İşinin
erbabı kızlar hoplaya hoplaya işi yoluna koyuyorlar. Başka ne yapabilirlerdi
ki? önlerindeki iş. Yapmasa üstüne kalacak olan iş. Sonra güvenebileceği bir alan. Bir gece
boyunca onları fabrikada koyan sabah güneşle birlikte evlerine yollayan iş.
Kimse bu memlekette iş yok diye
söylenemez. Kapısı açıktır girene girip de çalışmak isteyene. Bu sektörden bana ne? Bisküvi
fabrikalarından? İçindeki ses de öyle söylüyorsa ya da ‘’Dışı seni yakar içi
beni yakar,’’ diyorsa öyleyse sesli konuş, konuş ki anlaşalım, tartışalım,
kolaylaştıralım, güçleştirmeyelim, müjdeleyelim nefret ettirmeyelim. Rızık
kapına arkasından sövmektense yüzüne konuş sonra nankörlük etme başka bir
şansın olsaydı böyle de konuşamazdın, hemen de giderdin, demek ki başka bir şansın
da yok. Benim için bizim için iş açmış adamlar. İşi verenler.
Haklısın. Haklıyım tabii, aklını
başına al da öyle konuş, ama bana öyle geliyor ki her gönülde de ister ki rahat
bir iş, her gönül de de bir aslan yatar misali o zaman o aslanı nereden
bulacaksan oraya git. Aklına koyduğun
gönlünde yatan aslanı bulmaya git burada boş boş kendi kendine fısıldayıp
durma.
Bu bisküvi işi ki garipler sofrası.
Gariplere çaresizlere kimsesizlere yoksullara onlara göre de iş. Bırak
insanları istedikleri işte hoşlarına gidenler girsin çalışsın o yoldan ekmeğini
kazansın. İş hayatının bu sektörün selameti için arının kovanına çomak sokma.
Niye? Çünkü yine sana bu fabrikalardan nimet yağacak yemeğin bu fabrikalardan
olacak. Ama girip girmemek de tekrar sana kalmış.
İşini sev işine önem ver
işine sarıl tıpkı bir annenin çocuğuna sarıldığı gibi öyle de sarıl. Mesela ben
öyleyim. İşyerime geldin mi işime kendim ailem tüm çalışma arkadaşlarım ve
şehrim için sarılıyorum. Öylede seviyor sarılıyorum işime, neden? Yemek
saatinde yemek önüne konulmazsa aç kalacağımı bildiğim için işime sarılırım.
Neden? Hepimizin bu işyerlerinde çalışmak için bir amacı var ev geçindirmek,
evlenmek o kadar çok ki bu amaçlar ve hepsi de farklı yollara giden ama o farklı
kapılar da ancak çalışırsan açılır. Neden? Çünkü hepimiz bir ekibiz çalışma
arkadaşlarıyız işçiler, amirler, ustalar, memurlar patronlar hepimiz bu
bisküviden ekmek yiyoruz. Hepimiz bir geçim mücadelesi içindeyiz.
Rahatsızsın biliyorum. İçindeki kurtlar, sepetinde çok az azık var
biliyorum, ama bu da yeter olana rıza gerek. Buna da şükür gerek.
Böyle ol işte işine dört elle sarıl sonra istediğini alabilirsin,
sıkışacak olursan da avans alırsın, sonra ödersin. Onlar ki işçilerinden
ellerinden gelen bazı şeyleri kısmak istemezler. Çalıştırdıkları işçilerinden
bazı şeyleri sakınmazlar. Daha fazlası? Bilmiyorum. Asgari ücret yetmiyor
mu? Daha fazlası? Biraz daha fazlası
işverenin insafına kalmış ben olsam veririm de çünkü kimseye karşı ahirete kul
borcu ile gitmek istemem.
‘’Benden sana bu kadar, binlerce işçi eğer ki istediklerini
onlara verirsem sabahları tırlara yükleyecek mal kalmaz. Ben sadece günlük
karnınızı doyurmanıza ve sırtınızdaki yükü taşımanıza yardım ederim. Bu
kadarıyla da kul borcumu ödediğimi sanırım ve ben hiçbir çalışanıma karşı
borçlu kalmak istemem.’’
Bazı işverenler işçilerin yanında yer
alıyorlar onlardan hiçbir şeylerini esirgemiyorlar.
Herkesin olaya bakış açısı farklı
sorgulaması tuhaf bana ne lazımcılık olmaz. İşçiler yıl sonu maaşlarına
yapılacak zam miktarını konuşmaya başladılar. ‘’Sorun sadece para değil.’’
Diyenler kendilerini işyerinde mutlu olup olmadıklarını sorgulayanlar,
kendilerine değer verilmediğini ayrıca sosyal haklardan, haksızlıklardan,
kıdemli işçilerin kıdem farkını yeterince alamadıklarından, asgari ücrete zam
miktarının azlığından, geçinemediklerinden, kısa tuvalet molalarından,
yemeklerden, makine ve fırın hızından şikâyetlerin ardı arkası kesilmiyor.
Fabrikayı fabrika yapan biziz, bisküviyi üreten, o tat ve lezzeti veren biziz,
Kavgacı değiller işlerini büsbütün kaybetmek niyetinde hiç değiller. İşçiler ne
kadar karamsar bir tablo çizseler de işverenler de işçilerin söylediklerinin
bazılarında gerçek payı olduğunu biliyor.
Her yılbaşı zamlarında tekrarlanan
tatlı vuruşma gelir gider, hesaplar, ederler tatlı sürtüşmeler. Birbirlerine
ekmek veren hizmet eden birbirlerini sürükleyen terazinin iki kefesi,
birbirlerinin elinden tutan sonra da bir anda bırakıveren iki ahbab en iyisi
onları kendi hallerine bırakmalı.
İyi olurdu işçilerin talepleri yerine
getirilseydi. İyi olurdu elbet. O zaman
da yeni talepler başka almak istedikleri ihtiyaçları olurdu.
En iyisi karşılıklı alıştıkları
hayatta öylece bırakın onları. Üç günlük şu dünyada alışmışlar alıştırılmışlar,
içinizden sövmeyin bak, bazı şeylere içinizden sövmeyin, konuşun sesli konuşun,
tartışın, fikir ve düşüncelerinizi anlatın.
Haydi dokunun birbirinize,
dokunmazsanız, konuşmazsanız, anlayamazsınız birbirinizin derdini, beş, on,
yirmi yıl birlikte çalışanlar aranızda kavga çıkartacak konular, bir yığın
sorun ve problemler gelmiş geçmiş olabilir. ‘’Ben yirmi yıldır bu işyerinde
çalışır dururum onunla bununla şununla alışverişler kavgalar, neredeyse
gençliğimden beri tanıdığım insanlar, çalıştığım iş, işyerimin her yerini adım
adım bilirim yine de burada kalmak isterim azığımı burada hazırlamak. Herkese
yetecek kadar iş var burada bu memlekette sonra kendi memleketime dönerim. İstersem
burada da kalabilirim.’’
Aklıma gelmişken şu ölümlü dünyada bir
babalık yapın kadın çalışanlar anneler için onların yaşam koşullarını
kolaylaştırmak sosyal problemlerini durdurmak yaralarına merhem olmak için
gönüllü işverenler, yasaların ailelerin çevrenin yetişemediği yerde.
Öylece başka da sözüm yok. İşi veren
sizlersiniz şükür, iş durursa, düşün bir kere eve ekmek götüremeyeceğini düşün
evdekilerin ağlayışlarını duymak istemediğin halde duyar gibi düşün. O zaman
öyleyse her iki tarafta sarılın birbirinize, dokunun birbirinize, konuşun
birbirinizle, arkalarınızdan söveceğiniz yerde.
Bu bir gönül işidir aşk işidir sevda
işidir. Bu bir idealdir. İçimden geldi yazdım. Kendi azığımı hazırlarken
duyduğum, yaşadığım sancılar, anladığım bildiğim kadarıyla ve işimden ayrılmış
olmanın verdiği bir rahatlıkla, evimde bilgisayarın başında, işten eve evden
işe gittiğim saatlerin üzerinden hoplayarak geçtiğim ve geri dönüp gördüğümde.
İşinize sarılın dört elle sarılın, saldırır gibi sarılın, belki şu an
şimdi anlayamazsınız tam ne demek istediklerimi ama inandığım şeyi ortaya
koymak için tam söylemek istediklerimi,
Hala bisküvi kokusunu alıyorum. Hissediyorum o kokuyu. Böylece de
anladım ki yazmakla da olmuyormuş bazı şeyleri hissetmekte lazımmış o fabrikaya
girdiğin an ki o koku başka türlüsü de olamazdı zaten hemen içeri girince
alırdın o kokuyu.
Bütün işçiler gidecekler bir bir işyerinin çevresinde dolanacaklar içine
girecekler ve sonunda gidecekler. O fabrikalar bir başka iki bacaklıyla
işlerini yürütecek. Patronlar yaşlanacak kel kafalı olacak. Sonra hep birlikte
ahirete göç edecekler orada hesaplaşacaklar. Günahlarından ağırlaşanlar
sevaplarıyla hafifleyenler. ‘’Kim zerre kadar iyilik etmişse onun mükafatı görür
kim zerre kadar kötülük etmişse onun cezasını görür.’’ Zilzal süresi 7-8
ayet.
Madem ki herkes ölecek kim kimin arkasından iş çevirdiyse yarın gün
yüzüne çıkacak o zaman Allah’ın ve kulların önünde o mahşer gününde ne görmek
istediğini göster insanlara.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder