocuk gitmek istiyor kendi isteğiyle kendinde neler var bilmek görmek istiyor.
         O çocukta ötekiler gibi korkak çıktı cesareti yok. O da öyle büyütülmüştü çünkü.
        Kendi ısrarıyla  daha çok istese onu hep isterken gördüm. Birileri de inanırsa onun hayallerine, birisi anlasa, dinlese inansa,
        Belki söylemekle, bana söylemekle ona söylemekle, bir şey kaybetmez ama bir şey kazanırsa umulmadık şaşılacak bir şey, o zaman herkes ona inanır.
          ''Git derdini başkalarına anlat bana anlatma bunları,''
          Bir çocuğun yanı anne ve babasının yanıdır. Zamanı gelince elbet sen de uçup gideceksin. Sen hep ananın evinde kalacak  mı sanıyorsun?
          Annesi ve babası çocuklarına kendi istekleriyle hem iyilik hem de kötülük yapıyorlardı. Çocuklarının alınyazısını kendilerininkiyle birleştirmek istiyorlardı. Adına da kader diyorlardı.
           Ya daha sonrası,
           Eh bu anne ve babalar çeşit çeşit,
       Umarım çocuğun gözündeki ışığı gören anne ve babalar çok olsun. Anne ve babalar o ışığı görmeye kendilerini alıştırsın. İslamiyetin refahı çocuğun refahı şerefi ve rahatlığı için, müslüman çocukların itibarı ve saygısı için. Başka mükafat ve ödüller öteki göreceği armağanlar, seven yüzler onu çevreleyen sevgilileri, sevdikleri, her birinin birer el hareketi bir selam bir kelam bir hatır bir öpücük, anne eli değmiş gibi ona armağanlar taşıyacağı.
         O tek başına bu gururu taşıyamaz. Onun kırık yüreği var saklamıyor bunu kırılan yüreğini.
         Çocuk sevinçle gidiyor. Onu nasıl bir gelecek bekliyor? Ona hayat neler hazırlamış bilmiyor ama görmek için başı kalkık ve dikkatli olması gerek, ötekiler gibi yağmurdan kaçarken doluya yakalanmamalı içindeki heyecan kabarmalı , üç günlük ömürde başka zaman var mı? Kaygıları da çok aldırmazlıkları da o, o yükü  taşımaya gönüllü, razı kararlı olmasa, hala üzerinde ölü toprağı serpili örtüsü üzerinde yatıyor olacaktı. 
         Önce yolun karşı tarafına geçmek istiyor. Sonra kendine benzeyenlerin içinde başarıyı veya başarısızlığı görecek.
          Bu hayali başkaydı ama gördüğü en güzel şey. Kimi zaman kendisini yitiriyor gibi oluyordu. Kendisinden bile kuşkulanıyor, aklını başından alıyordu, neredeyse aklını yitiriyor gibi oluyordu. Ama sonra Rabbi onu hiç bir zaman yalnız bırakmadı. Rabbi ona hayallerine tutunma gücünü yeniden verdi. Rabbi yarattığı kullarına karşı cömerttir. Sen yeter ki iste Rabbin verir. Senin içinde büyüttüğün sevip okşayıp koruduğun sakladığın hayallerini o biliyor.
         O evinin çıkış kapısına geldi. Anne ve babasının yüzüne baktı. Rabbi onun yüreğine cesaret verdi. Çocuk görünüşte kararlı cesaretli bakışları parlaktı.Görünüşte öyleydi. Sadece onunla hayali arsındaki gerçek sevgi. Annesine baktı daha fazla üzülmemesi için daha fazla yanaşmadı. Annesi beşiğin arkası gurbet olduğunu biliyordu. Çocuğunu uzaklara gönderiyordu belki bir daha geri gelmeyecekti. Ne istiyorsun çocuk? Çocuk hızla konuşarak sanki hızlı konuşmasa hayallerine yetişemiyecek. Daha hızlı konuştu  yüreğindeki bütün sözleri boşaltıncaya kadar ağzını doldura doldura konuştu. Sanki hızlı konuşmasa hayalleri onu boğacaktı.
            Çocuk karşı kıyıda

18 Eylül 2017 Pazartesi

FİKİR YARIŞMALARI

              Akıl süzgecimizden geçirdiğimiz bazı fikirlerimizi hayallerimizi acaba yapılabilir mi? Diye kendi kendimize sorduğumuz anlarda ya da aptalca bir fikir gülerler diye hiç kimse ile paylaşmadığımız fikirlerimizi bir cesaret hamlesi ile bizi öne atacak bir oluşuma bir fırsatlar döngüsüne girişimcilik yarışmalarına ihtiyacımız var.
        Türkiye ilerliyor yenilikçi fikirleri öne çıkıyor.
          İnternette facebookta kendini olduğundan farklı göstermeye çalışan gençlerle dolu bu kadar çaba harcayıp kendini sanal alemde gösteren genç beyinleri farklı bir beyin jimnastiği yapmaya çekmek bir fikir atölyesinde çalışmasına öncü olmak gençlerimizin kurtuluşu olacaktır. Fikir atölyesinde enerjilerini boşaltabilecek gençlerin beyinlerinden çıkan yenilikçi fikirlere beyin fırtınalarına ihtiyaç var. Yoksa sanal ortam beyinlerini uyutmaya devam edecektir. 
        Dedikodu mekanizması çok hızlı çalışıyor. Dedikodu ile geçirilmiş zamanlarımızı başka zamanlara enerjilerimizi başka enerjilere sıkılmış yumruklarımızı başka yumruklara göstermiş olsaydık kim bilir şimdi nerelerde olurduk. Dedikodu ile geçirilecek zamanlar geride kaldı. Şimdi çalışmak üretmek iş yapmak zamanı. Geleceğe bakmak geçmişe olumsuzluklara eyvallah deme zamanı, öyleyse  yeşeren düşler tek bir kalp de değil tüm ülkede yeşermeli kazanılmış dostluklar başarıya yönelmeli.
         Bir zamanlar beyinleri loğaritma cetveli ezberletilerek uyutulan anne babalar şimdi çocuklarını araştırmaya yenilik yapmaya yönlendirmeli uyuyan hayaller umutlar uyandırılmalı hep neden nasıl niçin soruları sorulmalı dar kalıplaşmış fikirler yapamazsın edemezsin başaramazsın sen ne bilirsin ki rafa kalkmalı yapabilirsin başarabilirsin denmeli.

17 Eylül 2017 Pazar

İŞİME MEKTUP




                  Sevgili işim,
      Hiç farkında olmadan çok kez yardım ettin bana zor sıkıntılı günlerimde sadece para kazandırmakla da kalmadın şu gurbet diyarında elimden tuttun, geldiğim girdiğim giriştiğim hiç bilmediğim şu işte beni destekledin, beni avarelikten boş gezerlikten kurtardın, elimde yozdu emeklerimi de  boşa çıkarmadın üstelik beni ne çok da eğlendirdin üstelik ben bu kadar çok kalabalığa da alışkın değilken beni bu kalabalığa da alıştırdın şimdiye kadar hiç yaşamadığım özel duyguları anları ve  kendime has özellikleri bana yaşattın.
      Kırk elli blok üstüne dikili ve her telden insanın barındığı fabrika içinde kimisinin kaşları kalkmış, kimi burunlarından kıl aldırmıyor, kimisi ayakta dikiliyor, kimisi de sakın sakin bekliyor kimisi de hayretler içinde demir kalabalığı makinelerin fırınların izinde. 
    Ama herkes herkes geçim derdinde ama yine de herkes gönüllerinde de bir yerlere gitmek istiyor, buradan işinden kurtulmak işinden aciz o burunlarından kıl aldırmayanlar burunları kalkıklar, kalkmış burunlarıyla da öylece kalmışlar burada bu işyerinde ne zordur onlar için iş değiştirmesi, hele alışık da değillerse iş değiştirmeye, kalmak içinde burayı seçmişlerse ne zordur onlar için gönüllerinden geçeni gerçek hayata geçirememesi fakat şu da bir gerçek ki insanın karnı nerede doyuyorsa rızkı oradadır. 
      Ne yapmalı ki orayı ilginç, neşeli, sevilen yaşanabilen mutlu bir yuvaya çevirmeli? Ne yapmalı ki orada ki işi bir oyuna çevirmeli çocuklar gibi çikolata bisküvi ve şekerlemelerle çikolata diyarında, çikolata fabrikasında eğlenmeli oyunlar bulmalı kendine, gerçek görmek istediğim işin içinde sel gibi akıp gelen çikolata içinde
      Ve yine ben ve beni güçlü hale getiren sen. Ben nice sancılar çektim nice yokluklar meğer isem varlık içinde imişim ben, o iki kanatlı büyük kapıdan girene dek de bilmezdim ben de neler var. Bana kendimi sevdirdin evimi gönlümü mutfağımı daha bir sürü şeyi doldurdun sen.  
      Gün yüzü görmeden çoğu gün güneşe hasret gece gündüz sayılı saatlerde, saat dördü veya gece on ikisini göstermeden de salıvermezdin bizi de  bunca mücadele içinde, biletimiz kesilmiş gibi aynı kılık ve kıyafette, aynı iş kapısında aynı fırının başında ekmek bekleyen biçareler, benim gibileri kendinden habersizler, Kendilerine özgüven veren, kendini öğreten tanıtan bildiren dişleri arasında çiğnedikleri de sen. Bir mucizesin sen, bu garip topraklarda bozkırın ortasında ancak sensin bu şehrin adını tanıtacak adını yazdıracak işte seninle dostluğumuz bu yüzden, sana mektup yazmam da bu yüzden.

15 Eylül 2017 Cuma

KÜÇÜK İŞÇİ KIZ VE KİTAPLAR


    Küçük işçi kız, yüzü soluk bazen de ara ara kan geziniyor soluk yüzünde. Baş örtüsünü gevşek bağlamış sanki boğuluyormuş gibi boğum boğum, öfkeli dudakları kalkık başı, bazen de geviş getirir gibi sakız çiğniyor ağzı.
       Kasılıyor ben böyle söyleyince başını ansızın kaldırıyor, beni tersliyor  neyse bilinçli bir şey değil.  Sadece hayata direniyor hayata karşı duruşu sanki sırık sıskalığı yorgun ölü gibi ruhu anlaşılacak. Hırsla saldırıyor o iş önlüğü içinde saklamak istediği utangaçlığı, onu da gizleyemiyor yüzü al al  kızarıyor. Sonra kurtuluyor utangaçlığından şen ve neşeli oluveriyor  üzerinden yırtıp atarcasına utanma elbisesini dilini konuşturuyor kendini ifade etmenin verdiği bir rahatlıkla, hafifliyor. Keskin bakışlar gönderiyor ihtiyaçlarını isterken bazen de hayata söver gibi sonra da ters bir dönüşle mutlu ve neşeli sonra da koşarak her istediğini elde edebilen bir güç ve kuvvetle yükseliveriyor. Birden bire yüzü neşeli komik oluveriyor. Solgun yüzü gülüyor dişleri görünüyor.
         Köyden şehre gelmiş. Ayakları sandalyenin üzerinde otururken yere değenler işe gönderiliyor. O sakar çocuk halleriyle koştur koştur sürüklene sürüklene çalışıyor. Çalıştırılıyor. Biraz daha işi sıkı tutun çocuk işçiler çalışmasın.
          Çocukları evlere de kilitlemeyin onları okula gönderin. Onların da bilgiye ihtiyaçları var. Kitap okutun onlara. Hatta sokaklarda oynamaya gönderin, saklamayın çocukları evlerinize onları o değerli varlıkların yaşama haklarını denge de tutun. Denge de tutun ki çocuklarda denge de durabilsinler. Kendi ayakları üzerinde yürüyebilsinler. Gözleri burun delikleri dahi açılsın çocukların kapalı tutarsanız çocukları burun deliklerinden solur dişlerini gıcırdatırlar hem de yokuş aşağı.
       Hemen gönderme çocuklarını işe beklet, okut, dengede durmasını öğrenene kadar kitap okut sonra işe gönder.
       Öyleyse okula, 
       Çocuk okulda durmuyor  geri geliyor kaçıyor büyümek büyüklerine yetişmek için çabalıyor işe gitmek istiyor. Ara sıra annesine açılıyor tek başına ayakta durabilirmiş okul eğitimi onu uyutuyormuş,  uyumaya başlayınca da hayatın ipini hepten kaçırıyormuş görünmez oluyormuş, görünmez olunca da hayatta kendinden bir iz de kalmıyormuş. Bazen de bir kuş tüyü gibi hafif  havada uçuyormuş bazen de kızakta kayar gibi oluyormuş. Hayatın mana ve önemini anlamak için iş hayatına atılması gerekiyormuş, şu soluk alıp verdiği atmosferin içinde kendini biçimlendirmesi gerekiyormuş
      Annesi de ''oku,'' diyor ama o duymuyor neredeyse,  kendisi şehre gidiyor. Annesini ailesini hiçe sayıyor.
      Onun tuttuğu işi onun bedenini çok hafif yaptı hiç ağırlığı yok gibi saman çöpü gibi oldu. O şimdi umut ile umutsuzluk arasında sürükleniyor öfke dolu gözlerle gelgitler arasında gidip geliyor. Eli kitaplara değmiyor o dönerek bir el hareketiyle kaldırıp attığı kitapları, o şimdi omuzlarının üstünü örten başörtüsü içinde el sallayıp durdurduğu servise biniyor. Arkasından umutsuzca dönüp baktığı okul önlüklü kızlar öfkeyle kendisine kızıyor ne yaptın sen ha ne yaptın? Ne yaptınsa kendine yaptın.

13 Eylül 2017 Çarşamba

OĞLUMUN GELECEĞİ


                                             Heyecanlı bir gün, ilkokul sonu 
çocuklarımızın istikballeri gündemde hangi okula göndereceksin? Hangi okulu istiyor çocuk? Araştırma yaptınız mı? Çocuklarımıza okul belirlerken kriterlerimiz neler? Bir rüzgara akıma kapılıp çoğunluk hangi okulu tercih ediyorsa o okula mı? Muhafazakar bir partinin hükümeti başta ise imam hatip okuluna gönderme çabası, üstelik o okullara da pek çok imkanlar tanındı, müfredatları da aynı diğer okullardaki gibi. Devlet okullarına ise bazı aileler çocuklarını sadece ortaokula kadar okusun diye gönderiyor. Peki özel okullar? Özel okulların devlet okullardan pek bir farkı yok. Çocuğun zekası ve başarısı önemli çocuk başarılı olursa her yerde başarılı olur. Özel okul biraz da kartvizit gibi başarısını pek etkilemiyor. Araştırmalarımız bunlar. 
        Ben bir de biricik oğlumu gözlemliyorum sayısalı çok iyi başarılı disipline ederek çalıştırılması lazım yoksa bu sayısal becerisi yok olup gidecek.  Sözeli de çok iyi ezberi dini eğitime ilgisi çok güzel dini eğitimle ilgili gittiği kurstaki belletmenlerini sevmesi çocuğuma sıcak samimi içten davranmaları, yani ortam çok önemli ister sayısal, ister sözel,  ister özel okul, ister devlet okulu, ister imam hatip ortam güzel oldu mu çocuk kendini yeşertecek ortamlar buldu mu? Çocuğun içindeki cevher ortaya çıkıyor. Önemli olan çocuğun içindeki cevheri çıkartmak çocuğun özüne inmek onda var olan cevheri krediye zaman dilimleri içinde yıllara yayarak çocuğa tekrar kredi olarak vermek. Çocuğu besleyip büyütmek ortak yaşam alanları ortalama alan hava su toprak gibi bunlar çok önemli. İnsanın yaradılışında var olan insanın fıtratında var olan isteme duygusu, çocuk talep ettikçe karşı tarafta ki anne veya öğretmen, bir eğitmen geleceğin insanını yetiştirme arzusuyla verecektir. Önemli olan çocuk istesin ‘’ver’’ desin talep etsin, çocuğun bu talep etme duygusunu nasıl kullanacak? Tıpkı acıkınca susayınca nasıl ver diye istiyorsa çocukta bilgiye deneyime olan açlığını ver diye öğretmenlerinden isteyecek. Çocuk içindeki cevherin varlığından habersiz sadece isteme duygusu ile isteyecek. Kendinde nelerin olduğunu nelerin kendinde cevher olarak bulunduğunu bilmeden.  Bu cevheri ortaya çıkaran ise öğretmenleri ailesi ve çevresi olacak, çocuğa dilim dilim önüne fırsatlar sunarak, çocuğun fikir sahasını genişletecek, çocuğun kendini sorgulamasına zemini hazırlayacaklar. Çocuk başlama çizgisine geldiğinde dahi bile kendinden neler olabileceğini göremeyebilir onun içindeki cevheri en yakınları daha önceden görüp onun hayat akışına yön verecekler. Çocuğun içindeki cevheri çıkarmasına yardımcı olacaklar. Çocuk kendinde neler yapabileceğini kendinden neler olabileceğini gördükten sonra artık o şaha kalkmıştır, onu kimse tutamaz. Hayat yarışına hazırlanmış tam donanımlı bir insandır.  Hiç kimse başarının önüne geçemez eğer senin özünde varsa kimse sana set vuramaz çamura batıramaz.  Eninde sonunda bir altın gibi parlar ortaya çıkarsın kimse senin hakkını da alamaz çünkü  hak hiçbir zaman yerde kalmaz. Bu dünya da almazsan ahirette mutlaka alırsın.
      Çocuğumun geleceği, hangi okula yazdırayım? Sorusuna en güzel cevap. Evladım büyüyünce ne olmak istiyorsun sorusu. Kendini nerede görmek istiyorsun? Hayal et bakalım hangi iş kolunda?  Ben babamın işini yapacağım diyorsan burada Karaman’da kalır, liseye kadar okur yaşın gelince askere gider evlenir çoluk çocuğa karışırsın.  Elli yüz sene sonra seni kimse hatırlamaz. Ben televizyonda gördüğüm yerlere gitmek, kitaplar da okuduğum yerleri görmek fikir sahibi olmak, bilim adamı olmak,  güneş enerjisiyle ateş yakmak istiyorum diyorsan, dünyaya  yıldızları merak ediyorsan o zaman seni sıkı düzenli tempolu bir çalışma bekliyor.  Biliyorum çalışma(çalış) kelimesini hiç sevmezsin.  Zamane çocukları gibi hazıra alışkınsın ama çok çalışarak bu hayalini kurduğumuz iş kollarından birine de sahip olabilirsin. Başarıya doyum olmaz. Hele sen ipin ucunu bir yakala gerisi çorap söküğü gibi gelir. Önce dersi derste öğrenmek eve gelince tekrar, her gün düzenli ve disiplinli sonra sana da bana da bolca zaman kalır. Boş vakitlerinde hedefin ile ilgili çalışmalar bunun için bol bol farklı kitaplar okumalı merakını uygulamalı olarak çoğaltmalısın.  İnternet arkadaşlığı edinmeli meraklı arkadaşlarınla iletişime geçmelisin Öğretmenlerine sormalı farklı alanlarda çalışabilecek  ve birleştirebileceğin fikirler toplamalısın. Sonunda gözünün önünde hep o olmak istediğin nokta ulaşmak istediğin başarmak istediğin nokta. Başarı hikayeni bilim adamı olarak sonlandırmak bilimsel dergilere makaleler yazmak ödüller almak insanlığa faydalı buluşlar ile tarihe geçmek. Hatta Nobel ödülü almak ne kadar da güzel olurdu. Değil mi? Kürsü de ders veriyorsun öğrencilerine ve hatta konferanslara gidiyorsun, seminerler veriyorsun sunumlar yapıyorsun hepsinden öte kendisi olmak istediğin kişiyi oluyorsun. Ve bu kişiliğini etrafına çevreye aktarabiliyorsun.  Başarı daima sevilir ve alkışlanır.  Başarılı insanın hatalarını da göstermez iyilik yapmasan da yaptın sayarlar. Başarıya kimse uzanamayacağı için. Onlar için gökyüzündeki yıldızlar kadar uzak olan başarılara imza attığın için sana gıpta ile bakacaklar arada kıskananlar olacak tabi ki fakat ellerine fırsat geçemeyecek yapamayacaklar çünkü sen farklı olacaksın. Farklı olana erişmek zor olur. Sen hayallerine ulaşmış bir prens iken onlar hala evlerinde çocuk büyütüp küçük esnaf olma yolunda çaba sarf edip küçük dedikodular peşinde koşacaklar günaha girecekler. İlim en büyük ibadettir. Sadakadır, iyiliktir ilimle geçen her zaman sevap kazanırsın.  
   Hayatında olmak istediğin noktayı veya olduğun noktayı hayal ettin şimdi söyle bakalım hangi okul? Nasıl bir öğrenci?  Başarı gelecek kimin eseri?  Miras ta sensin alın teri de seni arkadan itekleyen annen ve baban. Seni donanımlı hale getiren okulun senin azmin hırsın ve başarın sana hayat yolunda kalkışı  sağlayacaktır.  Destek var ortam müsait yaşam alanı ortalama alan müsait, öyleyse hiç durma kır kendi kabuklarını, çık kavanozun içinden( Karaman'dan) yüzmeye,  deryaya, uçsuz bucaksız yaşa gör, tanı kendini, tanıt kendini hem bizlere hem dünya aleme. 
     Onun geleceği benim geleceğim.  Onun istikbali benim istikbalim haydi hayırlısı,
    ‘’Kısmetinde ne varsa o çıkar kaşığına’’ 


12 Eylül 2017 Salı

AİLE DANSI


             Anne baba ve çocuklar arasında geliştirilmiş bir model. Ailenin hemen hemen hepsi var bu dansta. Hemen hemen her gün tekrarlanan olaylar da mesela bir çatışma restleşme durumunda sergiledikleri davranış kendilerince problemi çözme yöntemleri öğrenilmiş bilinen yol. Oysa ki herkes senin o an ne yapacağını çok iyi biliyor kestiriyor o an ki senin duruşunu kullanacağın gücünü ve ne kadar kullanacağının porsiyonunu bile biliyor. Sen farkında değil misin bütün bunların? Sen kendine yeni yöntemler yeni beceriler geliştirmedikçe hep aynı bildik dans bildik tempo etrafında aynı dairenin etrafında dönüp duracaksınız. Bir ileri iki geri tempo hep aynı ne kazananı olacak ne de kaybedeni  hep bilindik son, dön dolaş aynı son.
       Bana göre sen bu dansı hiç başlatma, ya durdurmanın bir yolunu bul ya da bundan kurtulmanın bir yolunu sen bulabilirsin, sen farklısın ve farkındalık yaratabilirsin, bu kısır döngüden kurtulabilirsin.
       -Olabilir evet olabilir
       Sözler ve davranışlar arasındaki iletişimsizlik sözler ve davranışlar birbirlerine uymadığı zaman çatışma kavga başlamıyor mu? Evet, bu sorun sadece sizin aileye özgü de değil üstelik her evde her toplumsal ilişkilerde aynı 
     Öyleyse bu dansı mutlu sonla bitirmek için ben çocuğuma nasıl davranmalıyım?
 -Bence dayak en iyi çözüm. Döv ceza ver acı çeksin korkut onu, o zaman sana saygı da duyar senin sözünü de dinler.
  -Bence de zorla yaptır cebren, hem zorla yaptır hem de kontrol et bak bakalım kaytarıyor mu?
  -Bence arkadaşları arasında küçük düşür, kırıcı ol 
 -Çocuğumun her işini ben yaparım problemlerini çözerim ben anneyim kontrol ben de 
         Güçlü anneler iş başında onlar da diyorlar ki, 
-Ben çocuğumun önüne seçenekler sunarım sorunu kendisi görsün çözsün danstaki figürlerini de  kendisi belirlesin
-Bence de öyle hem  kendi seçimini yaparak  kendisi sonuçlarını da görür hata varsa eğer ortada derste çıkarmasını bilir.
-Benim çocuğum kendi işini kendi görür o yaşının verdiği sorumlulukları taşıyabilir.
-Biz bir gücüz biz bir aileyiz niye birbirimizi sıkılmış yumruklarla bekleyelim ki? Ringe mi çıkacağız?
    Çocuklarına dayak ve zorla diretme yolunu seçen anne ve babalar sonuçlarına da katlanmalıdırlar nedir sonuçları? Üç ''İ ''  İntikam. İnat. İsyan. 
  Çocuklarına problemleri kendisinin çözme yetkisi veren ve sorunları görme ve ders çıkarma yolunu seçen anne ve babalar da ''sorumluluk saygı işbirliği,'' ile ödüllendirilir. Üstelik aile danslarında kendilerine özgü iletişim modelini de görebilirler. Ve mutlu son.

TİRİDİNİ YEMEDEN İŞE GİDEN MEMEDİM


Tiridine tiridine tiridine bandım  
       Karısının hazırladığı tiridi yemeden işe gitti. Uykuya dalınca uyuyakalmış. ''Tirit yemelisin,'' o ise karısını dinlemiyor bile üzerini giyiniyor yemeğe yanaşmıyor sofra ortada duruyor. Karısı alelacele hazırladığı sofrada kollarını da sıvamış elinde  kaşık elinde tabağa tirit koyarken malagını da sarkıtmış yüzü durgun belli ki eli ayağına dolaşmış canı da sıkılmış, ''Sıkışırsan yardım ederim,'' demişti oysa kocası ona, karı koca aynı vardiye işe giderlerse sonuç böyle olur işte, ''belki yarın bir gün edebilir'' ama bu gün geç kaldı geç uyandılar. 
       Sanki servis gelmiş de durakta beklermişcesine kocası da alelacele yemeğe bile el sürmeden karanlığın içinde ölü gibi süzülen görüntüsüyle o kaskatı suratıyla servis yoluna bakıyor. Sanırım yeterince öfkelenmiş kulağına gelen sesleri dinlemiyor az sonra yanına yaklaşan arkadaşını dinlemiyor ona bakmadan dönüp oflamaya puflamaya başlıyor. 
      Kadın ise sürekli beceriksizliğinden yakınıyor aceleyle işleri birbirine karıştırdığından, oysa saati de kurmuş o uyandırıyormuş beklemedeymiş yattığı yerden saatleri sayıyormuş  zamanın gidişini  ve zamanın yayılışını gözleri açık örtüsü üzerindeyken kımıldamadan dururken ''yemeğe hazırlasam iyi olur,'' diyormuş.
     ''Haydi kalk anca yetiştiririsin.''
     O kımıldamıyor eriniyor, gücü yetmiyor kalkmaya, üşeniyor, ''Daha fazla zaman kaybetmeden kalk, sanırım kocan da adamakıllı acıkmıştır.'' ''Tirit yapacağım.'' ''Hımm kokusu buralara kadar geldi.'' Öyleyse hemen yemek işine dön, bir an önce, anca pişirebilir yetiştirebilirsin.
     Ayağa kalkmaya davranıyor. Saate bakıyor  yastığının yanında yorulan kolu bir demir gibi ağır kalkmıyor, sadece parmaklarında az bir canlılık var darmadağın olmuş hayata küsmüş gibi. Kapı önünde duran niteliği belli olmayan terliklerini bitkinlikten yorgunluktan hayata didişmeden yorulan terliklerini buluyor, ayağına geçiriyor.Ayak izlerini izlemekten yorulan kurtulmanın çarelerini arayan ya da bir ara dinlenmenin gerektiğine inanan, bir çaresizlikle süregelen hayatında bildiği bu durumun başında, başka çareler de umarak, tirit yapmak için bayat ekmek ve et suyunun başında gözleri saatte nöbet tutuyor.
     Eşi üzerindeki örtünün altında saate aldırmadan iç geçiriyor örtüyü iyice çenesine çekiyor. Nasıl olsa karısı uyandı onun yerine o saati gözlemleyecek ve onu uyandıracak. Öyle ki sürekli kulağı seste olacak o da eşine dönerek şöyle diyecek. ''Sofra hazır!''
     Peki sen olsan nasıl derdin? Ya da başka türlü nasıl olurdu? 
     Ben olsam ikimizde çalışıyorsak birlikte kalkar birlikte hazır edelim sofrayı. Şimdi  kadın tek başına yetiştiremez çünkü iş kadının gözünde büyüyor. Hem iş hem ev hem çocuklar, hepsini düşünmek ve hepsine bakmak için. 
       Ben olsam çalışmazdım
       Ben olsam kendimi üzmez elinden gelen en kolay yemeği yapardım.
       Gidip en kolay yemeği hazırlayalım ne yemeği? Tirit hazırlayacaksın ya fazla bir şey de lazım değil, fazla bir zaman da gerekmez üstelik.
       Ama zaman yetişmiyor, kocası yemek yemeden işe giderken karısı da ardı sıra, ''Yine de yemelisin'' derken, kocası da solgun suratıyla karısına bakarken diyecek ki ''Yemeden doydum,''
       Başka ne yapabilirsin? Bir düşün istersen eşin için başka ne yapabilirsin? Sen bensin, ben de senim biliyorsun bunu, 
       Bildiğim içinde işte başka ne yapabilirim? Diye düşünüyorum. Ya da bana söyleyebilirsin, ''akşama şu yemeği yap,'' diye o zaman yemek telaşı da olmazdı.
      Kadın eşine yediremediği tirit yemeğinin başında duruyor,  kolları yorgun ara sıra başını kaşıyor, esniyor, kendi iç sesini dinliyor. Yatağa yaklaşıp biraz daha uzanıyor sonra kalkıyor, kendi iş kıyafetlerini hazırlıyor, önlüğünü önünü siliyor, temizliyor baş örtüsünü ütülüyor, çocuklarının yemeğini hazırlıyor. Bir taraftan kendisini işe hazırlarken bir diğer taraftan da sakarca döküp saçtıklarını topluyor sakarlığına beceriksizliğine kızıyor, elleri çalışmaktan yorulmuş kırış kırış olmuş üstelik onları kremle düzeltmeye  çalışırken hantal bedeni önünde el pençe divan duruyor,  kendi yaptıklarını kendisi eli ile bulamaca çeviriyor. Her yer, her iş, her bir yerden ayak diriyor, isyan ediyor çocuklar gelene dek hiç durmuyor, çocuklar geliyor çocukların sesi onu boğuyor, sigarası ağzında iken çocukları dili ile tırpanlıyor sanki zor soluk alıyor . Şimdi çocukları hırpalama vakti güçsüz olana vurmak gerek enseye bir tokat indiriyor. Kendisi hayatta direnmeye çalışırken elleri bilekleri, omuzları ağrıyor iken o iş hayatının içinde ayakta kalmaya çalışıyorken o sadece çocuklara kızarak bağırarak bazen de enselerine bir tokat vurarak kendini boşaltıyor. Oysa ondan hem kadınlık hem annelik bekleniyor. 

10 Eylül 2017 Pazar

SONUNDA DELİ KIZI DA İŞE GÖNDERDİLER


           Sonunda deli kızı da işe gönderdiler. Deli kızı servise bindirdiler kız servisin içinde etrafına bakıyordu sanki orada deliliği geçecek her şey eskisi gibi oluverecek onu gönderenlerin sandıkları. Sanki şifasını orada bulacak annesi de evde hasta yatıyor. Bütün bunlar kızı hayata yeniden başlatmak yeniden bağlamak içinmiş. 
    Tekrar annesi, ''Kızımı işe göndermemeliydim. Kim bilir şimdi orada ne yapıyordur?  Korkudan titriyordur ya da kendi kendine sallanıyordur birisi bir soru sorsa cevap vereceğim diye çabalıyordur ya da fırından çıkan ve uzayıp giden sıralara bakıyor öylece dalıyordur ya da fırının bir ucundan girip de öbür ucundan paketlenen mallara'' 
   Ama sallanınca sanırsınız ki koca fabrika da onunla birlikte sallanıyor koca makinalar
   Hem neye yarar ki deli kızı işe göndermek iş bulamayanlar gelse ha neyse  
   Deli kızı ya orada döverlerse üç katır sopa çekerlerse sen ne yapabilirsin?
   Senin de söylediğin şeye bak bu devir de kim kime? Tokat bile vuramazlar.
   Ben ondan para pul istemiyorum gitsin oyalansın oralarda,
   Ama senin kızın hasta, bazen de kusuyor, bazen de uzun süre bayılıyor, 
   ''Biliyorum şaşırmıyorum bu söylediklerine sana kızmıyorum da senden tek istediğim oralarda gezinmesine eviymiş gibi hissetmesine yardım et,
   Ben her zaman onun yanında ve yakınında olamam iş yapamaz kafası çalışmaz biliyorum. Gerektiği şeyleri gerektiği yerde düşünemez biliyorum, hep bir şeylere bakıp durur gene de sen onu orada beklet orada kalmasına yardım et. Ondan para isteyecek değilim. O bir kız senden istediğim sadece onun elini tut. Sana tutunsun kurtar onu sadece kısa süreliğine bir hastalığa yakalandı o, korkma inan geçici onun hastalığı yılda iki kez bayılır biri ilkbahara biri  sonbahara denk gelir onun elinden tutarsan inan sonra ondan yararalanabilirsin de, ''
     Karşısındaki kişi koca koca dürbünlü gözlerini açmış onu dinliyordu. Dinledikçe de bedeni devindikçe de vücudundan bulgur bulgur terler boşalıyordu içi daralıyordu. Çünkü bu deli kızı kafesin içinde tutmak gibi bir şeydi,  dar kavanozun içinde oysa ki onun rahat etmesi için temiz hava gerekir sakin gürültüsüz bir ortam böyle daracık ortamlarda ya itilirsin ya  kakılırsın suratın ekşir  suyun ısınır kanının ateşi yükselir. Annesi, ''Her şey kızımın iyiliği için o iyi bir kız çocuğu,''
     Ve o elini tutan eli öyle güven dolu tuttu ki o kız, daralan ruhunun içinden bir kuş gibi uçup kurtulacakmış sandı ve konuşmaya başladı, ''Şu makinenin burada hiç bir işi yok neden burada öyleyse? Evet o makine bir yıldır hiç iş görmedi  ve kimse de akıl etmedi ve o gördü çünkü bazı insanlar görür bazılarımızın neden nasıl diye düşünmeyip akıl edemediğimiz şeyleri onlar görür.(  Dünyanın her türlü akla ihtiyacı vardır. Temple Grandhin) Fakat gördüklerini de bazen belli etmek istemezler çünkü deli diye, deliye kim inanır? Delinin bilip bilmediğini de bilmezler  aldırmazlar bile. Akıllıya bile inanmaz aldırmazlarken, üstelik sözünün geçmesi için sakalının olması gerekir diye de bir söz vardır. ''Sakalım yok ki sözüm geçsin.''
    Sen de üzülme böyle şeylere sen de herkes gibi deli işte de gül geç,
    Sonra onunla birlikte fırından çıkan bir tren gibi uzayıp giden malları seyrettik. 
     Bir süre sonra gözden kaybolan bisküvileri
     ''Kız hastalandı ona yardım etsek iyi olur!''
     Geçici bir rahatsızlık diyordu annesi.
     ''Ama ben de annesine söz verdim.'' O kız çocuğu için o sabi günahsız cennetlik gibi annesi, ''Niye bakmadın kızıma? Neden esirgemedin korumadın?'' Diyecek şimdi. Lütfen hayata geri dön geri dön, o kötü hastalığı git ondan 
    Kız uyanıyordu yerden kamburca kalkıp onun eline yaslanıp ağzından sarkan köpükler sanki gözlerinin ötesindekilere bakıyordu. 
    Ve o kızın bakmakla sorumlu olduğu bir ailesi yok sadece kafası iyileşsin diye gönderilmişti. Bir paket bile bisküvi yemedi. Onun hastalığı için göze aldıkları bir yığın risk daha fazla bu işyerinde kalamazdı. Oyalanamazdı.
    Sabahı bekleyelim  sabaha belki biraz açılır  rahatlar belki uykusuzdur hiç uyumamıştır. Hem annesi de söylemişti zaten yılda iki kez diye bir daha tekrarlamaz.

Not: Deli kız (?) Deli kelimesi ucu açık bir kelimedir. Halk arasında deli kelimesi bazı ruhsal hastalıklar içinde kullanılmaktadır.