Her evde bir ışık yanıyor. Saat sabahın
beşi altısı her evde bir telaş. O işyerleri devasa makineler bir günün ertesi
sabahında onları tekrar işe çağırıyor. O marketlerden heyecanla alıp da
tükettiğimiz ürünleri kimler üretiyor? Tahmin edin bir işçi günde kaç kez kaç
pakete ellemişti. Fabrika kaç ton o mamulden üretmişti? Sizin gözleriniz
marketten o ürünü almak için ışıl ışıl parlar onu üreten işçilerin de gözleri
uykusuzluk ve yorgunluğun kızıl ateşinde alev alev yanar. İkisi de ışık biri keskin kızgın soluyarak
gürleyerek yorgun esmer kara gözler. Diğeri ve albenisi olan bir ışık. Birisi
evleri tıkırdatan tencereyi fokurdatan, diğeri de vitrinlerde göz dolduran
tabelalarda bir bayrak gibi asılı duran markalı poşetler.
İşçi kenti işçileri ise işi ve evi
arasında evcimen sakin bir hayat sürüyordu. Sokakları merdivenleri kokutan koku da onlardan
geliyordu. O koku ki hiç bisküvide çalışmayan birinin bile evinin en diplerine
kadar sokuluyordu. Market çalışanı mamul
ürünleri tek tek kutularından çıkarıp reyonlara tek tek diziyordu. Fabrikada
üretim sorumlusu günlük paket sayısını hesap ediyordu. Bir gün boyunca ve her
gün üretimin sırtımıza yüklediği yük. Öyle de alışmışız öyle de dalmışız ki bu
görüntülerin içine. Sanırsınız ki hepsi de tek bir merkezden de yönetiliyormuş
gibi. Bu işlerin hangisi üstün? Hangisi kariyerli? Hangisinin işi daha zor? Diye
de düşündüğümüzde elbette işçinin işi daha zor. Üretim ve gece uykusuzluğu onun
üzerinden geçmiş işin sorumluluğunu da almış üstelik. Peki günlük ne kazanmış?
Günlük hesaplamanın kazancının düşük mü? Yoksa yüksek mi? Olduğunun
tartışmasını bile yapmanın yararı yoktu. Çünkü kimse buna uygun olumlu bir
cevap veremezdi. Sadece kadınların erkeklerden daha az çalışıp emekli
olabileceği yasalarla öngörülmüştü. Ayrıca bu tüm iş kolları içinde geçerliydi. Üstelik
ellerinde yıpranma paylarının hangisini çok yıprandığını ölçen bir cetvelleri
de yoktu.
Kapının eşiğine varabilmek. O vakte
kadar da çalışabilen kadın erkek de kim o eşiğe gelirse o vakitte devlet
güvencesi altında olacaktı. Bu sonuca varmak için bütün gün bu faaliyetlere
katılmak çalışmak yorulmak gerekliydi ki prim üzerine primler, yıllar, yığılsın
biriksinler. Emekli olabilecekler için bir de yaş sınırı vardı. Yaşa takılanlar
ise bu faaliyet ve uğraşlarla daha uzun süre vakit geçirecekler. Daha erken
ölenler ise o emekliliği mezarda görecekler. Daha çok bu işlerle baş başa
kalacaklar aynı sisteme dahil aynı sistemin bir işçisi olacaklar. Peki bir
şeylerle meşgul olma, çalışma, gitme, öyleyse vakit nasıl geçer? Diye düşün. Bir de
böyle düşün. Evinin kapısını açarken,
buzdolabının kapısını açarken, işyerinin kapısını açarken, üzerine ceketini
paltonu giyerken, boğazına sıraladığın lokmaları sayarken, yatağına yatarken
bir de böyle düşün.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder