Kadınların
kaderi burada şekerli su ile yazıldı.
Kadının her fabrikaya gidişinde ve dönüşünde. Hiç evinde oturmayan
kadınların. Onlar ki yürüyen kadınlardı oturanlardan değildi. O iki arada da
koşturup duruyordu. Hiç boş durmuyordu. Git gel, git gel, yat kalk git gel, yat
kalk git gel.
O, onlar
bizler, sizler hep birlikte bu işi yürüteceğiz.
Onlar ki o işi
kendilerinden öncekilerden annelerinden, ablalarından, teyzelerinden ödünç
aldılar. Geri de vermeyecekler. Kendinden sonra gelenlere devredene kadar da
bırakmayacaklar. Bazıları da nereye kadar götürebilirlerse nereye kadar
giderlerse bırakacağı zamanı da bilmeden yola çıkmak ve koyuvermemek işin
ucunu. O zaman dilimi içinde de işlerine
gözü gibi kendi işi gibi bakacaklar göz kulak olacaklar.
Daha başka ne
yapsın? Gidip gelenlerden oradan gidenlerden emanet aldığı iş, emanet aldığı bisküvi,
fırınlar, makinalar ve üzerlerinde iş önlüğü başörtüsü ve kokularıyla evlerine
dönerken. Kendilerini kokutan akşama kadar da bedenlerinin suyunu çıkartıp terleten
onları bisküvinin aromasıyla koklatan ve renklerini bir kağıt gibi sarartan kaderlerinin
de yazıldığı bir kağıt. Alın yazısı. Kendilerini iki kat yapıp yattıkları
yatakları ve iki kat katlayıp kaldırdıkları iş pantolonları ve çiviye astıkları
iş önlüklerini içine doğru iğneledikleri başörtüleri ‘’Unutmam ben bu günleri unutmam’’
Unutsam bile
benim yanımdan kokulu kolonyalı kızlar geçtiği an bana o günleri hatırlatır.
Her işinden ayrılan çıkan unutmamıştır bence. Onun çıkmasına sebep olan şeyleri
de unutmamıştır bence. Ya ötekiler,
eteklerinin, dillerinin ve ellerinin altında sakladıkları bir yığın sırlarıyla çıkmayanlar
o ipi göğüsleyenler. Çünkü onlar ambar doldurma derdindeydi. Yazın gölge hoş,
kışın ambar boş dememek için. Fabrika işyeri demek onlar için ekmek kapısı ki
onlarda kendilerini o kapıya çivilemişti.
Doğru, günlerimiz
hep öyleydi. O günlerde iş önlüğümüzü çiviye asıyor çividen alıyorduk ve
kendimizi de işyerine çivi ile tutturmuştuk. Kendimize işyerinden eve evden işe
ikiye de bölerek bir de yeşil yol yapmıştık. Babalarımız şapkası ellerinde kapıda
bizi bekliyordu. Bize işten kaytarmamızı çalışmamızı söyleyen büyük annemiz
dahi kapıda bekliyordu. ‘’Dizginlerinizi elinize alın ve çalışın.’’ Biz de öyle
yaptık sonra da bir ara durup kendimiz baktık bir şeyler beynimizin içine
sokuluyor o eskinin izinde ve sonraları hepimiz de o eskinin izinde külleri
arasından yeniden doğuyorduk. Her bir eski de kazandığı gücün demir kısmından
bir ucunu da bize veriyordu.
Kendisinin
kendine yaptığı silah, gümüş kadınlar takımıyla birlikte onların katkısı ve
yardımıyla o da elinden geleni yaptı ve kendi geleceğini de hep birlikte
onların arasından çıkardı. O tuttuğu bırakıvermediği dizginler. Hep birlikte,
öyleyse ‘’En arıkları, beceriksizleri, safları, garipleri onları da yanınızda
götürün hiç değilse onlara da göre de bir iş vardır orada, onlar da bir işin
ucundan tutar. Bunu da alın, bunu da benim çalıştığım işyerine alın, onu da
servise alın, birlikte gider birlikte dönersiniz. O da evinin yükünü taşıyor, o
da orayı kendi evi bellesin.’’
Birlikte
yola çıkıp birlikte iş tuttuğu kız, o da işinin başında durdu, daha sonraki
yıllarda onu görenler de o arık saf kişinin önünde şapka çıkardı. O kişinin
babası da ‘’Vallahi falan filan demeyin hiç vakit kaybetmeyin söyleyin ilan
edin herkes gelsin, gelsinler çıkanlar dahi geri gelsinler buradan kendilerine
azık edinsinler. Kızlar sandıklarına çeyizler edinsinler, sandık doldursunlar gelsinler
buyursun gelsinler.’’
Belki evin
yolunu işin ucunu iyi beller bırakmazlar işlerini kendilerine bir güç silah
bellerler. Sonra kimsenin kendine bakmadığı zaman geldiği zamanlar…
Şimdi aradan yıllar geçti. Hepimiz bir arada
yürüyoruz. O iş ki onları parçalayıp bölüp birer diyarlara atamamış o iş o koku
hala onların üzerinde. Hayat devam ediyor. O bisküvi kokuları da hala
burunlarına geliyor o küllerinden eskilerden yeniden alevlenen dumanlar kel
başlardan ak saçlardan mavi sular fışkırıyor
su yolunu buluyor, herkes ne amaç edindiyse,
ne olmak istediyse, herkesin içinde de bir güneş doğuyor, içlerindeki ışık
evlerinin duvarlarına vuruyor, her evin bacası tütüyor. Ellerindeki güç herkes de
iz bırakıyor, gençler de bizi örnek alıyor bize bakıyor.
Sen de bu
işin izini sürmek ister misin?
Ben de o
işin izini sürmek isterim?
Bu işi benden ödünç almak ister misin? Bisküvi
işi yapacaksın bisküviyi selefona sarıp sarmalayacak kutulara dolduracaksın. İş
senin kolunu da boyunu da uzatacak. Bu öyle bir iş ki yüzünü ağartacak şapkanı
yukarı fırlatacak.
Bana oraya işçi
alımı yaklaşınca haber ver de söylediğin işe ben de gireyim. Ben de hayat trenini
hepten kaçırmayım, ben de o işin izini süreyim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder