Arkadaşlarım
birinin adı Gülhanım diğerlerinin ki Şükran, Züleyha, Huriye hepsini de
burada tanıdım. Bu büyük kalabalığın
içinde. İyi günde kötü günde kar da kışta onlar da tıpkı benim gibi bisküvi
fabrikasına çalışmaya geliyorlardı. Gerçekten bu fabrikalar bizim için
kurulmuştu. Bütün şehir akın etmiş komşu köylerden ilçelerden bile iş için gelmiş.
Büyük bir işsizlik var yokluk var geçim derdi var kadınlar var güçleriyle
canlarına dişlerine takıp çocuklarını dahi evlerine kapatıp çalışmaya gelmişler.
Her şey ekmek için yaşam kalitelerini biraz yükseltmek için.
İşçi
kızlar arasında at gibi çalışan, it gibi saldıran, kuş gibi şakıyan, boyu bir
metre olan, iki metreyi de bulan kızlarla, şişman olup ağır adım atan, çelimsiz
olup keklik gibi seken ve resimlerdeki kadar güzel hatta güzeller güzeli kızlar
da vardı. Çok şaşkın heyecanlı ve sevinçli hepsine tek tek göz gezdirdim çünkü
ben de onların içinde çalışacaktım. Çavuş beni bir işçi kızın yanına verdi. Kızın
peşine düştüm ayaklarımla ve gözlerimle onu takip ettim. Bir diğer taraftan da kakaolu
kremalı bisküvi yiyordum doymak bilmiyordum. Kendi kendime ‘’Tam kaynağına
düştün ye yiyebildiğin kadar utanma sıkılma açlıkta da çekme üstelik bedava da,’’
diyordum. ‘’İşte gerçek bisküvi gömül içine burnunu batıra batıra koklaya
koklaya ye.’’ Takip ettiğim kız durdu bir boş kazan aldı arabaya attı bir daha,
bir daha biraz karton kutu, birkaç koli bandı, hepsini araba ile itekledi,
kaldırdı yük asansörüne bindirdi ki o güzel dediğim kızlardan birisiydi yelkovan
gibi de sallanıyordu. Hemen ani hamle
ile kendisini sıçrattı o sıçrayışla merdivenlerden ve dahi asansörün çıkış
kapısında kendisini buldu. Tekrar bir sıçrayışla arabanın kollarını kavradı ve
ön tekerleklerini kaldırdı. İşte o zaman en basit bir iş için bile idman yapmam
gerektiği hızlı ve atik olmam gerektiğini anladım. Kız hiç konuşmadan hızla
arabayı sürdü. Bu ara işlerinde fazla söz istemez göz el ve ayaklar konuşur.
Neyse fırının kuyruk kısmına vardık kız bir itişle arabadakileri indirdi.
Bisküvi toplayıcılarının yanına kadar geldik. Orta yaşlı iki kadın oturmuş
hızlı hızlı kutu naylonluyor koca fırına naylonlu kutu yetiştirmek için
tırnaklarıyla elleriyle canla başla çalışıyorlar. Ben de onların önlerine kadar
kutu çektim getirdim. Ben her önlerine daha yakın getirdikçe kadınlar neşeleniyor
canlanıyor bana da gülümsüyorlardı kıza da aynı şeyleri söyledi fakat o kız
aldırmadı çünkü kız o sırada ikinci partiyi getirmek için hazırlanıyordu.
Fırından
bisküviler geldi kızlar topladı, kutulara doldurdu, gramajları tartıldı
bantlandı etiketlendi paletlere istif edildi.
Kızlar ara
sıra kafalarını kaldırıp fırının çıkışına bakıyorlar tekrar bisküvi toplamak
için davranıyorlardı. Ben de o kızla tekrar yola koyuldum otuz tur belki ama
Allah var kız hiç bana mısın demedi hiç halinden şikayet etmedi ama o kız hafta
sonunda da işten ayrıldı. Bir sabah ‘’Ben yarın işe gelmeyeceğim,’’ dedi ve
gelmedi. Bir ay o kız yoktu bir ay sonunda özgürlüğüne doymuş olmalı ki tekrar
geldi işe başladı. Benimle bu kez
konuşmaya başladı ‘’Kurban olurum işime gittim denedim gördüm. Sen sahip çık işine
üstelik evdekiler senden para bekler seni düşünen mi var?’’ Onunla arkadaşlığımız
o zaman başladı Adı Nurcan ondan sonra da Umutcan ve Züleyha’yı buldum. Hepsi de
bana benzeyen kadınlar. Hepsi de ailelerinin yük trenleri. Hepsini de
çaresizlik vurmuş sırtlarını bisküviye dayamışlar. Çaresizler zavallılar hepsi de kavun karpuz
gibi sırtlarını birbirine dayamışlar dağ gibi yığılmışlar. Eğil bir tanesine hal
hatır sor bin ah işitirsin yaramı deşme der gibi de bir ses işitirdin. Üstelik yaralı
olduklarından zannederdin ki suratlarından düşen bin parça ama öyle değildi
işte gülüyorlardı. Çünkü burada öyle kavun karpuz gibi dışları güzel içleri
sulu ağıtlarla dolu kızlar, kadınlar çoktu. Sergi gibi serilmişler istediğini
aç bak binlerce kavun karpuz seç al ve yaralarını da görmek istiyorsan kes. Ama
bunlar gerçek insanlardı. Kavun karpuz
değillerdi ki mahkeme salonlarında biten evlilikleri mi aran? Kadınların hemcinslerini
kıydıklarını mı? Yokluk ve yoksulluğun içinde birbirlerinin üstüne binenler. Bu
işler her yerde aynı, kalabalık ortamlar da çarşıya gidin evlere girin
sokaklara okullara hep aynı tüm şehir hayatı ekmek uğruna feda edilenler.
Hoşuna gitmiyor mu? Böyle eylem ve davranışlar? Ağır taşı ne yel alır ne de sel
gerçekten ekmeğinin peşinde olan kadın ağır kadındır, kendini ekmeği uğruna ön
plana çıkarmaz, önce kendini kendi iç mahkemesinde tartar başkalarını aldatmaz,
başkalarını kendi çıkarı için kullanmaz. Bol çalışır sevgiyle sevdikleri için
çalışır ağır ağır ve sevgiyle alır verir. Alışverişi de sevgiyledir. Yediği
yemeği de bisküvidir ki sanırsın ki bitmeyen bisküvi ile bir akrabalığı vardır
işvereniyle de bol bol çalışır hep vericidir. Tam bir Türk anasıdır. ‘’Peki şu
yanı başında sevgiyle çalışan arkadaşının adı ne?’’ Şefika. ‘’Ya yanındakinin?’’ Necla. Çok sevmiştim ben
Şefika’yı onunla arkadaşlık kurabilirdim tam çalışmak istediğim ortamda bana
göre bir arkadaş sağlam ve güçlü güvenilir sıkı dost. Çok çabuk ve çok da güzel
anlaştık. Aynı iş önlüğü giyiyorduk ne de olsa. O da yorgundu ben de ama bir
konuşmaya başladık mı o yorgunluk hırkasını ikimizde üstümüzden atıyorduk kollarımızda
yorgunluğun üzerine çelik gibi sağlam bir kaplama ile kaplıyorduk bu bazen
demir gibi sağlam ve güçlü oluyordu.
Büyük bir güç her biri birbirine benzeyen
kadınlar, kızlar, evliler, boşanmışlar, sönmüş ocaklar, alevlenen yürekler hepsi
de bu işin üstünde bisküvi üstünde bu kaynayan büyük kazandan yemek yiyorlar
yemek pişiriyorlar. Ne topluyorsun dertlerimi? Ne biriktiriyorsun sevinçlerimi?
Ne bisküvi ya? Derdi topluyor sevince veriyor, dert ve sevinçten kendilerine
yaşama sevinci çıkartıyorlar. İşte yaşamdan ders almak bu birbirlerine
kuvvetlerini verenler hoşçakal dertler sorunlar, sen neşeden haber ver. ‘’Bu
aynı dertten ben de var, onda da var o gülüyor ve o olayın içinden çıkıyorsa
ben de çıkarım.’’ İyi ki çalışmak için bisküvi fabrikalarını seçmiştim çünkü
kendime bana benzeyen insanlar çokluktaydı. Ve bisküvi vardı ye ye bitmez doy
doy bir daha ye. O dert yükünün başında arkadaşı Fadime duruyordu üstelik güzel
ve dimdik göğüs göğüse de o sorunlarıyla çarpışacakmış gibi başında kara yazgısı
üstelik gözü de mordu. ‘’Bunu sana kocan mı etti?’’ Allah'tan korkmazlar akşam
olunca da bir de bu kadının getirdiği ekmekle karnını doyuracaksın ve dahi geceleri
üşüyünce ona sarılıp uyuyacaksın. O senin karın senin yarın yapılır mı bu? Çocuklarını
doğuran kadın ona hiç bu yapılır mı? Kadının gözleri dahi konuşmuyordu
suskundu. Tembel kocası öküz gibi yer üstelik içer de her evde bir ocak yanar
bir duman tüter de ama bazı evler de aşırı yemekten o ocaklar kötü tüter. ‘’Kocan
ne iş yapar?’’ ‘’Çalışmaz.’’ ‘’Neden çalışmaz?’’ ‘’Ona göre iş yokmuş.’’ O da o
tembellerin uydurduğu dillerine doladıkları bir palavradır. ‘’Peki sen neden
çalışırsın?’’ ‘’Evlilik kutsal bir müessesedir. Çocuklarım da vardır üstelik.’’
Fadime böyle der demez hemen kendini dimdik tutan işe elini attı arkadaşını da
susturmak istermiş gibi de ağzını kapattı. Çünkü kendisi de ağzına kadar
doluydu ‘’Bir of çeksem karşı ki dağlar yıkılır.’’ Sonra aynı susan kadın
konuştu, konuştu arkadaşına hayat mücadelesi hakkında nasihatler verdi. ‘’Bak
ben nereden nereye geldim. Baktım ki ayakta durmakta zorlanıyorum, oturdum. Baktım
ki ayakta durmaktan bıktım olduğum yerde oynadım, döndüm. Baktım ki iyice dayanamayacak
hale geldim arkadaşıma dayandım, onun sırtına sırtımı dayadım. Baktım ki gözlerim
sel olup akacak gözyaşlarımı susturmam gerek hemen arkadaşıma sarıldım. Baktım
ki susmak bazen çare değil ona dedim sen konuş o bana dedi sen konuş. Baktım ki
konuşmakta işe yaramıyor bağırdım avazım çıktığı kadar. Baktım ki boş odalarda
yalnızım başladım bir türkü tutturmaya o anki ruh halime göre içimden geldiği
gibi hiçbir şey yokken dahi sorun dediğimiz şeyler sadece içimizde birikmiş
olanlarla dolu testiyi de bazen boşaltmak gerek.’’ ‘’Bir of çeksem karşıki
dağlar yıkılır yıkılır. Bu gün posta günü canım sıkılır da gülmedim amman
amman. ‘’Allah be türküyü söyledikten iyice böğürdükten sonra için rahatlar
kendine gelirsin o an kendi kendine bir yol haritası belirlersin oysaki bazı
kadınlar benim yaşadıklarımı yaşayanlar kocalarına boşanma davası açarlar sarı
odalarda çığlık çığlığa bağırırlar fakat gelecek güzel günleri görmek için ha
ha ha hihi hi karanlığı aydınlığa çevirmek için başka ben yapabilirsin? Evlilik
müessesi bu içeride ne olup bittiğini bir ben bir o bir de Allah bilir. Ama
benim yaşadıklarımın tıpkısını o da yaşasaydı o da yuvasına sahip çıkardı. Neyi
nerede bulmaya çalışıyor? Ben de başkasını bulsam iyi bir halt mı ederim? Onun
yolu karanlık ama ben doğru ve dürüsttüm ve yolumu görebiliyorum.’’ Konuşurken dahi
bisküviyi yakaladı kendine çekti, bir daha çekti, bir daha bir daha elini de
ayarı bozulmuş gibi ayakları da daha da hızlıca yüzü peynirli pideye dönmüşken
yüzünün aldığı ifade içinde gerçek arkadaşının yüzünü zor bulabildi. Arkadaşı
yeniden uykusundan uyanmış gibi ‘’Haydi yemeğe gidiyoruz.’’ Arkadaşına, ‘’Sonu
nereye varacak bu işin? Diye sordu. Fadime, ‘’Onunla yedi yıldır evliyim bana
bir şey olmaz. Sırtımı işime dayamışım ama Allahtan bir dileğim var bana güç
versin ve bazı yaşadığım şeyleri de bana unuttursun hatırlamayayım kötü
şeyleri. Geçmiş olayları. Anladın mı?’’ Arkadaşı şaşırmıştı çünkü anlamamıştı.
Kirli çamaşırları içinde biriktirip kin tutmak istemiyordu. Geçmişe tutuklu
kalmamak geçmişe takılı kalmak istemiyordu. Galiba kocasını da seviyordu. ‘’Sevmek
mi?’’ Senin saçların yerler de sürüklenirken üstüne bir başka kadın severken
evinde horozlanıp da dışarda pısırık kesilen evinde gül dururken kendisi çöplükten
beslenen kendini şişiren horozlanan, sevgi neredir? Hepsi elimin kiridir dedi
avuçlarını içine tükürdü. Uzaklara baktı. ‘’Sonu gelmez bu konuların
konuşmaların kapat bu konuyu haydi yemeğe,’’
‘’Uzaklara bak daha ilerisi ne denizlere mi? Masmavi
gökyüzüne mi?’’
Kalbim
bölündü iki parça oldu gözümden iki damla yaş aktı. Gördün mü? Oradan göründü
mü? Binlerce kadının ekili tarla gibi ekildiği biçildiği ve sarı kırmızı, mavi,
yeşil, mor yamalarla yamandığı ve yine birbirlerine sıkı sıkıya sicimle bağlandıkları
o büyük fırtınalarda ve dalgalarda dahi yıkılmadan ayakta kalabilmeyi
başardıkları yine kendileri vardı kendi işleri güçleri vardır. Bu bitmeyen bisküvi
böyledir işte binlerce yama, yamalı ama cesur korkusuz cengaverler, başka
kadınlarda vardır üstelik anlaşılmaz evine ekmek götüren kim? Hangi kadın varsa
elimizden gelse de bu kadınlara yardım edebilsek. Ama kadına yardım eden işi, onu erkeklerin
egemenliğinden kurtarmış o iş ki yüz yasa kanun, erkek eder. İş ki o kadını
ayağa kaldırdı elindeki güç sanki elin de balta tutuyormuş gibi de bir hali
vardı. Allah çalışan kadınların yardımcısı olsun. Eğer ki bu işleri de olmasa onların da hali
harap.
Üstelik
uzun yıllar çalışabilirsen basamak da atlayabilir merdiven de çıkabilirsin. O
merdivenin sonunu görenler mücadele vermiş vefakar fedakar kadınlardı.
Zamanında işlerine dört elle sarılmışlar hızlı hızlı koşturmuşlar hızlı hızlı
çalışmışlardı. Yüzdüler, yüzdüler kuyruğuna geldiler.
Ne
anladın şimdi sen bu yazıdan? İşe girince görürsün. Ne göreceksin? Üç direkli
bir ev. Biri sen, biri işin, birisi de bitmeyen bisküvi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder