27 Eylül 2017 Çarşamba

SABAH İŞ ÇIKIŞI SENDROMU


           Bayan işçiler sabah gruplar halinde servisten indi. Kalabalık kızlar her biri bir sokağa girdi kızlar seyrekleşti. Kızların sesleri tek tek  seyrekleşti. O kişi ise de hayata karşı ilgisiz bir tavırla kendinden de geçmişken birden karşısına çıkana ilk ''Günaydını'' da o dedi. Canı oynak ve mutlu olmak istermiş gibi birden neşeleniverdi sonra içinde bulunduğu hava onu boğuyormuş gibi küçülttü gözlerini açtı açtı kapadı. Vücudu taze ve uysal kendisi de hayallerinin onu avuttuğu yerde, birden aniden kendisi oluveriyor sonra da içindeki dalgalar onu sertleştiriyor içine kapanmış kuvveti kesilmiş sinirli bir  hale geliveriyordu. Düğüm düğüm bağlanmış işi ile arasında ki bağ çözülmüyor çözemiyordu kendisini.  
      Mevsim sonbahardı birden kendisini sonbaharın mis gibi temiz havasının serinliğine bırakıverdi. Sonra ellere varda bize yok mu? Gibisinden canı sıkılmaya başladı ellerinin ayaklarının yorgunluğunu hatırladıkça yavaş yavaş hırçınlaşmaya kaba kalın ve karanlık sesler çıkarmaya başladı. Bu ses neyin sesiydi yalnızlığın sesi. Yalnız kalınca kalabalıktan ayrı tek başına yalnızlaşınca içindeki istekler adlandıramadığı daha henüz adını koyamadığı istekler ona baskı uyguladığında onu dengede durutmayan ona şiddet baskı uygulayan ve onu içindeki benden korkmuş vaziyette kükreten bağırtan sesler. Ürkek ve bağırgan. İçindeki benden kurtuluş bekler fabrikada grup halinde arkadaşlarıyla olan beraberliğini özler. ''Bu hayat beni boğuyor bilmem bana neler oluyor?'' İçindeki sesleri duymamak için çok çabuk kendi benliğinden uzaklaştı yol arkadaşı, fabrika arkadaşı, kader ortağı arkadaşını bulması onunla keder birliği etmesi gerek acil. Çok acil. Onu kuvvetten düşüren içindeki benden, içindeki kurtlarından kurtulması gerek hemen facebook da sayfa çeviriyor rastgele sayfalar dışa dönük sayfalar, ilahi, dini yazıların olduğu sayfalar, kendisi de sanki cehennemlik olmuş gibi bağırıyor o sayfalar arasında gezinirken hemen çıkıyor o sayfalardan ruhu hala onun bildiği yerlerde gezmiyor canı çok sıkkın ruhu çırpınırken ona eziyet verirken o da birine çatmamak için özel çaba sarf ediyor.
       Ya o mutluymuş da mutlular gibi çayırda çimende gezenler. Kaderin hangi kapısından dünyaya giriş yapmışlardı acaba? Sanki o da bu dünyadan değilmiş gibi sanki cehennemde kendisi de cehennemlik gibi dolaşıyordu. Duyduğu acı ve karamsarlık tablosu içinde gezinip durmaktayken kendisi de bomboş sokaklar da yollarda gezinmekteydi
         Uzaklara baktı çok uzaklara ''Ey ömür, Dante gibi ortasındayız ömrün.'' Şehrin orta yerinde bir parkta sırtını banka dayadı. Oturdu. Vücuduna sabahın serinliği çarpıyordu hafif serin havada güneşte yeni çıkmış terlikli ayaklarını ısıtıyordu diline birden sevda şarkıları geldi. Müzik onun dilinden anlıyordu. Sesi uykusuzluktan kalınlaşmış üstelik kısıklaşmış bazen bir horozun sesine benzerken o da müziğin ritmine kendini kaptırmıştı bile.
        Yıllarca önce duyduğu bu şarkı şu an onu coşturuyor yeni bir güne hazırlıyordu. Şarkının  söz ve melodisine göre o da kendisini hayata hazırlıyordu. Herşey yavaş yavaş onun içinde şekil alıyordu içindeki tutsaklığı onu boğan hayatını karartan karanlık düşler onda özgürlüğe kanat çırpan bir yelkenliye dönüşüyordu. 
        Ani bir hamle yaptı ve kendi kendine güldü. Birden bire yüksekten yuvarlanarak aşağı düşen bir taş gibi kendi kendine, kendi etrafında  dönen bir dönence ile birden döndü arkasına da baktı kimsecikler yoktu. Çünkü arkasına da baksa önüne de baksa her yerde kendisi vardı.
      Nedir bu ya nedir bu? Saatlerdir içimde dolanan bir türlü kendimi bulamıyorum kendi benliğimi.
          İşini mi düşünüyorsun orada yaşadıklarını? 
        Sinirden gülerek ''Başka ne olacaktı? Yarın yine iş her gün iş, başka hesap kitap yapmama gerek yok, hep iş,'' gözünün ucuyla da yoldan gelip geçen insanları gözlemledi onları düşündü. Sonra sustu çünkü hala kendisini tartıyordu neredeydi? Ne yapması gerekiyordu? Neye inanması?  Neyi hala yapması gerektiği bir türlü sonunu kestiremediğinden bu hesap işlerinin içinden de çıkamıyordu. Nasıl bir sonuç bekliyorsun? Kaç yıldır çalışıyorsun?
        Çalışmam lazım çalışmam daha çok çalışmam lazım, masraflar, ederler, gelirler, giderler bunları söylerken de huzursuzdu peki ama neden hep hesaplar ederler masraflar üzerinden düşüyorsun ki neden hep rakamlar üzerinden hayatına şekil veriyorsun ki
       Bu rakamlara bulaşmak hesap kitap işleri insanı deliye çevirir. Sen en iyisi bu hesap kitap işlerine kör bak fazla o taraflara kaydırma gözlerini başka şeylere de çevir o zaman o sayılar, ederler, fiyatlar aklından uçup giderler. Yani şu senin canını sıkan seni kızdıran rakamlar. Üstelik senin karnın da aç aklını toplayacak güçte değilsin.
         Çalışmam lazım çalışmak diyorsun ya aslında geleceğine de milim milim yatırım yapıyorsun kendini geleceğe hazırlıyor kendini ölene kadar varlıklı  hale getiriyorsun. Bu yetmez mi kafi değil mi? Senin rakamlarla mücadele etmen için. Hemen bırak işi bırakmış gibi düşün öyle davran bakalım yarın işin yokmuş gibi, o zaman ne yapacaksın? Kendisi, kendi kendine zafer kazanmış bir edayla ''Doğru,'' dedi. Bunu o söyledi bu ses ondan çıktı. Tekrar sustu önündeki gideceği yol çok çetin ve sabır isteyen bir yoldu. ''Kim bu sarp yokuşu çıkmış da kim oradan meyve yemiş ki hepsi yorgun üstelik ölü gibi hareket ediyorlar veya ölmüş de ağlayanı yok gibi,''
       Bir de şöyle bak hayata  bu taraftan benim baktığım taraftan bak. ''Üzüm üzüme baka baka kararır,'' bak o üzümlere de üzme kendini, bak eğer fazla bakmazsan o üzümlere işte o zaman hayatın ipini kaçırır hepten üzülürsün. Bulamazsın. Yiyeceğin yemekleri tavuk dürümü ve üzerine koyacağın közde pişmiş biberi, soğanı piyazı, marulu, turşuyu, düşün şimdi karnın açta ondan bunlar burnuna buram buram tütüyor. Önce yemek yiyelim sonra hangi safta duracağımızı düşünelim. Aklımız karışık iken yemek yemeden de olmaz. 
       Yarın önümüze konulan iş, yine yarın herkes işten koşuşacak meyve veren bir ağacın (fabrikanın) altında durup yavaş yavaş işten güçten konuşacak. Orada o ağacın altında   
       Kendini biraz daha sessizleştirdi  işten çıkalı henüz bir saat olmuştu. Onun içinde kaynayan ateş de sönmüştü  kendi kendine ''Zavallı,'' dedi. Neden bu duygular içindesin? Karnın aç da ondan hemen burnuna gelen tavuk dürüm kokusuyla da tekrar kalp dilini konuşturarak aç değil misin? İyi ama dün akşamdan beri bir şey yemedin. Vücuduna bu işkence yapıyordur. Vücudunu besle o da yesin yazık ona, kendine eziyet etmen bu yüzdendir. Yemek yemezsen vücudun senin yükünü nasıl çeksin, hem bedensel hem de ruhsal eziyet etme kendine, yemek ye yemek de yemezsen o vücut seni yarı yolda bırakır. Sen bedenini düşünmeyip can sıkıntınla ilgileniyorsun oysa o can sıkıntısını veren de senin bedeninin açlığıdır. Onu besle doyur onu. Hemen bir dürümcüye gir hemen ye, ayıp bir şey de yapmıyorsun ki el içinde yemek yemekle, gizli yenecek yerler de var ama olsun, sen hemen şu karşında duran masaya otur ve ye. Ye ki iç sesin sana daha çok bağırmasın. ''Peki'' dedi ve en yakın bir masaya yumuldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder