30 Nisan 2018 Pazartesi

BERAT KANDİLİNDE OKUNACAK DUALAR


 
    Berat gecesinde kılınması tavsiye edilen Hayır Namazı vardır. 100 rekatlık bu namazı kılan kimse o sene ölürse şehitlik mertebesine nâil olur.
       HAYIR NAMAZI NASIL KILINIR?
Namaza şöyle niyet edilir;
"Ya rabbi , niyet ettim rızâ-yı şerifin için namaza. Beni afv-ı ilâhîne , feyz-i ilâhîne mazhar eyle. Kasvet-i kalbden , dünya ve ahiret sıkıntılarından halas eyleyip, süedâ defterine kaydeyle"
Kılınışı
Her rek'atte Fâtiha-i şerîfeden sonra 10 İhlâs-ı şerîf okunur
İki rek'atte bir selâm verilerek 100 rek'atte tamamlanır
Her rek'atte 100 İhlâs-ı şerîf okumak sûretiyle 10 rek'at olarak da kılınabilir.
Namazdan sonra ; 
1.İstiğfar:
2.Salevat-ı Şerife (Allâhümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed)
3.Fatiha-i Şerife
4.Ayet'ül-Kürsî
5.Tevbe Sûresinin son 2 ayeti besmele ile. (Lekad câeküm)
6. 14 kere Yâsîn, Yâsîn ... dedikten sonra 1 Yâsîn-i Şerîf.(Yâsîn-i Şerîf'te 7 zahiri, 7 batini "Mübîn" vardır. Böylece o da 14 olur.)
7.İhlas-ı Şerif
8.Felak Sûresi
9.Nâs Sûresi
10. "Sübhânallâhi ve'l-hamdü lillâhi velâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Velâ havle velâ kuvvete illâ billâhi'l-aliyyi'l- azîm." duası 14 kere.
11.Salevat-ı Şerife 14 kere okunur ve dua edilir.(Allâhümme salli alâ seyyidinâ muhammedin ve alâ âli seyyidinâ muhammed). Salat-ı Münciye okumak daha efdaldir.
 Ayrıca;
-İstiğfâr-ı şerîf: 14 kere ,
-Salevât-ı şerîfe: 14 kere, Fâtiha-i şerîfe (besmeleyle): 14 kere,
-Âyetü'l-Kürsî (besmeleyle): 14 kere
-Lekad câeküm...' (besmeleyle): 14 kere
-14 kere 'Yâsîn' dedikten sonra 1 Yâsîn-i Şerîf
-İhlâs-ı şerîf (besmeleyle): 14 kere
-Felak Suresi (besmeleyle): 14 kere
-Nas Suresi (besmeleyle): 14 kere
-14 kere "Sübhânallâhi vel-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber. Ve lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil-azıym."
Salevât-ı şerîfe (Salât-ı Münciye okumak efdaldir.

19 Nisan 2018 Perşembe

KÜÇÜK TATLI ÇILGINLIĞIM

    Ne kadar küçük olursa olsun çeşitlerin içinde en gizemli tada da o sahipti. Her dilinin üzerinde döndükçe hemen dilinin üzerinde donmuyordu. Olduğu yerde yine dilinin üzerinde fırlatıverip damağına yapışıvermiyordu. Dili ile damağının içinde dolaştırırken top gibi fırlatıp oradan oraya atarken öylede kendisi de kıpır kıpır yerinde duramıyordu. İşte o tadı ağzının içinde çevirip dururken kendisi de olanca hızı ile daldan dala atlıyor yerinde duramıyordu.

Birden karşısına çıkan bir başkası önünü kesti. Onun keyifli olduğunu da görünce nereden keyif aldığın sordu. O tuhaf nesnenin ne olduğunu el kol hareketlerimi bu enerjimi nereden aldığımı sorguladı.  Yüzünde de sevgi ve neşe varken aklıyla değil daha ziyade içgüdüsel olarak koşu bandındaymış gibi duyguları onu hareket ettirirken o da o tadın yardımıyla gülümsüyordu.  ''Bu bir çikolata,'' dedi. Başka bir lezzet, içi kar helvası gibi Hindistan Cevizi dolgulu. Yersen senin olur. Seni de düz yolda böyle neşe ile yürütür. Karşısındakinin bütün yüz ifadesi değişti. ''Sana bunca enerjik hareketi şu küçücük çikolata mı yaptırdı?''  Tabi ki ne kadar küçük olursa olsun asıl onun içeriğine ve bana yaptırdığı hareketlere bak. Aralıksız her gün tüketirim alışkanlığım o benim. Küçük tatlı çılgınlığım. 

18 Nisan 2018 Çarşamba

KADIN ÇALIŞSA MI ÇALIŞMASA MI


     Evin geçiminde bütün yük erkeğe yüklenecekse, geçim derdinde de bir sorun olduğu vakit kuşkusuz sorun her iki taraf içinde geçerlidir. Sorundan her iki taraf da sorumludur. Biri çalışır öteki çalışmadığı için açılan gedikler. Belki bazı evler de eşlerden biri çalışıyordur. Bazılarında ise ikisi de çalışıyor olabilir.  Gençliğin en verimli çağında Karamanda kadınlara yönelik işlerin bol olduğu böyle bir ortamdan henüz kadında çalışmaya yönelmemiş o fikri kafasında yeşertmemişse kadında o sorun da kabahatlidir. Eğer ki onu çalışmaya yöneltmeyen geçerli bir sebebi yoksa. Zira bu kervanı döndürmek bu devranı çevirmek zorundayız.  Karı koca olarak bir çift olarak buna mecburuz. Erkekler evin reisi olmuş diye biraz kadından kuvvetli yaratılmış diye. Oysa şimdiki zaman her iki kişinin de çalışmasını mümkün kılıyor. ''Mecbur,'' geçim derdi ihtiyaçtan çalışılıyor ihtiyaçlar ağır basıyor. Ama çalışmamak için kendinde kusur arayanlar bir de geçimden hayat şartlarından yakınanlar bunları da görürüz. Ama çok nadirdir çalışanlar da bu sitem onların da daha çok çalışmaya yatkın şikayetlenmeyi de içlerinde bastırdıklarını görürüz.  Zihnimizi hangi yöne odaklarsak öteki taraf çoraklaşır. Ne ekersen zihnine onu da biçersin.  Bir teselli armağanı bir bakış bir olumlu tavır içine girmek en güzeli, hayata hem olumsuz bakmak kötü gidişattan şikayetlenmek yerine.  Bir teselli armağanı ben buldum üstelik kendimde buldum.  Bu geçici dönemde kendi kendimize verdiğimiz öğütler düşüncelerimizin izlediği yol. Sen salla başını ben bilirim işimi de demek için. O eski eskimiş, kokmuş, küflenmiş, yargı ve düşüncelerinin de üzerine bir sünger çekerek gözlerinin önünde parlayan şey  çoğu zaman da olgunlaşmamış ham bir meyvedir. Bazen de kuşku ile baktığın ama sonuç cümlesi de her zaman iyi olacaktır. Öyle de olmasa bile hiç olmazsa karınca misali uğrunda ölmek elimden geleni yaptım demek için elinde bir belgen olur. Hiç olmazsa uğrunda çalıştığın göze aldığın bir şeylerin olur.  

17 Nisan 2018 Salı

KADIN CİNSİ


 
                 Demek ki evinde oturan çalışmayan kadın mutsuz kadındı. Kendi mücadelesiyle bir şeyler yapmak bir yerlere gelebilmek o da istiyordu. Hayatın tüm koşullarını içgüdüleri ile hissetmek var olmak. Kendini serbest bırakmak, ihtiyaç duyduğu şey sadece dışarı çıkmak, çalışmaktı. Çalışmak dışarı çıkmak ve başarmak. Eylem olarak hangisi? Hangisi kadının ruhsal sağlığı üzerinde olumlu etki yapardı? Bunların içinde en mantıklısı kadın hangisinin içinde kendisini geliştirir mutlu sayardı? Kendi kişiliğine en uygun olanı hangisi ise. Bu konuda da kendisi hakkında gerçek söz sahibi yine kendisidir. Çünkü onun çalışma isteği ruh hali dışarı çıkma isteği her türlü eylemi onun öz yaşam öyküsünü ortaya çıkaran bir döngü olacaktı sonuçta. Kendi kendini yine kendisi dillendirecekti. Kendisi öldükten sonra arkasından bir tek cümle ile bile anılmıyorsa yazılı bir eser dikili bir ağaç bir meyve bırakmamışsa. Yaşa da nasıl yaşarsan yaşa öylede dolduruyorsa hayatının içini hayata karşı kayıtsız dünyaya karşı kayıtsız.
       Kendimizi çözmek her zaman öyle kolay kolay da olmaz. Bazen çok güçlük çekeriz. Düğümleri çözmek için çünkü çıkmaz sokaklarımız vardır aşılmaz dağlarımız. Zayıf incinebilir kırılabilir duygularımız vardır. Ama genellikle somut gerçekler engeller kendimizi çözmeyi kendimiz olmayı dışarıdaki dış güçler engeller. Anne baba, ata, eş ve en dışarıdakiler dış kapının mandalları. Bazıları köpek gibi havlar. Bazıları kükrer üstüne üstüne gelir. Bazıları sırtında parazit olur yapışır kalır. Eğer ki sen çalışırsan para kazanırsan da bunların oyunlarını ikiye bölersin. Güç kazanmış olursun. Güç ki tahammül etmeyi hızlandırır. Ruhsal sağlık düzenini yerine oturur. Bu kez de onlar senin üstüne üstüne gelmezler. Gelmek istemezler. Çünkü böyle bir ihtiyaçtan doğan ortada bir açıklık yoktur. Doğal olarak bazı şeylerinde bedelini ödemek istemezler. Böylece çalışan kadında cesaretlenir umutları çoğalır. Ruh çözülmeleri sinir, stres yerine mutlu doğal sevgi dayanışma duygusuyla dopdolu olur. Çalışan kadın evi ve işi arasında mutludur. İşte çalışan kadınların aradıkları şey anlaşılmak. Bunun dışında hayattan ve çalışan kadından bir şeyler istemek mucize olur. Kadın da bir insan olduğuna göre o da bazılarının dediği gibi kıt akıllı yarım akıllı olmadığına göre akıl ve mantık çerçevesinde doğal olarak insan ırkında ne varsa kadında da var. 

16 Nisan 2018 Pazartesi

DAMAK TADINDA


     Bu işe de bir çare bulmak lazım işimiz zor. İşimiz insanlara damak tadında yiyecek sunmak😋  Gerçi insanlara damak tadını uyaracak, uyandıracak o kadar çok çeşit var ki.  Var de, iyisi var kötüsü var. Bir kez tattınız mı? Sevmediniz mi😒 Beğenmediniz mi? Bir daha dönüp almazsınız. Neden? Alternatif ürün çok da ondan insanın canı hangi tadı isterse, hangi tadı severse canı isterse veriyor parayı alabilir. Örneğin bir kişi 80 gram bir çikolataya iki buçuk lira verebilir😋

         İlk defa tatmak için ikincisinde de biraz düşünebilir.  Üçüncüsünde de kendisinin damak tadının isteğine boyun eğer ve kendini o tadın cazibesine teslim eder.  Damak tadı için durum bu daha yukarısını verip almak ta var hele birde albenisi varsa,  ‘’Al beni, al beni,’’ diyorsa şöyle etkileyici bir isim göz alıcı bir selefon çabucak modası geçmeyen bir tat için yoksa bu kadar çaba emek neye yarar?  Söz gelimi Türkçe de dişinin govuğu denilen bir yer var oraya değmeli, yediği şey damağına dokunmalı, kendisiyle ilgili üç beş söz söyletmeli ama yenip de poşeti bir kenara atılınca o tat da unutulunca hani işte yok oldu. Bitti.





HİKAYENİN SONU


       Sonun iç çırpınışı suyun son marjinal damlası gibi. Çalışma hayatımın sonu nasıl olacak? Son anın duygusunu da böylece yakalayayım. İşyerindeyim. Yemek masasının üzerinde tuzluk biberlik ve diğer baharatlar dizili bir sele dolusu da ekmek bir tablotta yemek, bunlar her öğün gördüğümüz görüntüler.  Ama hikayeler her biri için birer başlangıç. Hayatın, bize sunduğu çalışma hayatı belki bizim için elverişli belki de değildi.
         Gece vardiyalarında çalışmak geç saatlere kadar uykusuz kalmak ve kontrolünün başkalarının elinde olması, kazandığın kazancın ise küçük şeyler bile almana yetmiyor olması.  Gücün tükeniyor, bedenin kuruyor git gide yorgun düşüyorsun. Canın hep yatağı çekiyor uyku uyumayı tek başınasın üstelik tükenmişlik sendromu yaşıyorsun. Üstelik etrafımız insan kalabalığı var fakat kendi içimiz ıssız bir ada, yarım yamalak kendimizi anlatabiliyoruz.  Sırlarımızı paylaşabiliyoruz şu uzaktaki hayallerimize elimizi uzatıp ulaşamıyoruz, isteklerimize arzularımıza. 
       Bitti. Her şey bitti çalışma hayatımızın sonuna da geldik. Ama dur daha bitmedi. İçimizde yine kıpır kıpır bir dürtü bizi uyandırıyor. ‘’Mezara kadar ölene kadar çalışmak vardır.’’Diyor. Kalkıyoruz.  Dağınık saçlarımızı örtünün altında toplayarak dağınık düşüncelerimizi kendimizi döven düşlerimizi, düşüncelerimizi dahi arkaya atıyoruz.  Peki bunun anlamı ne?  ‘’Hayata yeniden sıkı sıkıya sarıldım. ‘’ Demek. Karnımı doyurmakla da kalmadım uyandım tekrar, ‘’İşim başım üstüne,’’ dedim hayatı kazanmak üzere çalışma hayatımın içine geri döndüm. Demek.


15 Nisan 2018 Pazar

SÜPER PSİKOLOJİ


     Bir işte kalıcı olmak.
         Çoğunlukla çalışanlar bir sisteme bağlı aynı işi yapmakla robota dönerler. Sürekli bir yere takılıp kalmakla aynı işi aynı kişileri aynı makineyi ortamı görmekle. O kişiler müthiş gergin olurlar.  O vakit işte hayal gücü o insanları ayakta tutar. Düz yolda tökezlemeden ilerlemelerini sağlar.  Bocaladıkları şey değişiklik ve hareketlilik gösteren şeyi arayıp bulmak. Hayal gücünü bazen o kadar çok ilerletirler ki düşündükleri gerçek mi? Hayal mi? Ayırt edemez. 
   Her an binlerce değişik duygunun içimizden geçtiğini de düşündüğümüzde bu çabayı sürdürecek gücü kendinde de bulamayanlar tükenmişlik sendromu yaşarlar. ‘’Tükendim tükendim tükendim,’’ artık.   Ancak o kişi yanında çalışan bir başka kişiye de bakarak, ‘’O nasıl çalışıyor ayakta durabiliyor?’’ Diye onu merak eder onu okumaya başlarsa.  Bu da o kişi için bir tutarlılık mı? Ya da çalışmasına ikinci bir engel mi? Onu da bilemeyiz. Onun bel kemiği üzerinde dimdik durmasını sağlayan onun alınganlığını öfkesinde oynayan rolleri de bilemeyiz.  Kendini bütünüyle işine vermesi gerekiyor. 
      Kendini tamamen salıvermiş hayallerini peşine düşmüş biri de deneyimden yoksun hayallerinin peşinde. Oysa hak ettiği konum ve işi eğer ki kendini tamamıyla da işine vermezse işsiz kalabileceğini de ona ‘’Kendin ol kendine gel,’’ demeyi de hatırlatmıştı. Aklını başına al. O ise gezmek istiyordu alıp başını bu diyarlardan gitmek. Burada ot gibi yaşayıp gidiyormuş. Bisküvi kokusundan başka kokularda koklamak istiyormuş. İşine olan öfkesi yüzüne yansıyordu. Hayal dünyası onun yolunu saptırıyordu.  Lakin onun hayal gücü, onu oraya buraya götüren hayal gücünün bir tutarlılığı yoktu. Ona etki eden oraya buraya çekiştiren. Buna hayalperest, ya da gerçek dışı ya da uydum akıllı, ya da zihnin bir oyunu, karanlıkta çizilmiş bir resim de diyebilirdik.
      Hayal etmekten korkmayın her değişim ve dönüşüm elbette bir hayalle başlar lakin her değişim ve dönüşümde beraberinde risk ve korku taşır. Bunun etkisini de içimizde bastırabilir veya bu sorunlara verebileceğimiz uygun cevaplar bulabilirsek o vakit bu hayalimizde içimizde tutkuya dönüştürebiliriz.  Usul usul bu ıstırabı üzerimizden atar gitmek istediğimiz yön ve istikamete doğru da ilerleyebiliriz. Kendimizi o yöne doğru da fırlatabiliriz. 
        Fikir ve hayallerimiz ne kadar şahane bir hayal veya fikir olursa olsun sonucuna da katlanmalıyız ya acı keder ya da tatlı bir yemek yemiş gibi. İşte bu iki duygunun hınca hınç bastırılmasından doğar iş baskısı sendromu. Sürekli bu duyguların varlığını hissetmek ve bu duygularımızın diğer duyguların üzerine bastırması. Hınca hınça bir iç savaş bir yorgunluk bitkinlik bıtkınlık hali. 

14 Nisan 2018 Cumartesi

TOP TOP TOPİ TANEM

     Yüzünü her markete çevirdiğinde iştahı duyguları ayakları her biri o tada doğru ilerliyor. Şiddetle aşırı bir istekle krize de girmiş gibi bu yüzden durmamalı hemen almalı. Onu ayıplamayın hayatınızın bir döneminde siz de onun gibi yapmışsınızdır.  Tutkulu bir aşık gibi sarılmaca budalaca bir eylem gibi aslında abartılı da gelebilir aslında. Ama ''Ben bu tat için ölürüm,'' diyor. Her ağzının içini doldururken.  Ne de olsa o bir obur ne de olsa onun canı çekmiş.  O diline sürdüğü şeyden emin olduktan sonra o dişleri arasında sıktırdığında bitirmeden de bırakmaz. Bıraksa gözlerini diker susar.  Onu bir çocuk gibi ister. Çünkü o bir çocuk. Onun aşırı isteğini gören annesi de şaşırmaz hemen istediği tattan bir tane ağzına verir. Onu ayağa kaldıran onun gönlünü yapan ve annesi içinde akıllıca bir plan gibi annesi onu çocuğunun ağzına verir. Bu kez kendisi konuşur. O bilir eğer ki o tadı çocuğun ağzına vermezse kendi tadı kaçacak. Ağzının içini dolduran o tat çocuğunun ağzının içinde durmadan dönüp duracak ağzı boş kalmayacak o ağzında iken ağlamayı inlemeyi unutur. O onlarcasını da yiyebilir. Onu annesi kaç kez denedi eğer ki ağzı boş kalırsa yavan hemen ağlamaya başlar. Annesi peki o zaman ne yapacak? Nereden bulup çıkaracak? Hemen çantasından bulup çıkaracak. Annesi çocuğu çocukta annesini kaç kez denedi.  Peki neye benziyordu bu tat? Karamelli mi? Kremalı mı? Üzerinde kaymak gibi jölesi var mı? Altında üstünde bisküvisi var mı? Üzerinde ince tel tel çikolata veya granül mü serpiştirilmiş? Hiçbiri çocuğun yediği başka bambaşka bir şeydi. Zeytin gibi taneli o dili ile didik didik eder ağzının içinde eritir ve tutar. Onun dilinden ağzının içinden kurtulamayanlarda dişleri arasında parçalanır ve o kara delikten aşağı iner gider.  Her bir tanenin üzeri güneş gibi parlar. Fazla tatlı her birinin içinde de gizli bir şey saklı. İçi de kahve sıcak çikolata gibi berraklığı ise sadece dışında o ağzının içinde devinip durdukça o parlak ışıltısı da çikolatası da iç kısmına karışıyor ona o tadın çılgınlığını lezzetini yaşatıyor. Bu kez dilinin üzerinden git gitgide daha hızlıca kaydı aşağılarla indi. O dolan midesinde belki yüzlerce top top tane tane vardı o kesik kesik soluyarak konuşurken ağzının içinde kelimelerle birlikte neredeyse tane tane çikolatalarda dökülüyor o sözleri de o tatlarla karışınca acayip de güzel sözler ağzından tatlı tatlı çıkıyor. Şimdi de doymuş olmalı ki üstüne bir bardak su istiyor.



13 Nisan 2018 Cuma

GIDACININ MAMUL TAHLİLİ

 Market reyonunda bir ürün ilişti gözüne ilişir ilişmez de eline aldı. Çikolatalı mı? Dolgu maddeli mi? Bisküvi de var mı? İçini açmadan da anlayamazdı. Adı her ne olursa olsun o tadını merak ediyordu. Elinde tuttuğu mamul küçük kısa parmak kadar selefondaki görüntüsü ise, içi sarımsı amber rengi dışı pütürlü kaplamalı. Ancak burnuna doğru selefonunu koklayınca o içinden yayılan koku o olağanüstü baştan çıkarıcılık içindeki ayrıntıları gölgede bırakıyordu. Onun zihninde en sıra dışı, en gizemli, en haz verici numaralara dönüşüyordu . O aldığı kokuya ‘’Hindistan Cevizi,’’ dedi. ‘’Ayrıca içinde kakao bisküvi ve aromanın değişik kokuları da karıştırılmış egzotik bir tat verilmiş.’’ Dedi. Hem de bütün bunları üç defa burnuna doğru selefonu çekerek koklayarak tahlil etti. O kokunun verdiği duyguyla henüz tadına bakmadı. İçini açıp görmedi. Nasıl bir şey olduğunu bilmiyordu. O andaki bir gıdacının koku alma duygusunu kullanarak, çocukken tadından hoşlandığı şeylere de dayandırtarak. Ancak koku alma duyusu oldukça da güçlüydü. Bu nedenle kesin ve net içindekileri bildiğine de karar verdi.  Dışından biraz daha baktı öylece daha sonra ‘’Hiç kimse benim kadar güçlü tahminde bulunamaz,’’ dedi ve kasaya yöneldi. 
O önceden tatmadığı tadı tatmak için selefonu açtı. O tadın önünde bir kral gibi eğildi, kibarca selamladı ve bir kerede de ağzına aldı. Olduğu yerde de kalakaldı. Bu tat bambaşkaydı.  Titredi heyecanlandı, ateş bastı, üşümüş gibi ürperdi. Onu dişleri arasında bile ezmek bitirmek sonunu getirmek istemedi. O tat ağzında iken onun havasını atmak kendi ayaklarını yerden kesen o tatla birlikte adeta kendini havaya savurmak istedi. Ama dudakları ağzının içindeki tadın bittiği söyledi. Birden bire gerildi. O tat dudakları dişleri damağı arasında ne çabuk tükendi. Isırmak için ağzını araladı fakat yoktu. Hepsini tek bir kerede ağzına atmıştı. O da sanki elinde varmış da ısırmış gibi ağzını tekrar kapadı.   

MİRAÇ GECESİ NELER YAPILMALI


 Miraç Gecesi Recep ayinin 27.nci gecesidir. Yatsı namazından sonra 12 rek’at namaz kılınır. 2 rek’atte bir selâm verilir. Her rek’atte 1 Fâtiha-i Serîfe, 10 Ihlâs-i Serîf okunur. Namazdan sonra; 100 defa"Sübhanallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber, ve lâ havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil azim" 100 defa istigfar, 100 defa salâvat-i serîfe okunur.
10 gün 100 defa "Sübhanallahü hayyül Kayyum"
10 gün 100 defa "Sübhanallahü ehadüs Samed"
10 gün 100 defa "Sübhanallahü gafurur Rahiym" zikirlerini yapmak sevaptır.
-Kur'ân–ı Kerim okunmalı; okuyanlar dinlenmeli, uygun mekânlarda Kur'ân ziyafetleri verilmeli, Kelamullah'a olan sevgi, saygı ve bağlılık duyguları yenilenmeli, kuvvetlendirilmeli.
- Peygamber Efendimiz (s.a.v)'e salât ü selâmlar getirilmeli,
Kaza, nafile namazlar kılınmalı; varsa o geceye ait nakledilen namazlar, onlar da ayrıca kılınabilir; kandil gecesi, özü itibariyle ibadet ve ibadette ihsan şuuruyla ihya edilmeli.
- Tefekkürde bulunulmalı; "Ben kimim, nereden geldim, nereye gidiyorum, Allah'ın benden istekleri nelerdir? Gibi konular başta olmak üzere hayatî meselelerde derin düşüncelere girmeli.
- Geçmişin muhasebe ve murakabesi yapılmalı, ve şimdinin ve geleceğin plân ve programı çizilmeli.
- Günahlara samimi olarak tevbe ve istiğfar edilmeli. Bol bol zikir edilmeli,
- Mü'minlerle helalleşilmeli; onlarla irtibatımız cihetinden rızaları alınmalı.
- Küs ve dargın olanlar barıştırılmalı; gönüller alınmalı; kederli yüzler güldürülmeli.
- Kişi kendine ve diğer Mü'min kardeşlerine hattâ isim zikrederek dualar etmeli.
- Üzerimizde hakları olanlar aranıp sorulmalı; vefa ve kadirşinaslık ahlâkı yerine getirilmeli.
- Yoksul, kimsesiz, öksüz, yetim, hasta, sakat, yaşlı olanlar ziyaret edilip, sevgi, şefkat, hürmet, hediye ve sadakalarla mutlu edilmeli.
- O gece ile ilgili âyetler, hadîsler ve bunların yorumları ilgili kitaplardan ferden veya cemaaten okunmalı.
- Dini toplantılar, paneller ve sohbetler düzenlenmeli; va'z ü nasihat dinlenmeli;
- Kandil gecesinin akşam, yatsı ve sabah namazları cemaatle ve camilerde kılınmalı.
 -Vefat etmiş yakınlarımızın, dostlarımızın ve büyüklerimizin kabirleri ziyaret edilmeli; iman kardeşliğine ait sadakati yerine getirilmeli.
-Hayattaki manevî büyüklerimizin, anne ve babamızın, dostlarımızın ve diğer yakınlarımızın kandilleri bizzat giderek veya telefon, faks yahut e–mail çekerek tebrik edilmeli; duaları istenmeli.
- Bu kandil gecelerinin gündüzlerinde mümkün olduğunca oruç tutulmalı


12 Nisan 2018 Perşembe

KADIN ESNAF

 Bayan arkadaşlara iş fikri olarak yardımcı olur diye düşündüm. Bu gün TRT Belgesel den youtube de izledim. Çok hoşuma gitti. Kendime ait bir yer açmak isteyenlere. Eşime ailem destek olmak istiyorum diyenlere,  

O SIRADAN BİR TAT


       O sıklıkla yediğimiz damağımızda buluşturduğumuz tat. Hiç bir şey olmuyor mu? Sadece sessizlik öyle mi? O tat damağından geçerken midene inerken hiçbir duygu gelmiyor mu? Gözünün önüne bir hayal hiç kimse görün mü yor mu? Oysa o tat tropikal ormanlardan kakao ağacının yaprakları arasından kopup gelen bir tat. Fakat yiyen kişiyi sessizleştiriyor. Onun duygularını harekete geçirmiyordu. Bir bakıma bu da üreticiler için bir işaretti. Onların gözünden kaçan içine duygu katılmamış bunu da işaret ediyordu. O tat dil ve dişleri arasında dönerken boğaz deliğinden bir nehir gibi akıp ilerlerken onu alıp sürükleyip başka diyarlara da götürmediyse. Bakın onu yiyenin tam çaprazında bir kız çocuğu duruyordu. O kız elinde bir başka tat taşıyordu. O tat o kızı nasıl da kıvama getiriyordu. O tat kız ve hazzın son noktası nasılda üçü bir arada buluşuyordu. Genç kız onu ağzına aldı dili ve damağı ile buluşturdu. Şimdi hep birlikte bir akıntıda sürükleniyormuş gibi tıpkı başka bir kayığa da binmiş gibi  öyle de sürüklendi kızın boğazından kayıp gitti.  


11 Nisan 2018 Çarşamba

BİBERLİ SICAK ÇİKOLATA


    Çikolata Bisküvi ile ilgili film ararken. Çikolata adlı bir film buldum izledim. Filmde de böyle de bir tarifle karşılaştım paylaşmak istedim. Biberli sıcak çikolata. Tatlıyı da acıyı da seviyorsanız  ikisi bir arada neden olmasın dediğiniz anda buyrun tarifine.

Malzemeler(2-3 bardak)
200 gram bitter çikolata
400 ml süt
120 ml su
1 adet çubuk tarçın
1 tatlı kaşığı şeker
1 adet ince kıyılmış acı kırmızı biber
Biberleri suyu şekeri tarçını bir tencereye koyun ve pişirin. Şurup kıvamına gelince suyun rengi sarımsı şıra rengini alınca ateşten alın. Şurubu süzgeçten geçirin. Oda sıcaklığında ılımasını bekleyin. 
Çikolataları ise, benmari usulü eritin; Eritmek istediğiniz şeylerin içinde bulunduğu kabı ısıya dayanıklı başka bir kap içine oturtarak ve suyu ısıtarak yavaşça eritilmesidir.
Eritilmiş çikolataların üzerine ısıtılmış sütü ilave edin. Karıştırın. Karışımı bardağınıza alın şuruptan istediğiniz miktarda ilave edin. Biberli sıcak çikolatanız hazır. 
Gülümseten çikolata

10 Nisan 2018 Salı

ŞEHRİN IŞIKLARI


      Her evde bir ışık yanıyor. Saat sabahın beşi altısı her evde bir telaş. O işyerleri devasa makineler bir günün ertesi sabahında onları tekrar işe çağırıyor. O marketlerden heyecanla alıp da tükettiğimiz ürünleri kimler üretiyor? Tahmin edin bir işçi günde kaç kez kaç pakete ellemişti. Fabrika kaç ton o mamulden üretmişti? Sizin gözleriniz marketten o ürünü almak için ışıl ışıl parlar onu üreten işçilerin de gözleri uykusuzluk ve yorgunluğun kızıl ateşinde alev alev yanar.  İkisi de ışık biri keskin kızgın soluyarak gürleyerek yorgun esmer kara gözler. Diğeri ve albenisi olan bir ışık. Birisi evleri tıkırdatan tencereyi fokurdatan, diğeri de vitrinlerde göz dolduran tabelalarda bir bayrak gibi asılı duran markalı poşetler.
        İşçi kenti işçileri ise işi ve evi arasında evcimen sakin bir hayat sürüyordu.  Sokakları merdivenleri kokutan koku da onlardan geliyordu. O koku ki hiç bisküvide çalışmayan birinin bile evinin en diplerine kadar sokuluyordu.  Market çalışanı mamul ürünleri tek tek kutularından çıkarıp reyonlara tek tek diziyordu. Fabrikada üretim sorumlusu günlük paket sayısını hesap ediyordu. Bir gün boyunca ve her gün üretimin sırtımıza yüklediği yük. Öyle de alışmışız öyle de dalmışız ki bu görüntülerin içine. Sanırsınız ki hepsi de tek bir merkezden de yönetiliyormuş gibi. Bu işlerin hangisi üstün? Hangisi kariyerli? Hangisinin işi daha zor? Diye de düşündüğümüzde elbette işçinin işi daha zor. Üretim ve gece uykusuzluğu onun üzerinden geçmiş işin sorumluluğunu da almış üstelik. Peki günlük ne kazanmış? Günlük hesaplamanın kazancının düşük mü? Yoksa yüksek mi? Olduğunun tartışmasını bile yapmanın yararı yoktu. Çünkü kimse buna uygun olumlu bir cevap veremezdi. Sadece kadınların erkeklerden daha az çalışıp emekli olabileceği yasalarla öngörülmüştü. Ayrıca bu tüm iş kolları içinde geçerliydi. Üstelik ellerinde yıpranma paylarının hangisini çok yıprandığını ölçen bir cetvelleri de yoktu.
          Kapının eşiğine varabilmek. O vakte kadar da çalışabilen kadın erkek de kim o eşiğe gelirse o vakitte devlet güvencesi altında olacaktı. Bu sonuca varmak için bütün gün bu faaliyetlere katılmak çalışmak yorulmak gerekliydi ki prim üzerine primler, yıllar, yığılsın biriksinler. Emekli olabilecekler için bir de yaş sınırı vardı. Yaşa takılanlar ise bu faaliyet ve uğraşlarla daha uzun süre vakit geçirecekler. Daha erken ölenler ise o emekliliği mezarda görecekler. Daha çok bu işlerle baş başa kalacaklar aynı sisteme dahil aynı sistemin bir işçisi olacaklar. Peki bir şeylerle meşgul olma, çalışma, gitme, öyleyse vakit nasıl geçer? Diye düşün. Bir de böyle düşün.  Evinin kapısını açarken, buzdolabının kapısını açarken, işyerinin kapısını açarken, üzerine ceketini paltonu giyerken, boğazına sıraladığın lokmaları sayarken, yatağına yatarken bir de böyle düşün. 


9 Nisan 2018 Pazartesi

HAYATIMDA YENİ BİR SAYFA

       Bundan böyle bir daha gözlerimi eskisi gibi geçmişime götürmeyeceğim. Geçmişin sayfalarını da çevirmeyeceğim. Bu gün için ne yazacağımı da düşünerek şimdiki olduğum konumda kendimi yazacağım.

     Böylece hayatın kitabını yeniden almaya okumaya koyuldum. Sonra tekrar o kızdığım ulaşmak isteyip de ulaşamadığım şeyler geldi aklıma. Tekrar cümlelerim ikiye bölündü. Bu yüzden de yazılarım yarım kalıyor. Zevkince yazımı yazamıyor cümlenin sonuna o muhteşem noktayı koyamıyordum. Çünkü cümleler ve yaşadıklarım bana beni övüne övüne böbürlene böbürlene kendimi anlatma fırsatını vermiyorlardı. Evet bazılarınızdan çok daha iyi yaşadım. Belki gereksiz bu kadar geçmişe takıntılı olmam. Şunu da açıkça da söylemeliyim ben bu şehirde doğduğum ve yaşadığım için minnettarlığım da çoktu. Daha da kötüsü beterin beteri olan işsiz güçsüz avare insanların olduğu yerleşim yerleri de vardı. Bilinçsizce geçim derdinin zorunluluktan mecburiyetten küçük yaşta yapılan bir eylem fakat bu gün bana bir düzen kurdurmuştu. Benim gibi pek çok kadında düzeneğini kurmuştu. Ama şaşırtıcı olan ne biliyor musunuz? Gençliğinizden bu günleri de göremiyorsunuz. Bu nedenle de o duygular derinlerde saklı kalıyor. O eksiksiz bilgiler yüreğinizde bu hafızanızda kalıyor. Bu arada hafızamla da övünebilirim. Ne zaman bu bildik konular aklıma gelse ne zaman bir koku bir doku ben yine eski ben bir can sıkıntısıdır alıp götürüyor beni. Böylece o derinlerde kalan ukteler temel istekler de gün yüzüne çıkıyor. Yüreğimin derinliklerinde ne görmek istiyorsam. Çok az insan destekler belki bu gün bunları çünkü geçmişe de mazi derler. O zaman denilen şey ‘’Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç bu öyle bir fasıldır ki ey ömrüm nasıl geçersen geç.’’ Bazı şeyleri imkansızlaştırıyor. Tam da senin olmak istediğin yerde ve kıvamda işte olmak istediğin yerde olamamak bu da daha fazla seni kışkırtıyor zihnin senin üzerindeki baskılarını o basmakalıp cümlelerini daha fazla tekrar ettiriyor. 

8 Nisan 2018 Pazar

ÇALIŞMAK DELİKANLILIĞI BOZAR


       Sen sadece o kemikli ellerini aç ve bisküviyi kucakla. Bak kuzeyden esen rüzgarda o kokuyu getiriyor. O bisküvinin kokusunun iş önlüğünün içinden vücuduna geçmesine de izin ver. Çünkü o bisküvinin kokusunu almış oralarda çalışmış kızlar Karaman sokaklarında baştan aşağı salına salına yürüyorlardı. O bisküvinin ucuna yapışan o fenere tutunan kızlar zorlaşan hayatın yerine yaşamlarını daha da estetik esnek hale getirerek hayatlarına bir anlam ve mana veriyorlardı. İtiraf etmem gerekirse benim de yaşantım pek iyiye gitmiyordu bu işe girmeden önce. Hayal kırıklığı ekonomik boşluk, tamam fazlaca iş senin eğlenmene gezmene tozmana izin vermiyor üstelik sana işçi de diyorlar ama. Ekonomi, dünya koca bir işveren bunu da düşününce tek dişi kalmış canavar misali hayata karşı duruşumu o tek dişimle bile hayata saldırmak ekmeğimi kazanmak da bana düşer. Başkalarının sözlerine de takılı kalmadan. Aklı olan çalışır genç olan sağlıklı iken çalışır. Çalışmak delikanlılığı da bozmaz üstelik değer katar. Üstelik tek başına da değilsin kalabalık bir ordu gibi.
       Çalışmak çok güzel üstelik ay sonunda vezneden maaşını da alırsın. Köyden taşımalı bile gelmene gerek kalmadan burada ev tutar veya bir arkadaşınla birlikte misafir gibi kalırsın. Arada bir de köyüne gidersin tatile gidermiş gibi. Çalışanlara büyük hayranlık duy. Bak çalışmayanlara cepleri delik gençliklerinin kaba sermayesini kullanmıyorlar neymiş fabrikalarda geceli gündüzlü çalışmak delikanlılığı bozarmış. Hatta bu sözü annesinin koruması altında onun getirdikleri ile beslenirken söylüyor. Tam açıklayamadığı söyleyemediği şey tembelliği kendini de beğenmiş olmanın verdiği bir hava iş beğenmemesi yüzünden hayatla da anlaşmalı gibi oturduğu yerden. Bir de ülke ekonomisi hakkında söylemleri ahkam kesişi var.  Enflasyon kontrol altında tutulamıyormuş her gün zam her gün zam. Kendi gerçeğine takılı kalmayıp piyasaya karşı takındığı tavır. Hiç hoş değil ne de işin gidişatından ne de piyasalardan. Ama kendi halinden kendi takındığı tavır kendi kendine içi güven dolu özgüveni tavan yapmış. Annesi var iken annesi onun bakımını üstlenmiş annesin de kabul edebileceği bir türden değil oğlunun davranışı fakat o da aile içinde kendinden kaynaklanan bir soruna meydan vermeden işi çözmek istiyor. Evladının kendisine karşı saygısız bir cümle de kurmasına izin vermeden. Ama gençlerin kabul edeceği bir şey değil. Çalışanın değerini kıymetini bilmek anlamak ancak çalışırsa hissedebilir. Ancak iliklerine kadar terleyecek o kokuyu burun deliklerinin içi hissedecek. Hemen bunları duyan arkadaşı ''Çok şükür benim çocuğum öyle değil. Bu gence de yazıklar olsun yetkin yaşı ile hala annesinin eline bakıyor.'' Arkadaşları onu da fabrikaya işe çağırmış ''gel bize takıl bize demişler,'' fakat o hiç oralı bile olmamış.


7 Nisan 2018 Cumartesi

DİLİNİ KONUŞTURAN TAT


Her bir öğrenci köşede bekliyordu. Ders sona erdiğinde böylede kısıtlı bir bütçeyle böylede bir ruh durumunda kendisi de açlığını yatıştıracak kendini geliştirecek iyileştirecek bir tat bekliyordu. Bereket ki kimya sınavında arkadaşına yardım ettiğinden küçük bir ödülü hak edecek kadar bir beklentisi de vardı. Tam da beklentisini söylemek üzere iken arkadaşı elinde o çok sevdiği tat ile ona yaklaştı. Kendisine verdiği yardımı ödüllendirmek için almıştı. Tam da onun aklından geçirdiği şey. Şimdi her ikisi de açlıklarını giderebilirdi. Birkaç dakika sonra açlıkları yatıştığında da o akıllarında biriken şeyleri konuşacaklar daha doğal olup bütün konuları daha rahat birbirlerine anlatacaklar. 
O ise hala bütün bunları nasıl konuşabildiğini düşünüyordu. Sevdiği kıza başka kızların eleştirdiği yönlerini umulmadık bir şekilde anlatıyordu. Konuşmanın türünü dahi değiştiren o yedikleri tadın içinde de saklı olan küçük incelik ne idi? Öyle de şaşılacak şey ki dairesel küçücük ki onun içeriği hakkında konuşmalar da doğal olarak niteliğinden ortaya çıkıyordu. Kendi kendine doğal olarak ortaya çıkan dilini sürükleyen, dilindeki akıntı o tadın hızı ile utanılacak konulardan bile o tatla kendi hızını da yarıştırır gibi dili de bir akıntıya kapılmış sürükleniyordu.
    Elinde de kalan son tane dilinde de bin tane gibi. O elindeki son poşeti de kızlar gibi ince ince tane tane soyup yedikten sonra en son taneye gelmişti. Her birini de tane tane ağzının içine boşaltırken o zihninde canlandırdığı şeyler de aklına gelen şeyleri de bir bir boşaltıyordu. Her birini tıpkı poşetin içindekileri ağzının içine de döker gibi döküyordu.  Bu tablo o ve elindeki tat ve onun dilinin çözülüşü birbirinden uzakmış gibi önemsiz bir şey miydi? Hayır o ikisi bir araya gelince bir bütün gibi, sen de dene. Ne yapmak istiyorsan yap. Yapacağın şey tam da aklından geçen şey ne ise? Her biri dişlerin ile dilin arasında dağılsın ufalansın ezilsin parçalansın yok olsun havada savrulsun o kelimeler onunla birlikte bir bir dağılsın.
          Öğle arası da bitti. Her biri de sınıflara dağıldı. Yediği o tadın damağına verdiği lezzet ve o lezzetin doruğunda onun dilinin dışarı fırlattıkları. Acaba o yediği bisküvinin kremasının içinde gizli olan şey mi ona söyleyemeyeceği şeyleri dahi söyletmişti? 

6 Nisan 2018 Cuma

BEYAZ MELEK

SEVGİNİZİ ASLA YARINA ERTELEMEYİN, O YARIN BELKİ HİÇ OLMAYABİLİR.

    Filmin Oyuncuları: Mahsun Kırmızıgül, Arif Erkin, Cezmi Baskın, Yıldız Kenter, Erol Günaydın, Fadik Sevin Atasoy
Senaryo ve yönetmenliğini Mahsun Kırmızıgül'ün yaptığı film. İnsana has duyguların işlendiği başından sonuna gözleriniz nemli seyredeceğiniz derinden etkileneceğiniz olağanüstü bir dram. Huzur evinde unutulmuş görmüş geçirmiş  insanlar ve yaşanmış uzun hayatlar. Duygu o kadar güzel işlenmiş ki duygu yoğunluğuyla izlerken, izleyenleri saf ve temiz haline götüren ve izleyenlere vicdan muhasebesi yaptıran bir film. Kırsal kesimde ve büyük şehirlerde yaşlı ana babalara saygı farkındalığını da anlatıyor. Filmin konusu ve verdiği mesaj bu. AYRICA bir grup insanın bir grup insana duyduğu aşkın ve sevginin hikayesini de anlatıyor. Aşkın ve sevginin hikayesi. Sevginizi asla yarınlara ertelemeyin  o yarın belki hiçolmayabilir diyor.
Senaryo çok güzel seçilen mekanlar özellikle Tuz Gölü ve civarı,oyuncular müzik süper. Bu sebeple filmin her noktasında filme bağlanıyorsunuz. Bir de anlatılanların ve gösterilenlerin gerçek olduğunu bilmek. Filmde rol alan büyük usta sanatçılarımızın bir çoğunun da artık hayatta olmadıklarını bilmek.
Film harika,muhteşem bunu aldığı ödüllerle kanıtlamış. En İyi Yabancı Uluslararası Film ödülü ve yönetmen ödülü. Ayrıca  yaşlı ve bakıma muhtaç  kimselere sağlık yerinde bakım hizmetlerini içeren bir kanun hükmünün yer almasına ön ayak olmuş. Beyaz Melek Yasası. Beyaz Melek filmini izlemenizi kesinlikle tavsiye ediyorum.


ELİNDEN KAÇTI


Arkadaşı onun elindeki Bende'yi istedi lakin onun da vermeye hiç niyeti yoktu. O gerçek bir çikolata hayran olunacak bir tat tam dilinin ucuna kadar getiriyor ve tekrar dili ile içeri çekiyor. Arkadaşı ondan istemeye devam ediyordu. Kıskançlıkla, büyük bir atılımla elinden alıp kaçacak kadar da büyük bir cesaretle. Ne var yani alıp kaçamaz mı? ‘’Gönül, diyor al kap elinden ve dört nala da kaç uzaklaş.’’ Çünkü arkadaşı her zaman onu kıskandırmak için aynı şeyleri yapıyor. 
Tam onun gözünün önüne getirip yiyor. Kendisi de öyle yapacak tıpkı onun gibi onun elinden alıp kaçacak tam köşeyi dönünce sakin sakin yiyecek. Sonra o tadı da yemiş biri olarak okuluna gidecek. Bunu yapmak zor değil tabi ki, aradan fazla zaman da geçmeden de dediğini yaptı. O tadı da yedi. Sonra derse girince de onun nasıl da keyifli olduğunu tahmin edebilirsiniz. 

5 Nisan 2018 Perşembe

HAYAL GÜCÜNÜN ÇILDIRMASI


         Hayal gücünün çıldırması sonucu böyle bir mamulün ortaya çıkmış olması doğru olabilir miydi? Çünkü tüm hammaddeler doğru kullanılmış tek tek seçilmiş gibiydi. Leylakların bahçe çiçeklerin ağzının içine bir bir dökülmesi  dilindeki o kekremsi tadı alıp renkli kelebekler gibi ağzının içinde damağında oraya buraya şuraya lezzetlerini bir bir yerleştirmesi Ve ağzımın içinde o aromalar bir oraya bir buraya kaçışması o  kokunun ve tadın son hazzının zerrelerinin damağımda buluşması. Bütün bunlar tanıtım ve reklam için falan filan gibi basitçe söylenecek şeyler de değildi.
      Nereden geldiğini bilmediği bir fikir fırtınası sonucu bir rüzgar esmiş böyle bir mamul doğmuş. Körpe yavru gibi küçücük bir şey. Fikir sahibi ‘’Birden elimde parladı ve havalandı. İkisi de aynı anda oluştu sanki,’’ Diyor. Tam da tatların birleşenlerinin yoğunluğunu yitirdiği bir anda duygularımda mor sarı mavi renklerin heyecanını yitirdiği bir anda nereden geldiyse bir pencere açılıyor ve fikir doğuyor. Bu bir güzellik adını ne koyarsan koy, ‘’Adını sen koy,’’ ağızları açıkta bırakan bir şey. O özenle serpiştirilmiş lezzet ve tatlar. Sen onu yerken sen değilsin senin havanı dahi düzenleyen seni düzenleyen şey. Oysa sen de onu yerken dişlerinin arasında bir çırpıda koparıp parçalayıp ikiye ayırırsın ki tam o anda içindeki çiçek koku ve dokularının diline değdiğini hissedersin. Cömertçe sunulan bir tat senin havanda gümüş renginden birden maviye dönüşür. Damak tadı da vardı sende ve o tadı damağınla da hissedersin. ‘’Adını sen koy öyleyse, adı ne olmalı?’’ Onu hangi tatla yarıştırmalı?  Ne diye reyonlara koyulmalı? Öylesine dolu dolu söylenmeli ki onu yiyenin hayatı da dünyası da duyguları da ikiye bölünmüş gibi olmalı. O kalbinden fışkıran şeyleri dahi sana söylettiren o içinden geçen gerçekleri hep bu tat ah ‘’Bende.’’ ‘’Bende,’’ demek için.



4 Nisan 2018 Çarşamba

PETİBÖR

   Bisküvi de kendini ispatlamış bir çeşittir. Diğerlerinin arasından çıkmıştır fakat halk onu yükseltmiştir.  Küçük şeylerden mutlu olan herkese, büyük bir hayranlık duyacağı eskilerden kalma bir damak tadı. Ağızda bıraktığı etki ona geçmişini de hatırlatır. Hayatını mana ve anlamını küçük şeylermiş gibi yiyeni de coşturur. Ağzını bir açıp kapayana kadar bitiveren bir tane değil bir yığın gibi bir araya gelen ve kendileriyle ilgilenecek, alacak ve tadacak meraklılarını bekler. 


   Kalabalıklaşınca kaba büyük bir pakete bürünen ve yine eskileri de hatırlatan eski bir anı defterinin yaprakları gibidir her biri, her bir adedi. Tek tek değil toplu olarak da satıldığı için birbirlerine ilettikleri kokuları toz zerrecikleri o poşetin içinde değersiz kalmış fakat yine yiyen kişi onları da israf etmeyecek diliyle yalayacak ve paketin içini parlatacak. O tadın etkisiyle de kendini parlatacak. Tertemiz pırıl pırıl bir iç huzur kendini de temizlemiş olacak. Öyleyse bu tat geçmişten günümüze de geldiğine göre uzun yıllarda gönüllerde taht kurduğuna göre o bir halk kahramanı. Evet o bir kahraman.  Bir zamanlar Anadolu’nun bağrından çıkmıştır. İnsanların damağında o zamandan bu zamana kadar o duyguyu tat alma hissetme haz alma duygusunu da insanların dilleri ve damaklarından o küçücük şey çıkarmıştır. 
        Şimdiki tat ve lezzetlerin başlangıç noktası da bu çeşittir. Üreticileri onun geçmişiyle bu günü bir araya getirmiştir. Esasında üreticiler her iki nesli de birleştirmek için onun üzerinde çalışma yapma gereği de duymamışlardır. Tadan kişi zaten birden bire ister eski ister yeni nesil nasıl olsa müzikli bir tutku gibi bir takım hımm hımm şeklinde sesler çıkartarak buluşmuştur. Birbirlerininkine benzeyen hırıldama ve mırıldanmalarla masal ülkelerinin o renkli prens ve prensesleri. Hüzünlü anıları da daha tatlı yeni çağın bu günün melodilerini de dilleri söylemeye başlamıştır. O tat da halkın gönlünde yer almaya devam etmiştir.












GERÇEKLER SADECE GERÇEKLER


      Gerçek hayatta pratikte işsiz, istifa etmiş. O bir kral. O bir hükümdar fatih kendine hükmediyor. Gerçek hayatta ise ailesine bile bakamıyor. Ailesini geçindirmek zorunda olduğunu unutmuş. Onun parmağına zorla takılmış yüzük gibi ailesi de onun sırtında bir yük. O ki delikanlılığın kölesi. Çalışmak gece gündüz fabrikalarda çalışmak ki delikanlılığı bozar. Dudaklarında edebi sözler ilham verici derin sözler dökülüyor. Gerçek hayatta uyguluyor mu desen? O da yok. Sözcüklerle uğraşmak çalışmak, zorunda kalmak hiç biri ona göre değil. Öyleyse o da karısının fabrikadan getireceği paranın karısının emeğinin kölesi durumunda.
        Ama az sonra veya ileriki zamanlarda o da dersini almış da ediyor ezber olacak. O içinde unuttuğu, uykuya yatırdığı beni, tembellik uykusundan uyanacak. O uydurduğu bahaneler ardına saklandığı günlerden utanacak. O bahaneleri de kalmayacak. O şimdi kartal kanatlı bir solucan ki o kanatlarından da haberi yok.  Mutlak hayatın güzelliğinin çalışmaktan geçtiği çalışmazsa bir tas tuzlu çorbanın bile gelmeyeceğinden haberi yok. 
       Hayal etmesi eğlenceli olsa da yazın Akdeniz akşamlarında mehtabı seyretmesi, o günler de bir gün sona erecek. O temmuz sıcağının ardından da kış gelecek. Gerçekten de karısı onun elinden tutmasaydı evin geçimini de sağlamasaydı bu evlilik bağı da çoktan kopmuştu. O kadın otuz altı yaşında mavi iş önlüklü, beyaz tülbentli, ayakları terlikli kadın. Kadının evin yükünü taşıdığı evliliği için kendini feda ettiği de unutulmamalıydı.  O kadında elbette yorgun olurdu. Onunda içinde çalışmaya karşı isteksizlik boş veya dolu hayalleri o kadının da olurdu. Ruhunda dolaşan açmaya çalışan çiçekler fakat onun içinde yanıp sönen isteklerine karşı bir de gerçekler vardı. Hayatın gerçekleri para kazanmanın evine ekmek getirme gerçeği. Bunun yöntemi çalışmaktan geçerdi. Fabrikalar gerçeği. Gerçekten Karamanlı kadınların çok çabuk aydınlanmasının önünü de açan bir gerçek. Yoksa kadınlar bu tür evliliklerinde de başarısız kolsuz kanatsız kalırdı. İşsizliğin getirdiği yük onu da vurur evliliği yürütme içgüdüsü de olmazdı. Çoğu insanı ekmeğinin azlığı, azıklarının azlığı fabrikaya gitmelerini engeller. Tamam doğru azığımız az önemli olan hiç yoktan da iyi olması. Önemli olan geçmişi tarihi hatırlamak. Önemli olan ileriki zamanlarda da kendimizi nereden nereye geldiğimizi görmek. Tekrar dön bir de şimdi bak işine. Hayatının giriş gelişme ve sonu cümlesinden oluştuğunu da anla ve sonuca gel. Gel de nasıl gelirsen gel ortasını ne ile doldurursan doldur. Önemli olan sonuca gelmek hayatına son noktayı tam yerinde koyabilmek. 

                               


GÖRÜŞÜRÜZ HOŞÇAKAL

KENDİNE İYİ BAK
   Sosyal hayatta çokça söylenen ''Görüşürüz,'' kelimesine dilimi alıştırmaya çalışıyorum. Son zamanlarda kim bulduysa konuşma diline kim kazandırdıysa, belki de sosyal ağlar sayesinde geliştirilmiştir belki de insanların sosyal yaşamlarına dayalı gözlem ve deneyleri sonucu ortaya çıkmıştır kim bilebilir? Lakin ben bu ''Görüşürüz'' kelimesini çok seviyorum. Çünkü başı da sonu da umut vaat ediyor. Umutta bir sıcaklık esenlik vardır tekrar görmek istemekte de bir arzu bir daha gel görüşelim. 
Ya ''Hoşçakal demek,'' sonu belirsizdir uzakta kal olduğun gibi kal der gibi.
''Kendine iyi bak,'' ta bunlardan biri kişilerin ağızlarından dökülüveren. Sahi bu kelime ne manaya geliyordu. Çözümleyemedim. Ne manaya geliyordu. Meraklıydım hemen internete baktım ''Kendine iyi bak, ben yanında olmayacağım kendi başının çaresine bak olur ki bir gün geri dönersem seni iyi bulmak istiyorum. Kendine iyi bak vicdanları rahatlatmak için diline gelip de söyleyemedikleri için son elvedadır kendine iyi bak.'' Aslında bu tek taraflı cümleyi kullanmak istemiyorum.  İnsanlar zaten birbirlerine karşı önyargılı kendileri de bir can sıkıntısı stres içinde yaşıyorlar konuşmasını içten gelen bir görüşürüz kelimesi ile taçlandırmak karşısındakinin moralini yükseltmek bence de en güzeli.