13 Aralık 2017 Çarşamba

BEN KİMİM? SAFİYE Mİ? MELİKE Mİ? CEMİLE Mİ?

         Bir kapı açılıyor bu bir iş kapısı o öyle de bir kapı ki açılmaya da devam ediyor her o kapıdan girenin de hayatı değişecek diye düşündüğümüz, gelen kim? İşe yeni giren vasıfsız donanımsız bir işsiz mi? Bir köylü mü? Bir garip mi? Çaresiz mi? Dul mu? Evli mi? Genç kız mı? Okumuş mu terk mi? Sadece bir işçi yaşlıca bir işçi, Safiye onun yanında çocuk kalıyor fakat o kişi de acemi, Safiye’de onun yanında usta, işyerinde Safiye’nin yaşında kızlar var usta yaşlı kadınlar var. Yaşlı acemiye, saygın bir iş kuşatmasıyla birlikte birbirlerine karşı değiller daha çok yardımlaşma çünkü onlar büyüğümüz. Zamanında bisküvi işçiliği vardı da onlar mı gitmedi? Bizim çağımızda bize denk gelen bizimle akran bisküvi üstelik her türlü öğretici var burada sen hangi dersi almak istiyorsan bin bir türlü kitap, bin bir kapı, sen hangisini aralamak istiyorsan. Gel bakalım, kapımız açıktır girene girip de çalışmak isteyene.
          Birbirinin arasında yabancı hiç tanımadıklarının arasına sokulup gidenler. Tanımadığı kimselerle aynı servise binip aynı işyerine gidenler, gözünü kaldırıp gözünü ucuyla birbirlerine bakanlar, umudun esintili heyecanı, kapılar açılıyor kapılar kapanıyor. Kızlar işletmeye dalıyor kapalı bir alana bir telaş hengama ve kargaşa ortamı gibi ben kenardayım gizlice kenarda unutulmuş gibi onlardan ayrı tarafta onlardan ayrı tutulmuş gibi gözlerimi o kargaşa içine kalabalık içine daldırıyor onları gözlemliyorum. Çavuş çağırıyor orada bana da bir iş veriliyor. Kızlar yanıma geliyor. Sevgi ve iyimserlik havası içinde işin yoğunluğunu ve ilk günün heyecanını örtmek istermiş gibi gülümseyerek yatıştırıyorlar beni. Ellerimi tek tek bisküviye elliyorum bisküviler tek tek değil sıralı bir biçimde yanımdan geçiyorlar onu tutmalıyım yakalamalıyım, salmamalıyım ama nasıl yakalayacağımı bilmiyorum. Öğreneceğim. Bedenim uyumsuz ellerim yanacakmış gibi kayıtsız kalmış gibi bisküvinin gidişini izliyorum.  Sonra çavuşun sözlü saldırısına hedef olmamak için kollarımı kaldırıyor bisküvi tutmaya yakalamaya çalışıyorum.
           Gece üzerimizdeki acemiliği alıyor biraz daha işe doğru öteliyor. O dolambaçlı gibi görünen işler onu boğan floresan lambasının ışığı, onu boğan üstüne üstüne gelen yük, onu boğan binlerce iş gibi onu kendine getiren gecenin ışığı ve gecenin yansıttıkları onu harekete geçiren, burada bireysel hareket yok ortak hareket edilecek, ortak birbirimizin eylemlerine ve yine birbirimizin hareketlerine tutuklu kalmış gibi birbirimizin ayak izini izlemek zorunda olduğunuz bir iş modeli üzerimizde ki o ağır yükü baskıyı da hemen kaldırıp atıveren bir birlik içinde.  O üzerimizdeki ağırlığı o bilindik acemiliği üzerinizden çekip çıkaran bizim kaderinizi yazgınızı değiştiren, bizi kımıldatan önümüze yeni kapılar açan göğsünüzden, aklınızdan geçenleri dahi bir 
başkasına aktarabilen bir güç elde ettirebilen o boğulmaya ramak kala bir anda size neşeyle sarıveren ki o katlandığınız şeyler içinde buraya mıhlanır kalırsınız. Her kapı açılıp kapandığında her girip çıktığınızda bir kırbaç yemiş gibi de olursunuz dillerden şakıyan ve sırtınıza vurulan bir kırbaç içinizde kıpır kıpır durmaz yerinde konuşmak karşılıklı ve size atılan sözlere karşılık vermek onları kendinden uzaklaştırmak. Kırgınım kırılıyorum. Burası bir işyeri mi? Yoksa savaş alanı mı? Bir sıcaklığın ardından gelen serinlik bin bir suratlı insanların gövde gösterisi hangi suratımla görüneyim size hangi suratımı görmek istersiniz ayrıca.  Her bir bisküviye adlarını yazdırmış kızları kadınları düşünüyorum, eteklerinin dizlerinin altında neler sakladıklarını veya dilleri ile dişleri arasında çok cepheli ve dimdik anneleri düşünüyorum, saklayın beni ya da ben size karşı hangi yüzümü takınayım söyleyin bana akıl verin. Saklanıyorum öylece korunuyorum. Çünkü ben acemiyim hayatın içine yenice fırlatılmış bir top. Benim henüz yeni bir elbisem yok. Ben de burada sizler gibi ekmeğimi kazanmaya geldim savaşmaya, dalgalarla boğuşmaya beni usta olmaya, ustalığa çevirin alın üzerimdeki acemilik hırkasını. Ben tek başına iken oraya buraya sallanıyorum kendimdeki donanımlarımı da göremiyorum.  Ama burada kızlar akranlarım etrafımı çevirirken ben artık tek ben değilim aynı zamanda parçalara bölünüyorum, bildiklerim de bana ait değil öyleyse onlar kimin? Sahip olduğum ustalık kimin Safiye’nin mi? Melike’nin mi?  Cemile’nin mi?  O floresan lambasının ışığı altında eğilirken doğrulurken iğneden ipliği geçirip de birbirimiz üzerinde işleme işleyen birbirimize uygun kumaştan elbiselere diken kim? Bazı şeylere evet bazı şeylere hayır diyen kim? Bir silkinebilsem kendimi bulabileceğim ben kimim?
        Benim bir hedefim var emekli olmak sırf bu amaç için bisküvi fabrikasına girmişim aynı hedefe birbirimizin ışıldamasıyla da hafifçe tüylenmiş palazlanmış olarak geleceğimi görebiliyorum. Kendimi meydanlarda parklarda şehrin her yerinde benim olmayan bir suratla, demek ki onlar benimle, demek ki mekan değişikliğe onlardan ayrılmama rağmen onlar ben de bağışıklık yapmış tenime işlemiş elbisemi süslemişler ben onlar olmuşum. Beni bıçakla kesen titreten, birleştiren, bölüştüren kıyama rükuya eğiltip doğrultan sonra da dilimi söylettiren görüntüleri yok hatları silinmiş ama aslında benim içimde içime işlemiş benimle bütünleşmiş olan beni donatan güzel insanların izlerini de görüyorum. Onların yüzlerini buluyorum kendimde emekliler bir emekli evinde toplanmış çalışanların başında bir diğeri de nöbet tutuyor. Burada değişikliğe uğramayan kimse yok burada birbirine bağışık bağımlı insanlar var. Ama ben hala bisküvinin yanan fırınlarının ateşinde kavrulurken son nefesini verirken dahi bisküvinin ateşinde de kavrulmak yanmak istermiş gibi o kapıların açılmasını ve kapanmamasını diliyorum. Şehrin en kıyı ucunda evinin en ücra köşesinde oturan dahi buyursun gelsin bu bisküvi kokusunu içine çeksin kendi şalvarının uçkuruna bir anahtarlık yapsın onunla açmak istediği kapıyı açsın diye.
          Şimdi de tembellik ve umursamazlık çöküyor üzerime çarşı pazar yerinde insanları umursamazsa sürtünerek geçiyorum aranızdan kimse kimseyi tanımak zorunda değil veya bedenleri içindeki kimlikleri bilmek zorunda değil. Mavi sarı yeşil kıyafetliler. Ben illaki önlüğümün rengini ararım o renkten hoşlanırım.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder