Yalnız arkadaşsız safsız yalnız başına
sırf kendini yalnızlığa çekmek ıssızlığa çekilmek için, yine yalnızken yalnız
ölmekten hastalanmaktan ihtiyarlamaktan ve bir cinayete kurban gitmekten korkar
insan, yalnız kalınca ıssızlığa çekilince. Yalnızlık aynı zaman da özgürlüktür
de kendinle baş başa sevinç içinde
Ne zaman ben kendimle yalnız kalmaya
kalksam arkamdan bir sürü sorun koltuklarımın altına doluşmuş benimle
geliyordu.
Elimin tersiyle ittiğim işim,
Kaşları çatıktı şu öfkesi biraz
kurusun sular durulsun hala içindeki şeytanı ona bayrak sallıyor ''Hadi gidelim
köyümüze gidelim'' diyor. Bunları söylerken de karnı açtı
Fellah fellah gözleri, güneşten yanmış
teni, çıplak ayaklı elinde çantası işten bıkmış ve işten çıkmış bir bakış attı
kendi toprağına köyüne. Toprağı da ona hoşgeldin demeye üşendi. Bu köyün çocuğu
değil mi? Köyün çocukları bir bir topraklarına geri gelir oysa toprak zeytin
ağaçları fıstık dalları üzüm bağları onlara git git der. Sıcaktan gözlerini
oynatırcasına.
Bir kurşun gibi ağırlaşmış yüreğiyle o
kişi de ‘’Köy iyidir,’’ der. Berekettir. tohumdur verimdir. Fasulye nohut,
buğdaydır. Taze domates biber soğandır. Serin küfür küfür esen yeldir bostanı vardır
bol bol kütür kütür yersin.
Hala sıcaktan başı dönmüş ayakları da
yalpalıyordu. Toz toprak karışık. Ağır sıcak bir hava zeytin ağaçları birbirine
dolanmış en yaşlıları bile dimdik ayaktaydı. Sanki kafasını kaldırmış da ona ‘’git,
git’’ diyordu. Onun ise taşın toprağın altın diyesi geliyordu. Özlemişti köyünü
seviyordu da üstelik köyünde çobanlığı seviyordu çürümüş ot kokularını bile özlemişti. Bir ağılın yanına yanaşınca da
işte bu koku, koku diye sevindi gübrenin kokusunu doya doya içine çekti. Köpekler
havlıyor, kadınlar uzaktan uzağa birbirlerine lakaplarıyla bağırıyor horozlar
ötüyor. Ona onun kendi havasının da değişeceğinin haberlerini veriyordu. Çünkü
havada gübre kokusu vardı mis mis.
İki çocuk tabana kuvvet koşuyorlardı.
Kendi evi de kirece boyalı az ileri de
yamacın ucundan görünmekteydi. Taraçalı ak sakallı evi.
''Bak aklını başına topla köyde kalırsan
tamamen köylü gibi yaşarsın köylü gibi davranırsın. Sen şehir görmüş şehirde
kalabalıkta yaşamışsın fabrika hayatını görmüş çalışmışsın. ‘’Evet işçi olarak
çalıştım.’’ ''Şunu bil ki ekmekle şaka olmaz git işinin başına dön.'' ''Kusuruma
bakma bana işçi unvanı verildikten sonra nerede olsa iş bulurum.'' ''Demedi deme
bir kaç ay sonra kuyruğunu kıstırıp yine fabrikalarda iş aramaya gidersin.''
O kişi biraz düşünmeye başladı. Eğer ki burada yaşamaya alışırsa gitmez.
Kadınlar kızlar koştur koştur
çalışıyorlardı güneşten yanmışlar üstleri başları da perişandı yorgundular
bakımsızdılar. Onunda meşin ayakkabıları iki günde eskidi solmuş dudakları
büzüldü müthiş bozuldu geldiğine. Burada işçilerin yevmiyesi şu kadar üstelik
güneş doğarken den başla ta akşama dek. Üzerine köpek saldırdı kadınlar
damlardan çıktı sonra çocuklarla birlikte bir traktöre büzüştü. Kendisinin
gözleri şaşkınlıktan açıldıkça açıldı.
Kısa kolları güneşten yandı solgun
yanakları kızardı karardı. Gözünün
önünden geçen fırın ve hızla geçen
bisküvilerin hayali gözleri ıslak ıslak bakıyor şaşkınlık içinde sanki önünde
bisküvileri seçiyordu. Tüm şehri selamlayan bisküvi fabrikalarını özlüyor kendi
fabrikasını özlüyor o bisküvi kokan elbiselerini arkadaşlarını
Arkadaşları ise hafta sonu onun yanına
gelmişler o bisküvi kokan kıyafetleriyle neşe içinde keyifle ona bakıyorlardı. O ise köy
kıyafetleri içinde halden düşmüş
yenilmiş boka bulanmış ayakkabıları yırtılmış eski işçi kılığında eski
çalışma arkadaşlarını süzerek bakıyordu. Kendi kendini yaralamış kabaca
boyamıştı. Özlediği ne idi? Tahtakurulu yataklar pireli yorganlar ağıllar
koyunlar mıydı?
Beyaz çoraplarına ne oldu? Tabansız
babet ayakkabılarına ha bir de fiyonklu iskarpinlerin vardı ne oldu onlara?
Karşılık vermedi ağırbaşlıydı sadece teke ve
kalıp sabunu karışımı bir kokusu vardı.
Arkadaşlarının bakışları altında
eziliyor göz kırparak cevap veriyordu. Kendisi de koyun keçi otlatmaktan
dönüyordu. Tam da içini çekerek pişmanlığını dile getirecekti
Köy meydanında arkadaşlarından bir
tanesi fırladı önünde durdu arkadaşları ona geri dön çağrısı yaptı bırak bu
işleri. O da güneşte yanmış kollarına çalılıklarda çizilmiş kollarına baktı sonra
arkadaşları ona baktı o da göz kırparak cevap verdi çok da çabuk pes etti.
O sordu onlar anlattı fabrikayı üç günde
özlemişti ilk günde pişman olmuştu. Feleğin çemberinden geçmiş gibi pişmandı.
Şimdi gözleri açıldı arkadaşları mis gibi bisküvi kokuyordu. Bir başkası
çikolata bir başkası gofret hepsi unlu mamül kokuyordu. Görmüş geçirmiş bir
ihtiyar da kızlara mani yaktı , '' Unu boyuyorlar yağa buluyorlar şekere bandırıp karemela
yapıyorlar şekil veriyorlar buzlukta tutuyorlar
poşetlerle koyuyorlar çocuklara satıyorlar. Amansız bir istek gibi
çocukların ağızlarına verip dillendiriyorlar.
İşçi kız, çocukların ellerine baktı
hiçbirinde çikolata yoktu. Çikolata isteyen var mı? Çocuklar bağrıştı. O da hepsine
söz verdi yarın işe tekrar başlayacak ve köy çocuklarına çikolata dağıtacaktı.
Hepsi de kakaolu çikolata çeşitlerinden istemekteydi.
Çocuklar
yemiş kadar olduk der gibi şimdiden dudaklarını yalamaktaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder