10 Kasım 2017 Cuma

HADİ GEL KÖYÜMÜZE GERİ DÖNELİM

Yalnız arkadaşsız safsız yalnız başına sırf kendini yalnızlığa çekmek ıssızlığa çekilmek için, yine yalnızken yalnız ölmekten hastalanmaktan ihtiyarlamaktan ve bir cinayete kurban gitmekten korkar insan, yalnız kalınca ıssızlığa çekilince. Yalnızlık aynı zaman da özgürlüktür de kendinle baş başa sevinç içinde
            Ne zaman ben kendimle yalnız kalmaya kalksam arkamdan bir sürü sorun koltuklarımın altına doluşmuş benimle geliyordu.
          Elimin tersiyle ittiğim işim,
         Kaşları çatıktı şu öfkesi biraz kurusun sular durulsun hala içindeki şeytanı ona bayrak sallıyor ''Hadi gidelim köyümüze gidelim'' diyor. Bunları söylerken de karnı açtı
      Fellah fellah gözleri, güneşten yanmış teni, çıplak ayaklı elinde çantası işten bıkmış ve işten çıkmış bir bakış attı kendi toprağına köyüne. Toprağı da ona hoşgeldin demeye üşendi. Bu köyün çocuğu değil mi? Köyün çocukları bir bir topraklarına geri gelir oysa toprak zeytin ağaçları fıstık dalları üzüm bağları onlara git git der. Sıcaktan gözlerini oynatırcasına.
        Bir kurşun gibi ağırlaşmış yüreğiyle o kişi de ‘’Köy iyidir,’’ der. Berekettir. tohumdur verimdir. Fasulye nohut, buğdaydır. Taze domates biber soğandır. Serin küfür küfür esen yeldir bostanı vardır bol bol kütür kütür yersin.
       Hala sıcaktan başı dönmüş ayakları da yalpalıyordu. Toz toprak karışık. Ağır sıcak bir hava zeytin ağaçları birbirine dolanmış en yaşlıları bile dimdik ayaktaydı. Sanki kafasını kaldırmış da ona ‘’git, git’’ diyordu. Onun ise taşın toprağın altın diyesi geliyordu. Özlemişti köyünü seviyordu da üstelik köyünde çobanlığı seviyordu çürümüş ot kokularını  bile özlemişti. Bir ağılın yanına yanaşınca da işte bu koku, koku diye sevindi gübrenin kokusunu doya doya içine çekti. Köpekler havlıyor, kadınlar uzaktan uzağa birbirlerine lakaplarıyla bağırıyor horozlar ötüyor. Ona onun kendi havasının da değişeceğinin haberlerini veriyordu. Çünkü havada gübre kokusu vardı mis mis.
         İki çocuk tabana kuvvet koşuyorlardı. Kendi evi de  kirece boyalı az ileri de yamacın ucundan görünmekteydi. Taraçalı ak sakallı evi.
        ''Bak aklını başına topla köyde kalırsan tamamen köylü gibi yaşarsın köylü gibi davranırsın. Sen şehir görmüş şehirde kalabalıkta yaşamışsın fabrika hayatını görmüş çalışmışsın. ‘’Evet işçi olarak çalıştım.’’ ''Şunu bil ki ekmekle şaka olmaz git işinin başına dön.'' ''Kusuruma bakma bana işçi unvanı verildikten sonra nerede olsa iş bulurum.'' ''Demedi deme bir kaç ay sonra kuyruğunu kıstırıp yine fabrikalarda iş aramaya gidersin.''
         
       O kişi biraz düşünmeye başladı. Eğer ki burada yaşamaya alışırsa gitmez.
      Kadınlar kızlar koştur koştur çalışıyorlardı güneşten yanmışlar üstleri başları da perişandı yorgundular bakımsızdılar. Onunda meşin ayakkabıları iki günde eskidi solmuş dudakları büzüldü müthiş bozuldu geldiğine. Burada işçilerin yevmiyesi şu kadar üstelik güneş doğarken den başla ta akşama dek. Üzerine köpek saldırdı kadınlar damlardan çıktı sonra çocuklarla birlikte bir traktöre büzüştü. Kendisinin gözleri şaşkınlıktan açıldıkça açıldı.
          Kısa kolları güneşten yandı solgun yanakları  kızardı karardı. Gözünün önünden geçen fırın ve hızla  geçen bisküvilerin hayali gözleri ıslak ıslak bakıyor şaşkınlık içinde sanki önünde bisküvileri seçiyordu. Tüm şehri selamlayan bisküvi fabrikalarını özlüyor kendi fabrikasını özlüyor o bisküvi kokan elbiselerini arkadaşlarını
      Arkadaşları ise hafta sonu onun yanına gelmişler o bisküvi kokan kıyafetleriyle neşe içinde  keyifle ona bakıyorlardı. O ise köy kıyafetleri içinde halden düşmüş  yenilmiş boka bulanmış ayakkabıları yırtılmış eski işçi kılığında eski çalışma arkadaşlarını süzerek bakıyordu. Kendi kendini yaralamış kabaca boyamıştı. Özlediği ne idi? Tahtakurulu yataklar pireli yorganlar ağıllar koyunlar mıydı?
       Beyaz çoraplarına ne oldu? Tabansız babet ayakkabılarına ha bir de fiyonklu iskarpinlerin vardı ne oldu onlara?
       Karşılık vermedi ağırbaşlıydı sadece teke ve kalıp sabunu karışımı bir kokusu vardı.
      Arkadaşlarının bakışları altında eziliyor göz kırparak cevap veriyordu. Kendisi de koyun keçi otlatmaktan dönüyordu. Tam da içini çekerek pişmanlığını dile getirecekti
      Köy meydanında arkadaşlarından bir tanesi fırladı önünde durdu arkadaşları ona geri dön çağrısı yaptı bırak bu işleri. O da güneşte yanmış kollarına çalılıklarda çizilmiş kollarına baktı sonra arkadaşları ona baktı o da göz kırparak cevap verdi çok da çabuk pes etti.
      O sordu onlar anlattı fabrikayı üç günde özlemişti ilk günde pişman olmuştu. Feleğin çemberinden geçmiş gibi pişmandı. Şimdi gözleri açıldı arkadaşları mis gibi bisküvi kokuyordu. Bir başkası çikolata bir başkası gofret hepsi unlu mamül kokuyordu. Görmüş geçirmiş bir ihtiyar da kızlara mani yaktı , '' Unu boyuyorlar  yağa buluyorlar şekere bandırıp karemela yapıyorlar şekil veriyorlar buzlukta tutuyorlar  poşetlerle koyuyorlar çocuklara satıyorlar. Amansız bir istek gibi çocukların ağızlarına verip dillendiriyorlar.
        İşçi kız, çocukların ellerine baktı hiçbirinde çikolata yoktu. Çikolata isteyen var mı? Çocuklar bağrıştı. O da hepsine söz verdi yarın işe tekrar başlayacak ve köy çocuklarına çikolata dağıtacaktı. Hepsi de kakaolu çikolata çeşitlerinden istemekteydi.
       Çocuklar yemiş kadar olduk der gibi şimdiden dudaklarını yalamaktaydı.


                  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder