10 Nisan 2018 Salı

ŞEHRİN IŞIKLARI


      Her evde bir ışık yanıyor. Saat sabahın beşi altısı her evde bir telaş. O işyerleri devasa makineler bir günün ertesi sabahında onları tekrar işe çağırıyor. O marketlerden heyecanla alıp da tükettiğimiz ürünleri kimler üretiyor? Tahmin edin bir işçi günde kaç kez kaç pakete ellemişti. Fabrika kaç ton o mamulden üretmişti? Sizin gözleriniz marketten o ürünü almak için ışıl ışıl parlar onu üreten işçilerin de gözleri uykusuzluk ve yorgunluğun kızıl ateşinde alev alev yanar.  İkisi de ışık biri keskin kızgın soluyarak gürleyerek yorgun esmer kara gözler. Diğeri ve albenisi olan bir ışık. Birisi evleri tıkırdatan tencereyi fokurdatan, diğeri de vitrinlerde göz dolduran tabelalarda bir bayrak gibi asılı duran markalı poşetler.
        İşçi kenti işçileri ise işi ve evi arasında evcimen sakin bir hayat sürüyordu.  Sokakları merdivenleri kokutan koku da onlardan geliyordu. O koku ki hiç bisküvide çalışmayan birinin bile evinin en diplerine kadar sokuluyordu.  Market çalışanı mamul ürünleri tek tek kutularından çıkarıp reyonlara tek tek diziyordu. Fabrikada üretim sorumlusu günlük paket sayısını hesap ediyordu. Bir gün boyunca ve her gün üretimin sırtımıza yüklediği yük. Öyle de alışmışız öyle de dalmışız ki bu görüntülerin içine. Sanırsınız ki hepsi de tek bir merkezden de yönetiliyormuş gibi. Bu işlerin hangisi üstün? Hangisi kariyerli? Hangisinin işi daha zor? Diye de düşündüğümüzde elbette işçinin işi daha zor. Üretim ve gece uykusuzluğu onun üzerinden geçmiş işin sorumluluğunu da almış üstelik. Peki günlük ne kazanmış? Günlük hesaplamanın kazancının düşük mü? Yoksa yüksek mi? Olduğunun tartışmasını bile yapmanın yararı yoktu. Çünkü kimse buna uygun olumlu bir cevap veremezdi. Sadece kadınların erkeklerden daha az çalışıp emekli olabileceği yasalarla öngörülmüştü. Ayrıca bu tüm iş kolları içinde geçerliydi. Üstelik ellerinde yıpranma paylarının hangisini çok yıprandığını ölçen bir cetvelleri de yoktu.
          Kapının eşiğine varabilmek. O vakte kadar da çalışabilen kadın erkek de kim o eşiğe gelirse o vakitte devlet güvencesi altında olacaktı. Bu sonuca varmak için bütün gün bu faaliyetlere katılmak çalışmak yorulmak gerekliydi ki prim üzerine primler, yıllar, yığılsın biriksinler. Emekli olabilecekler için bir de yaş sınırı vardı. Yaşa takılanlar ise bu faaliyet ve uğraşlarla daha uzun süre vakit geçirecekler. Daha erken ölenler ise o emekliliği mezarda görecekler. Daha çok bu işlerle baş başa kalacaklar aynı sisteme dahil aynı sistemin bir işçisi olacaklar. Peki bir şeylerle meşgul olma, çalışma, gitme, öyleyse vakit nasıl geçer? Diye düşün. Bir de böyle düşün.  Evinin kapısını açarken, buzdolabının kapısını açarken, işyerinin kapısını açarken, üzerine ceketini paltonu giyerken, boğazına sıraladığın lokmaları sayarken, yatağına yatarken bir de böyle düşün. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder