29 Aralık 2017 Cuma

BAYANLARA GÖRE İŞ












               GÜÇLÜ KADINLAR TAKIMI
       Kadınların kaderi burada şekerli su ile yazıldı.  Kadının her fabrikaya gidişinde ve dönüşünde. Hiç evinde oturmayan kadınların. Onlar ki yürüyen kadınlardı oturanlardan değildi. O iki arada da koşturup duruyordu. Hiç boş durmuyordu. Git gel, git gel, yat kalk git gel, yat kalk git gel.
          O, onlar bizler, sizler hep birlikte bu işi yürüteceğiz.
        Onlar ki o işi kendilerinden öncekilerden annelerinden, ablalarından, teyzelerinden ödünç aldılar. Geri de vermeyecekler. Kendinden sonra gelenlere devredene kadar da bırakmayacaklar. Bazıları da nereye kadar götürebilirlerse nereye kadar giderlerse bırakacağı zamanı da bilmeden yola çıkmak ve koyuvermemek işin ucunu.  O zaman dilimi içinde de işlerine gözü gibi kendi işi gibi bakacaklar göz kulak olacaklar.
        Daha başka ne yapsın? Gidip gelenlerden oradan gidenlerden emanet aldığı iş, emanet aldığı bisküvi, fırınlar, makinalar ve üzerlerinde iş önlüğü başörtüsü ve kokularıyla evlerine dönerken. Kendilerini kokutan akşama kadar da bedenlerinin suyunu çıkartıp terleten onları bisküvinin aromasıyla koklatan ve renklerini bir kağıt gibi sarartan kaderlerinin de yazıldığı bir kağıt. Alın yazısı. Kendilerini iki kat yapıp yattıkları yatakları ve iki kat katlayıp kaldırdıkları iş pantolonları ve çiviye astıkları iş önlüklerini içine doğru iğneledikleri başörtüleri  ‘’Unutmam ben bu günleri unutmam’’
        Unutsam bile benim yanımdan kokulu kolonyalı kızlar geçtiği an bana o günleri hatırlatır. Her işinden ayrılan çıkan unutmamıştır bence. Onun çıkmasına sebep olan şeyleri de unutmamıştır bence.  Ya ötekiler, eteklerinin, dillerinin ve ellerinin altında sakladıkları bir yığın sırlarıyla çıkmayanlar o ipi göğüsleyenler. Çünkü onlar ambar doldurma derdindeydi. Yazın gölge hoş, kışın ambar boş dememek için. Fabrika işyeri demek onlar için ekmek kapısı ki onlarda kendilerini o kapıya çivilemişti.
        Doğru, günlerimiz hep öyleydi. O günlerde iş önlüğümüzü çiviye asıyor çividen alıyorduk ve kendimizi de işyerine çivi ile tutturmuştuk. Kendimize işyerinden eve evden işe ikiye de bölerek bir de yeşil yol yapmıştık. Babalarımız şapkası ellerinde kapıda bizi bekliyordu. Bize işten kaytarmamızı çalışmamızı söyleyen büyük annemiz dahi kapıda bekliyordu. ‘’Dizginlerinizi elinize alın ve çalışın.’’ Biz de öyle yaptık sonra da bir ara durup kendimiz baktık bir şeyler beynimizin içine sokuluyor o eskinin izinde ve sonraları hepimiz de o eskinin izinde külleri arasından yeniden doğuyorduk. Her bir eski de kazandığı gücün demir kısmından bir ucunu da bize veriyordu.
         Kendisinin kendine yaptığı silah, gümüş kadınlar takımıyla birlikte onların katkısı ve yardımıyla o da elinden geleni yaptı ve kendi geleceğini de hep birlikte onların arasından çıkardı. O tuttuğu bırakıvermediği dizginler. Hep birlikte, öyleyse ‘’En arıkları, beceriksizleri, safları, garipleri onları da yanınızda götürün hiç değilse onlara da göre de bir iş vardır orada, onlar da bir işin ucundan tutar. Bunu da alın, bunu da benim çalıştığım işyerine alın, onu da servise alın, birlikte gider birlikte dönersiniz. O da evinin yükünü taşıyor, o da orayı kendi evi bellesin.’’
         Birlikte yola çıkıp birlikte iş tuttuğu kız, o da işinin başında durdu, daha sonraki yıllarda onu görenler de o arık saf kişinin önünde şapka çıkardı. O kişinin babası da ‘’Vallahi falan filan demeyin hiç vakit kaybetmeyin söyleyin ilan edin herkes gelsin, gelsinler çıkanlar dahi geri gelsinler buradan kendilerine azık edinsinler. Kızlar sandıklarına çeyizler edinsinler, sandık doldursunlar gelsinler buyursun gelsinler.’’
         Belki evin yolunu işin ucunu iyi beller bırakmazlar işlerini kendilerine bir güç silah bellerler. Sonra kimsenin kendine bakmadığı zaman geldiği zamanlar…
        Şimdi aradan yıllar geçti. Hepimiz bir arada yürüyoruz. O iş ki onları parçalayıp bölüp birer diyarlara atamamış o iş o koku hala onların üzerinde. Hayat devam ediyor. O bisküvi kokuları da hala burunlarına geliyor o küllerinden eskilerden yeniden alevlenen dumanlar kel başlardan ak saçlardan  mavi sular fışkırıyor su yolunu buluyor,  herkes ne amaç edindiyse, ne olmak istediyse, herkesin içinde de bir güneş doğuyor, içlerindeki ışık evlerinin duvarlarına vuruyor, her evin bacası tütüyor. Ellerindeki güç herkes de iz bırakıyor, gençler de bizi örnek alıyor bize bakıyor.
          Sen de bu işin izini sürmek ister misin?
          Ben de o işin izini sürmek isterim?
          Bu işi benden ödünç almak ister misin? Bisküvi işi yapacaksın bisküviyi selefona sarıp sarmalayacak kutulara dolduracaksın. İş senin kolunu da boyunu da uzatacak. Bu öyle bir iş ki yüzünü ağartacak şapkanı yukarı fırlatacak.

         Bana oraya işçi alımı yaklaşınca haber ver de söylediğin işe ben de gireyim. Ben de hayat trenini hepten kaçırmayım, ben de o işin izini süreyim. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder