3 Ocak 2018 Çarşamba

ARKADAŞLARIM


NURCAN UMUTCAN ŞEFİKA FADİME
      Arkadaşlarım birinin adı Gülhanım diğerlerinin ki Şükran, Züleyha, Huriye hepsini de burada  tanıdım. Bu büyük kalabalığın içinde. İyi günde kötü günde kar da kışta onlar da tıpkı benim gibi bisküvi fabrikasına çalışmaya geliyorlardı. Gerçekten bu fabrikalar bizim için kurulmuştu. Bütün şehir akın etmiş komşu köylerden ilçelerden bile iş için gelmiş. Büyük bir işsizlik var yokluk var geçim derdi var kadınlar var güçleriyle canlarına dişlerine takıp çocuklarını dahi evlerine kapatıp çalışmaya gelmişler. Her şey ekmek için yaşam kalitelerini biraz yükseltmek için.
          İşçi kızlar arasında at gibi çalışan, it gibi saldıran, kuş gibi şakıyan, boyu bir metre olan, iki metreyi de bulan kızlarla, şişman olup ağır adım atan, çelimsiz olup keklik gibi seken ve resimlerdeki kadar güzel hatta güzeller güzeli kızlar da vardı. Çok şaşkın heyecanlı ve sevinçli hepsine tek tek göz gezdirdim çünkü ben de onların içinde çalışacaktım. Çavuş beni bir işçi kızın yanına verdi. Kızın peşine düştüm ayaklarımla ve gözlerimle onu takip ettim. Bir diğer taraftan da kakaolu kremalı bisküvi yiyordum doymak bilmiyordum. Kendi kendime ‘’Tam kaynağına düştün ye yiyebildiğin kadar utanma sıkılma açlıkta da çekme üstelik bedava da,’’ diyordum. ‘’İşte gerçek bisküvi gömül içine burnunu batıra batıra koklaya koklaya ye.’’ Takip ettiğim kız durdu bir boş kazan aldı arabaya attı bir daha, bir daha biraz karton kutu, birkaç koli bandı, hepsini araba ile itekledi, kaldırdı yük asansörüne bindirdi ki o güzel dediğim kızlardan birisiydi yelkovan gibi de sallanıyordu.  Hemen ani hamle ile kendisini sıçrattı o sıçrayışla merdivenlerden ve dahi asansörün çıkış kapısında kendisini buldu. Tekrar bir sıçrayışla arabanın kollarını kavradı ve ön tekerleklerini kaldırdı. İşte o zaman en basit bir iş için bile idman yapmam gerektiği hızlı ve atik olmam gerektiğini anladım. Kız hiç konuşmadan hızla arabayı sürdü. Bu ara işlerinde fazla söz istemez göz el ve ayaklar konuşur. Neyse fırının kuyruk kısmına vardık kız bir itişle arabadakileri indirdi. Bisküvi toplayıcılarının yanına kadar geldik. Orta yaşlı iki kadın oturmuş hızlı hızlı kutu naylonluyor koca fırına naylonlu kutu yetiştirmek için tırnaklarıyla elleriyle canla başla çalışıyorlar. Ben de onların önlerine kadar kutu çektim getirdim. Ben her önlerine daha yakın getirdikçe kadınlar neşeleniyor canlanıyor bana da gülümsüyorlardı kıza da aynı şeyleri söyledi fakat o kız aldırmadı çünkü kız o sırada ikinci partiyi getirmek için hazırlanıyordu.
              Fırından bisküviler geldi kızlar topladı, kutulara doldurdu, gramajları tartıldı bantlandı etiketlendi paletlere istif edildi.
          Kızlar ara sıra kafalarını kaldırıp fırının çıkışına bakıyorlar tekrar bisküvi toplamak için davranıyorlardı. Ben de o kızla tekrar yola koyuldum otuz tur belki ama Allah var kız hiç bana mısın demedi hiç halinden şikayet etmedi ama o kız hafta sonunda da işten ayrıldı. Bir sabah ‘’Ben yarın işe gelmeyeceğim,’’ dedi ve gelmedi. Bir ay o kız yoktu bir ay sonunda özgürlüğüne doymuş olmalı ki tekrar geldi işe başladı.  Benimle bu kez konuşmaya başladı ‘’Kurban olurum işime gittim denedim gördüm. Sen sahip çık işine üstelik evdekiler senden para bekler seni düşünen mi var?’’ Onunla arkadaşlığımız o zaman başladı Adı Nurcan ondan sonra da Umutcan ve Züleyha’yı buldum. Hepsi de bana benzeyen kadınlar. Hepsi de ailelerinin yük trenleri. Hepsini de çaresizlik vurmuş sırtlarını bisküviye dayamışlar.  Çaresizler zavallılar hepsi de kavun karpuz gibi sırtlarını birbirine dayamışlar dağ gibi yığılmışlar. Eğil bir tanesine hal hatır sor bin ah işitirsin yaramı deşme der gibi de bir ses işitirdin. Üstelik yaralı olduklarından zannederdin ki suratlarından düşen bin parça ama öyle değildi işte gülüyorlardı. Çünkü burada öyle kavun karpuz gibi dışları güzel içleri sulu ağıtlarla dolu kızlar, kadınlar çoktu. Sergi gibi serilmişler istediğini aç bak binlerce kavun karpuz seç al ve yaralarını da görmek istiyorsan kes. Ama bunlar gerçek insanlardı.  Kavun karpuz değillerdi ki mahkeme salonlarında biten evlilikleri mi aran? Kadınların hemcinslerini kıydıklarını mı? Yokluk ve yoksulluğun içinde birbirlerinin üstüne binenler. Bu işler her yerde aynı, kalabalık ortamlar da çarşıya gidin evlere girin sokaklara okullara hep aynı tüm şehir hayatı ekmek uğruna feda edilenler. Hoşuna gitmiyor mu? Böyle eylem ve davranışlar? Ağır taşı ne yel alır ne de sel gerçekten ekmeğinin peşinde olan kadın ağır kadındır, kendini ekmeği uğruna ön plana çıkarmaz, önce kendini kendi iç mahkemesinde tartar başkalarını aldatmaz, başkalarını kendi çıkarı için kullanmaz. Bol çalışır sevgiyle sevdikleri için çalışır ağır ağır ve sevgiyle alır verir. Alışverişi de sevgiyledir. Yediği yemeği de bisküvidir ki sanırsın ki bitmeyen bisküvi ile bir akrabalığı vardır işvereniyle de bol bol çalışır hep vericidir. Tam bir Türk anasıdır. ‘’Peki şu yanı başında sevgiyle çalışan arkadaşının adı ne?’’ Şefika.  ‘’Ya yanındakinin?’’ Necla. Çok sevmiştim ben Şefika’yı onunla arkadaşlık kurabilirdim tam çalışmak istediğim ortamda bana göre bir arkadaş sağlam ve güçlü güvenilir sıkı dost. Çok çabuk ve çok da güzel anlaştık. Aynı iş önlüğü giyiyorduk ne de olsa. O da yorgundu ben de ama bir konuşmaya başladık mı o yorgunluk hırkasını ikimizde üstümüzden atıyorduk kollarımızda yorgunluğun üzerine çelik gibi sağlam bir kaplama ile kaplıyorduk bu bazen demir gibi sağlam ve güçlü oluyordu.
          Büyük bir güç her biri birbirine benzeyen kadınlar, kızlar, evliler, boşanmışlar, sönmüş ocaklar, alevlenen yürekler hepsi de bu işin üstünde bisküvi üstünde bu kaynayan büyük kazandan yemek yiyorlar yemek pişiriyorlar. Ne topluyorsun dertlerimi? Ne biriktiriyorsun sevinçlerimi? Ne bisküvi ya? Derdi topluyor sevince veriyor, dert ve sevinçten kendilerine yaşama sevinci çıkartıyorlar. İşte yaşamdan ders almak bu birbirlerine kuvvetlerini verenler hoşçakal dertler sorunlar, sen neşeden haber ver. ‘’Bu aynı dertten ben de var, onda da var o gülüyor ve o olayın içinden çıkıyorsa ben de çıkarım.’’ İyi ki çalışmak için bisküvi fabrikalarını seçmiştim çünkü kendime bana benzeyen insanlar çokluktaydı. Ve bisküvi vardı ye ye bitmez doy doy bir daha ye. O dert yükünün başında arkadaşı Fadime duruyordu üstelik güzel ve dimdik göğüs göğüse de o sorunlarıyla çarpışacakmış gibi başında kara yazgısı üstelik gözü de mordu. ‘’Bunu sana kocan mı etti?’’ Allah'tan korkmazlar akşam olunca da bir de bu kadının getirdiği ekmekle karnını doyuracaksın ve dahi geceleri üşüyünce ona sarılıp uyuyacaksın. O senin karın senin yarın yapılır mı bu? Çocuklarını doğuran kadın ona hiç bu yapılır mı? Kadının gözleri dahi konuşmuyordu suskundu. Tembel kocası öküz gibi yer üstelik içer de her evde bir ocak yanar bir duman tüter de ama bazı evler de aşırı yemekten o ocaklar kötü tüter. ‘’Kocan ne iş yapar?’’ ‘’Çalışmaz.’’ ‘’Neden çalışmaz?’’ ‘’Ona göre iş yokmuş.’’ O da o tembellerin uydurduğu dillerine doladıkları bir palavradır. ‘’Peki sen neden çalışırsın?’’ ‘’Evlilik kutsal bir müessesedir. Çocuklarım da vardır üstelik.’’ Fadime böyle der demez hemen kendini dimdik tutan işe elini attı arkadaşını da susturmak istermiş gibi de ağzını kapattı. Çünkü kendisi de ağzına kadar doluydu ‘’Bir of çeksem karşı ki dağlar yıkılır.’’ Sonra aynı susan kadın konuştu, konuştu arkadaşına hayat mücadelesi hakkında nasihatler verdi. ‘’Bak ben nereden nereye geldim. Baktım ki ayakta durmakta zorlanıyorum, oturdum. Baktım ki ayakta durmaktan bıktım olduğum yerde oynadım, döndüm. Baktım ki iyice dayanamayacak hale geldim arkadaşıma dayandım, onun sırtına sırtımı dayadım. Baktım ki gözlerim sel olup akacak gözyaşlarımı susturmam gerek hemen arkadaşıma sarıldım. Baktım ki susmak bazen çare değil ona dedim sen konuş o bana dedi sen konuş. Baktım ki konuşmakta işe yaramıyor bağırdım avazım çıktığı kadar. Baktım ki boş odalarda yalnızım başladım bir türkü tutturmaya o anki ruh halime göre içimden geldiği gibi hiçbir şey yokken dahi sorun dediğimiz şeyler sadece içimizde birikmiş olanlarla dolu testiyi de bazen boşaltmak gerek.’’ ‘’Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır yıkılır. Bu gün posta günü canım sıkılır da gülmedim amman amman. ‘’Allah be türküyü söyledikten iyice böğürdükten sonra için rahatlar kendine gelirsin o an kendi kendine bir yol haritası belirlersin oysaki bazı kadınlar benim yaşadıklarımı yaşayanlar kocalarına boşanma davası açarlar sarı odalarda çığlık çığlığa bağırırlar fakat gelecek güzel günleri görmek için ha ha ha hihi hi karanlığı aydınlığa çevirmek için başka ben yapabilirsin? Evlilik müessesi bu içeride ne olup bittiğini bir ben bir o bir de Allah bilir. Ama benim yaşadıklarımın tıpkısını o da yaşasaydı o da yuvasına sahip çıkardı. Neyi nerede bulmaya çalışıyor? Ben de başkasını bulsam iyi bir halt mı ederim? Onun yolu karanlık ama ben doğru ve dürüsttüm ve yolumu görebiliyorum.’’ Konuşurken dahi bisküviyi yakaladı kendine çekti, bir daha çekti, bir daha bir daha elini de ayarı bozulmuş gibi ayakları da daha da hızlıca yüzü peynirli pideye dönmüşken yüzünün aldığı ifade içinde gerçek arkadaşının yüzünü zor bulabildi. Arkadaşı yeniden uykusundan uyanmış gibi ‘’Haydi yemeğe gidiyoruz.’’ Arkadaşına, ‘’Sonu nereye varacak bu işin? Diye sordu. Fadime, ‘’Onunla yedi yıldır evliyim bana bir şey olmaz. Sırtımı işime dayamışım ama Allahtan bir dileğim var bana güç versin ve bazı yaşadığım şeyleri de bana unuttursun hatırlamayayım kötü şeyleri. Geçmiş olayları. Anladın mı?’’ Arkadaşı şaşırmıştı çünkü anlamamıştı. Kirli çamaşırları içinde biriktirip kin tutmak istemiyordu. Geçmişe tutuklu kalmamak geçmişe takılı kalmak istemiyordu. Galiba kocasını da seviyordu. ‘’Sevmek mi?’’ Senin saçların yerler de sürüklenirken üstüne bir başka kadın severken evinde horozlanıp da dışarda pısırık kesilen evinde gül dururken kendisi çöplükten beslenen kendini şişiren horozlanan, sevgi neredir? Hepsi elimin kiridir dedi avuçlarını içine tükürdü. Uzaklara baktı. ‘’Sonu gelmez bu konuların konuşmaların kapat bu konuyu haydi yemeğe,’’
              ‘’Uzaklara bak daha ilerisi ne denizlere mi? Masmavi gökyüzüne mi?’’
               Kalbim bölündü iki parça oldu gözümden iki damla yaş aktı. Gördün mü? Oradan göründü mü? Binlerce kadının ekili tarla gibi ekildiği biçildiği ve sarı kırmızı, mavi, yeşil, mor yamalarla yamandığı ve yine birbirlerine sıkı sıkıya sicimle bağlandıkları o büyük fırtınalarda ve dalgalarda dahi yıkılmadan ayakta kalabilmeyi başardıkları yine kendileri vardı kendi işleri güçleri vardır. Bu bitmeyen bisküvi böyledir işte binlerce yama, yamalı ama cesur korkusuz cengaverler, başka kadınlarda vardır üstelik anlaşılmaz evine ekmek götüren kim? Hangi kadın varsa elimizden gelse de bu kadınlara yardım edebilsek.  Ama kadına yardım eden işi, onu erkeklerin egemenliğinden kurtarmış o iş ki yüz yasa kanun, erkek eder. İş ki o kadını ayağa kaldırdı elindeki güç sanki elin de balta tutuyormuş gibi de bir hali vardı. Allah çalışan kadınların yardımcısı olsun.  Eğer ki bu işleri de olmasa onların da hali harap.
              Üstelik uzun yıllar çalışabilirsen basamak da atlayabilir merdiven de çıkabilirsin. O merdivenin sonunu görenler mücadele vermiş vefakar fedakar kadınlardı. Zamanında işlerine dört elle sarılmışlar hızlı hızlı koşturmuşlar hızlı hızlı çalışmışlardı. Yüzdüler, yüzdüler kuyruğuna geldiler.

               Ne anladın şimdi sen bu yazıdan? İşe girince görürsün. Ne göreceksin? Üç direkli bir ev. Biri sen, biri işin, birisi de bitmeyen bisküvi.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder